Büyükşehirde, artık hiç kalmamış olan kadehli seyyar rakı satıcılarıdır. Hükümetçe daima takip edilmiş kaçak esnaftandı.
Kayıkçı, hamal, dellâk makulesi ve istanbul'un baldırı çıplak pırpırı külhanileri, büyüklü küçüklü gedikli meyhanelere giremezlerdi; ya gayet dar, pis koltuklara giderler yahut da bu ayaklı meyhanelerden demlenirlerdi. Ayaklı meyhaneler, ekseriyetle Ermeni'den olurdu; dükkânı, tezgâhı, fıçısı, ustası, sakisi hep kendisi idi. Beline ucu musluklu içi rakı dolu gayet uzun bir koyun bağırsağı sarardı; sırtında cübbe, cübbenin iç cebinde bir kadeh, omzuna da ayaklı meyhane olduğunun alâmeti olarak bir peştamal parçası atardı.
Ayaklı meyhaneler, umumiyetle Bahçekapı ve Yemiş iskeleleri arasındaki manav dükkânları arasında dolaşırlardı. Müşterilerini gördü mü, etrafını kollayarak manav dükkânlarından birine dalar, koynundan kadehi çıkararak kuşağının içindeki musluktan vücudunun hararetiyle ısınmış ve sararmış rakıyı doldurur ve arkasından giren müşterisine sunardı. Beriki de o tek kadehi yuvarlayınca, meze niyetine dükkânda eline ne geçerse, ağzına bir lahana yaprağı, bir üzüm tanesi yahut bir turp parçası atardı; çoğu da yumruk mezesiyle içerdi.
On yedinci asır ortalarındaki istanbul esnafından bahsederken, Evliya Çelebi, Büyükşehirde 800 kadar dükkânsız piyade meyhaneci bulunduğunu kaydeder. Bundan da ayaklı meyhane tabirinin sonradan çıktığı anlaşılır.
istanbul Ansiklopedisi, Reşad Ekrem Koçu, Cilt no:3, istanbul, 1973
bi de bu meyhanecilerin düşünceli olanları, yanlarında leblebi ile gezerler imiş, müşterisine üç beş tane katık niyetine, pezevenk niyetine ikramda bulunuyorlar imiş. esaslı adamlarmış lan!
"esnaf-ı meyhaneciyan-ı piyade. dükkanları yoktur. 800 nefer."
- evliya çelebi
buradan da anlaşılacağı üzere, illegal ve seyyar içki satıcılığı yapanların sayısı 800 kişi imiş. ayrıca çelebi'nin bu satıcıları piyade olarak yani yaya gezen olarak tanımlaması da "ayaklı meyhane" tabirinin istanbul argosuna daha sonraları girdiğinin göstergesidir.
genellikle ermeni olmaları bilinmekle beraber, bahçekapı ve yemiş iskelesi civarında sık rastlandığı söylenir. rakıyı, bellerine sardıkları koyun bağırsağında muhafaza eder, bağırsağın ucundaki musluktan da servis yaparlarmış. bellerindeki bağırsakların görünmemesi için de uzun cübbe giyerlermiş. kadehleri de cübbenin ceplerine iliştirirlermiş. peki ya nasıl tanınırmış bu illegal satıcılar?
omuzlarına astıkları peştamal ile tanınırlarmış. müşterileri ekseriyetle baldırı çıplaklardan, fakirlerden ya da külhanbeylerinden oluşurmuş. içmek isteyen ayaklı meyhane ile göz göze gelip işaretleşir, akabinde tenha bir yere çekilir ve dükkanı da, tezgahı da, fıçısı da, sakisi de kendisi olan yürüyen meyhanenin vücut ısısıyla harmanladığı rakıyı bir çırpıda yudumlarmış. rakısını içen abimiz varsa civarda bir manav oraya seğirtip meyve alır ve meze niyetine yermiş. yoksa da şayet yumruğunun tersiyle ağzını siler ve olay yerinden uzaklaşırmış.
ek bilgi: elinin tersiyle ağzını silmeye yumruk mezesi denir.
eski akıntı çağanozlarından kim kaldı...