20. yüzyılın ikinci yarısının henüz başında avrupa'da bir proje birliği oluştu. amacı; hikayelerden oluşan ekonomik birliği sağlamak ve ekonominin istikrarlı yapısını (!) devam ettirmekti. lüksemburg'un dahi içinde bulunduğu bu ekonomik birlik şimdiki avrupa birliği'ydi.
hikaye kısmını biraz açayım. avrupa ülkeleri başta kendi sömürülerine giden yolların devamını getirebilmek, oluşan bu komisyonda söz sahibi ülke olmak için kıyasıya yarıştılar. fransa, almanya, italya gibi güçlü ülkeler komisyonun ilk üyelerinden oldukları için bu planı sürdürmeye çalışan ilk ülkeler olacaklardı. fransa 1789'un ihtilalinden sonra dünyada ciddi anlamda söz sahibi bir ülke olarak yer edinmişti. fakat 1950'lilerin sonundaki kapitalist anlayışıyla ingiltere'den sonra en fazla güç kaybeden ülke oldu. yani ihtilal silahları ters tepmişti. neden mi güç kaybeden ülke? ya da güçten kasıt nedir? biliyoruz ki ingiltere'ye topraklarında güneşin batmadığı ülke denirdi. sebebi fransa'yla beraber 1. dünya savaşından sonra afrika'daki sömürgeci ülkelerin en güçlüleri olmasıydı, evet güçlüden kastım buydu. tabi az evvel de dediğim gibi silahları geri tepti ve 20. yy'ın yarısına doğru afrika'da altın sömürgesi için kullandıkları toprakların bağımsızlık kazanmasıyla bu toprakları kaybettiler.
peki sonra ne oldu? sonraları komisyona yeni üyeler katıldı, az evvelki paragrafta mevzusu geçen planı değiştirmek için kurdukları komisyonun adını, işleyişini ve planlamasını değiştirdiler. duymuşuzdur, ülkeler kendi aralarında serbestçe ticaret yapsınlar diye efta olayları falan oldu. bu da işleyişi nasıl değiştirdiklerinin bir kanıtıydı işte. hani ekonomi destekleyecektiniz yahu? eee tabi bir süre dediler ki; ''beyler madem ticarette sınırları kaldıracağız, ortak bir dil kullanalım ki uygulama açısından kolaylık sağlasın.'' tamam dendi, ortak dil ingilizce oldu. sonra dediler ki ; ''e madem ortak bir dil kullanıyoruz, kültürümüz de aynı olmalı! bu toplumun bir başkenti olsun.'' orayı da kurucu ülkelerden olan belçika'nın başkenti brüksel'i yaptılar.. artık tek bir engelleri kalmıştı: ''ortak anayasa''.. işte notun ana fikri ve türkiye'nin bu nottaki yeri de tam burada.
ortak anayasa ve türkiye'nin avrupa birliğindeki yeri
ortak anayasa, bir devlete bağlı olan özerk ya da eyaletlere ayrılmış başka bir yerin, bağlı olduğu devletle beraber kullandığı yasadır. örneğin; a.b.d. ve eyaletleri , azerbeycan-nahcivan , çin-tibet..
avrupa birliğinin kuruluş amacı başta diğer ülkelerin ekonomilerine yardım etmek demiştik. fakat 1970'lerle beraber birliğe katılan yeni ülkelerin de olmasıyla vizyonlarında ve misyonlarında değişikliğe gitmeleri nedeniyle bu durum yerini ''ortak bir ülke kurma'' planıyla değiştirecekti. fakat birçok ülkenin içinde bulunması nedeniyle işler karışacaktı. nerde çokluk hesabı. düşünün ki bir ülkedeki en katı kural diğer ülkede çok fazla önemsenmiyor, bir ülkede vakıflara verilen haklar diğer ülkede aynı vakıfları kısıtlıyor. ve burada 2 değil 27 ülkeyi düşünecek olursak, ortak bir anayasa zor gibi ne dersiniz?
türkiye'nin buradaki yeri hep adaylıkta kalmıştır. ben doğduğumdan beri 30'u geçkin müzakere yapılmış her birinde daha fazla yol katedilmiş fakat her müzakerede ödevden tatmin olmayan bir öğretmen gibi daha çok çalışın denmiş. türkiye ile müzakereler yapılırken onlar da boş durmamış; ortak ticaret yolları, ortak dil, ortak sınırlar, ortak anaya.. tabi ya anayasa; nerede o anayasa? yapamazlar tabi, yapamayacakları gibi birbirlerine de düşerler çünkü sınırlar büyüdükçe izlanda, yunanistan gibi bütçe açığı veren ülkeler baş gösterir, birlik içinde ekonomi kötüye gittiği için yeni üye alımları yapılır. işte ab tarihindeki ilk anlaşmazlıklar da böyle ortaya çıkar türkiye'ye yeşil ışık yakan ingiltere ile kırmızı ışıkta kalan fransa birbirlerine düşerler ortak anayasa böylece geçiçi olarak iptal edilir. (2010) fakat türkiye ab konusundaki istikrarını kaybetme durumlarına gelmiştir. zira ekonomisi ab'den iyi olan bir ülke (!) durumunda da olan türkiye artık ab'ye karşı duruşunu biraz daha dikleştirip balon ekonomisiyle harikalar yaratacaktır.
kişisel olarak görüşüm; son paragrafta dile getirdiğim tezat duruşumu destekleyecek yöndedir. ekonomisi büyüyen fakat son 10 yılın işsizlik ve istihdam alanında en fazla açık veren türkiye, 2-3 yıl sonra daha da dikkat çekmeye başlayacak olan cari açıkların ve işsizliğin azami sınırlara ulaştığı bir ülke konumuna geçecektir. vergiler daha fazla artacak, kaçakçılıklar ülke tarihinin kaçakçılık göstergelerini egale edecektir.
avrupa birliği'ni sadece ekonomik bir birlik sananların paso ama bizim ekonomimiz iyi yeaa diye es geçtiği tarihtir.
hemşerim kömür çelik dönemi geçti artık avrupalılık kimliği zamanı. adam sana demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, farklılıklara saygı gibi bir ton kriter koymuş. para arap itlerinde de var yoksa. bunları sağlayamıyorsan istersen karun ol adam almaz seni.