bu konuyla ilgili internette dolaşan son fıkra şöyledir:
Yıl 2050. Avrupa Komisyonu Başkanı odasında otururken, yardımcısı içeriye heyecanla girer:
- Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB'ye alacak mıyız?
Komisyon Başkanı:
- Yok canım, henüz tam olmaz. Git, söyle, tüm Türkiye ingilizce konuşacak. Türkçe'yi yasaklıyorum.
- Efendim, onu 5 sene önce yaptılar hatırlamıyor musunuz?
- O zaman söyle Kıbrıs'ı versinler.
- Efendin onu da 40 sene önce verdiler zaten.
- O zaman söyle güneydoğuya özerklik versinler.
- Aman efendim, Türkiye'de güneydoğu mu kaldı? 2020'de bağımsız devlet oldu.
- O zaman söyle Ermeni soykırımını tanısınlar.
- Efendim sadece Ermeni değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus,Ukrayna, Moldova soykırımını bile tanıdılar. Hatta Çanakkale savaşından dolayı ingiliz, Avusturalya, Yeni Zelanda soykırımını bile tanıdılar.
birkaç sene daha ayakta kalamaz bu oluşum. kalsa bile bugünkünden çok daha zayıf ve sadece ismi kalmış hale gelecektir. avrupa birliği ülkelerinin giderek yaşlanan nüfusu, paralel hızla artan işsizlik, yavaşlayan büyüme ve bunlarla orantılı artan ırkçılık boyutundaki aşırı sağ tepkisi ve güçlenmesi kendi içindeki almanya-fransa-benelüks bloğuyla bunların birlik içindeki etkilerinden rahatsız olan italya-ispanya ve kendisini daima kıtadan farklı tutan ve her zaman amerikan politikalarının bazen planlayıcısı bazen de destekçisi olan ingiltere ve özellikle soğuk savaş sonrası yeni dönemde ekonomilerini tamamen batıya teslim eden eskinin kızılları, ki bunlar muhtemel büyük küresel ekonomik kriz dalgasından en fazla etkilenecek ülkeler, bir de büyük avrupa aktörlerinin hepsine, artı rusya'ya ve amerika'ya yavşayan yunanistan'dan ibarettir.
türkiye'nin ortadoğu ile avrupa arasında, müslüman ama modern aynı zamanda ılımlı tampon bir devlet olarak kalması, işlerine daha çok geliyor. avrupa'nın karmaşa içerisinde bir bölge ile sınır oluşturması pek de cazip gelmiyor onlara. bence, işin stratejik boyutu bu.
avrupa'da, örneğin; inşaat sektörü gibi kimi lokomotif sektörlerde, üretim maliyetleri çok yüksek. kendi korumacı yasaları sayesinde bu sektörlere, rekabet etmeksizin ya da ciddi maliyet farklılaşmaları olmaksızın, diğer bir ifade ile ciddi anlamda rekabet koşulları oluşmaksızın iş imkanları yaratabiliyorlar. ancak, türkiye'nin avrupa birliğine alınması durumunda, bu yüksek maliyetlerle rekabet edebilme şansları kalmayacağından korkuyorlar ki bu, pek de yanlış düşünce değil. avrupalı devlet yöneticilerinde, az çalışarak refah içerisinde yaşamaya alışmış avrupa insanı, çok çalışıp az paraya kanaat edebilen türk insanı karşısında işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya olacak ve bu durum toplumsal bir kaos yaratacak korkusu var. bu da işin sosyo-ekonomik boyutu.
özellikle muhafazakarlar ve hristiyan demokratlarda, tüm bunlara bunlara ilave olarak, milliyetçi ve din temelli bir karşı duruştan da söz edebilmek mümkün, şüphesiz. bu karşı duruşu, papalık ve dinsel kuruluşların körüklemekte olduğu da tartışmasız bir gerçek.
sonuç olarak, türkiye'nin avrupa birliğine tam üyeliğinin gerçekleşemiyor ya da gecikiyor olması, stratejik, sosyo-ekonomik ve kültürel olmak üzere, bir çok nedene dayanıyor. önümüzdeki yıllarda pek de beklenmeyen çok önemli tarihi gelişmeler olmadığı taktirde avrupa, bu ayak diremeyi oldukça uzun bir süre devam ettirecek gibi görünüyor. En azından, 2025'lere kadar.