insanı bir an önce oradan kaçma isteğine gark eden aşşşırı basık, boğucu ve tehditkar mimarisiyle akıllara kazınmış olan yer. Orada her şey gri ve soğuk. Dikenli teller arasına sıkışıyorsunuz. Utanmaya yüzünüz yok, kendi türünüzün akla gelmeyecek işkencelerini, gaz odalarını, yakılan cesetlerin küllerinin toplandığı kavanozu dinliyorsunuz kulaklıkla, rehberin bile sesi titriyor bazen.
"Oradaki esirlere kısa süre çalıştıktan sonra kamptan ayrılabilecekleri söylenmiş bu yüzden de oradan çıkarlarken karışmaması için bavullarının üstüne adlarını ve adreslerini yazmaları istenmiş." dediği zaman ben kopuyorum komple zaten. Karşımda ad ve adreslerle dolu onlarca sahipsiz içi boş bavul var, asla olması gereken yere ulaşamamış, üst üste rastgele istiflenmiş, oradan çıkış olmadığını çat çat yüzünüze vuruyor. Nasıl kaçacağımı nereye gideceğimi bilemedim resmen ya. Kupkuru bir ölüm, yaşamaya umuda zerre yer yok insanlığın karadeliği resmen.
Herkes cesaretini toplayıp gidip görmeli. yüzleşmekten başka çaresi olmadığını kabullenmeli en azından. Gerçekten fotoğraflarını görmekle bir değil.
Unutmadan, kampın kapısında "çalışmak insanı özgürleştirir" yazıyor. Artık hem kendi zamanını hem de şimdiyi kapsayan kaç katmanlı bir ironidir bu siz düşünün.