zeki demirkubuz'un "kader" ve "masumiyet"i gibi, serdar akar üstadın "barda"sı gibi harika bir film.
izleyin izlettirin.
kimler yok ki?
tuncel kurtiz var, nurgül yeşilçay ve harika memeleri var, paramparça dizisi'nin keriman halası nursel köse var, nejat işler var...
yani şu film sadece paramparça dizisinin keriman halasının ağzıyla prezervatif taktığı sahne için bile izlenir.
ya da tuncel kurtiz'in sikmeli sokmalı diyalogları için, ya da latte ile ayten'in duygusal ve seksüel yakınlaşması için...
izleyin olum, ne hikayeler, ne yaşanmışlıklar, ne hayatlar var ve bunlar bir yönetmen tarafından nasıl beyazperdeye aktarılır görün.
şu hikayeyi en iyi hollywood yönetmenleri bu şekilde çekemez. zira bunları kurgularken kafanda yaşamak lazım. amerikan piçleri ne bilir bunları...
Kesişen hikayeler temalı,başarılı diyebileceğim bir Fatih Akın filmi.Daha önce Fatih Akın'ın Duvara Karşı filmini izlemiş ve oldukça beğenip etkilenmiştim,bu filmi de beğendim diyebilirim ama bence Duvara Karşı daha iyi bir film.Film baştan sona sürükleyici,yaklaşık 3-4 karakterin hikayelerinin Almanya-Türkiye içinde kesişmesi ve bu karakterlerin dramatik denilebilecek hikayeleri anlatılıyor.Ben izlerken bir an bile izlemedim aksine acaba şimdi ne olacak hissi ile izledim,film dram olmasına rağmen temposu düşük değil.Filmdeki karakterlerin kesişme biçimleri hoş olmuş.Filmin bence en büyük sorunu bir türlü istenilen yumruğu seyirciye vuramaması yani demek istediğim evet karakterler güzel bir şekilde kesişiyor ama hikayenin vuruculuğu eksik bu yüzden izlerken de tam etkilendiğimi söyleyemem,mesela Duvara Karşı bu filme göre daha vurucu bir film.Fakat Duvara Karşı'ya göre bu filmde hem yönetmenliği hem de sinematografiyi daha çok beğendiğimi de belirtmeliyim,teknik yönden Fatih Akın'ın kendini geliştirdiği yadsınamaz,müzik seçimleri de fena değil bence.Son olarak ben filmi beğendim diyebilirim,kesişen hayatlar temalı dram filmlerini seviyorsanız tavsiye ederim.
Fatih Akın filmidir. Konusu ölümün ve aşkın iki kıyıyı birleştirmesidir. Bu iki kıyı iki ayri kültürden gelen insanlar yada iki ayrı dünya bakışına sahip olan insanlar olabilir. Lottenin ölümü hem ayten ile lottenin annesini birleştirdi hemde nejat tekrar bbabası ile aliyle barışmak istedi. Lotte ile aytenin yaşadığı aşk ise yine iki kültürün birleşmesine sebep oldu. Ayrıca iki kıyı nejatıda sembol ediyor olabilir, kiyinin bir tarafında alman, diğer tarafında Türktür kendisi. Her iki kültürü bir vücutta canlandırıyor. Almanyada yaşarken baba evine gelince türkçe konuşmayı tercih ediyor, istanbula gelince alman bir kütüphaneyi satın alıp işletiyor. Ikisindende vazgeçemiyor ve iki kültürü aynı anda yaşıyor. Ayrıca bu filmde insanların ortak yanı duydukları hisslerin olduğu çok net belli oluyor. Nekadar değişik eğitim görüp ayrı kültürlerde büyümüş olsakta, ölümü ve aşkı her insan aynı şekilde tadar. Bunlar çünkü insanın doğasında var olan şeylerdir. Kültür ise insanin doğadan alıp kendi eliyle değiştirip kendini ötekileştirme çabasıdır.
hani bazı bazı dönüp dolaşıp izlediğiniz filmler vardır ya! işte bu da böyle bir film sanki. süslü olmayan ama oldukça hisli oyunculuklarla bezeli, içiçe geçmiş, oldukça tesadüfi gelen, ama izledikçe rahatsız etmeyen hikayeler örgüsü ile dolandırılmış bizden bir film aslında. fatih akın ın zannımca mükemmel içten dili ile örtülü. oyunculuklar dedim de, çoğu izleyene bana da geldiği gibi nurgül yeşilçay haddinden fazlasıyla itici gelmiştir film boyunca. özellikle o kırık, bize mensup ingilizce aksanı ve eğreti gibi duran hareketleriyle, izledikçe ''bu karının ne işi var lan bu filmde'' diyesi geliyor insanın. ama sonradan da düşünüyorsun, fatih akın kesinlikle böyle bir portre çizmiştir kendisine diye. aramızda yok mu, ki kendi halinde devrimci takılan arkadaşlarımız. bu arada filmin kesinlikle en büyük oyunculuklarından birisi, kesinlikle nursel köse'ye ait. filmdeki karakterlerden zannımca yine en iyi şekilde betimlenen ''yeter''e hayat veren nursel köse'nin özellikle baki davrak ile olan diyaloglarında, bir hayat kadınından daha fazlası olduğunu da anlayabiliyoruz, kızına duyduğu özlem, hayatın onu, para karşılığı kendisini satmasına kadar getirmesi, ve sonunun, ''hayatının bundan sonrasını kurtarabileceğini'' düşündüğü bir adamdan gelmesi. rahmetli tuncel kurtiz in sahneleri de mükemmel bu arada. o kırık, seneler önce almanya'ya göçmüş, ama ana aksanıyla karışık alamancı tiplemesinden farksızdı kendisi.
filmin sonunda bekledim kendisini; hüzünlendim, daha sonra bir kez daha izlemek üzere, jenerik akarken yaktım bir sigara, ve artık kendimle içselleştirdiğim gegen die wand a merhaba dedim.
fatih akın tarafından hem seneryosu yazılan hem de yönetilen 2007 yılı yapımı başta cannes olmak üzere katıldığı bir çok festivalden bol ödülle dönmüş oldukça başarılı bir drama. Bazı hayatların kesişebildiği ama bazı hayatların da olan biten her şeye rağmen kesişemediği temeline dayanan filmin konusu kısaca şu şekilde.
almanya'da bir genelevde çalışan yeter adında bir kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir türlü kızını görememiştir. Ali isminde bir adamın evinde yaşamaya başlayan yeter, bir üniversitede profesör olarak çalışan ali'nin oğlu nejat'a mutlak surette kızını bulmak istediğini söyler. Öte yandan türkiye'de ayten isminde bir kız da sol görüşlü bir örgüte yardım ve yataklık edince kimliği ortaya çıkar ve soluğu almanya'da alır.
auf der anderen seite. türkçe karşılığı öbür taraftakiler olarak tercüme edilir. nedense yaşamın kıyısında olarak tercüme edilmiş. an die kante des lebens. olmalıydı filmin adı.
--spoiler--
filmin meyhane sahnesinde, rakıları tokuşturmadan önce;
rakı bardakları ful dolu.
''neye içelim ?'' deniyor. ve tokuşturulduğunda dolu olan bardak yarıya inmiş halde geri çekiliyor.
senaryo ve yönetmenliğinde fatih akın imzası taşıyan 2007 yılında gösterime giren ve cannes film festivalinde akın'a "en iyi senaryo" ödülünü kazandıran filmdir.
filmde ilişkiler üzerinde çok durmuş fatih akın, iyi de yapmış. karakterleri ve diyalogları öyle oturtmuş ki, izlerken filmi ve karakterleri özümseyebiliyor hem de sanki hayattan gerçek bir kesit izlediğinizi düşündürüyor. film her ne kadar sonu ve anlatmaya çalıştığı siyasi düşünce ile eleştirilse de -farklı düşüncelerin varlığını görmezden geldiğimiz sürece iyileşme olmayacağından- bu eleştiriler çok etkili değil.
***
fatih akın'ın tüm filmlerinde görülen anarşizm provokasyonu bu filmde biraz daha etkisini gösteriyor. bir cümle ya da bir görüntüyle desteklediği siyasi düşünceyi ortaya çıkaran yönetmen, bu film için özel bir açılım yapmış gibi. konu tam olarak bunun üzerine kurulmuş gibi. devlet politilarının (türkiye-almanya) insanların yaşamları üzerine etkileri, ilişkilere politika engeli ve her şeye rağmen insanların birbirinden bağımsızlaştırılmasına isyanı net olarak görebiliyoruz. nerede büyürsen büyü ve yaşadığın topraklar ne olursa olsun, sevgiye engel olamadığının göstergesi. belki de filmin ödül almasındaki en büyük sebep budur.
farklı zamanların iç içe geçmiş kurgusu etkileyici. fatih akın filmlerinin bir başka klişesi de bu sanırım. temmuz'da (im juli) ve kısa ve acısız (kurz und schmerzlos) filmlerinde de aynı kurguyu kurguyu görmek mümkün. demek ki bu yönetmen başarısını, film senaryosuna borçlu ve yaşamın kıyısında filmi ile bu başarısının meyvesini almış durumda.
ilk izleyişimde kafam güzel olduğu için anlamayıp 2. kez izlediğim ve hayran kaldığım fatih akın filmi. nurgül yeşilçay ı sevmemi sağlamıştır bi yerde. filmi izlemeyen birine anlatmak bi hayli zordur.
-abi bi kadın var şimdi devrimci tamammı. aynı zamanda lezbiyen.
-oha o ne lan öle.
-annesi var oda o.ospu
-olm ne biçim film bu...
-güzel olm kesin izle..
sanat-ı sinemada "kesişen hayatlar" konsepti benim için ısrarla ve hala en ilgi çekici olanıdır. yönetmen de fatih akın...kaçar mı? kaçmamalı! ama kaçıyordu az kalsın. çok uğraştım bu filmi sinemada izleyebilmek için.
once upon a time we were soldiers'lı zamanlardı. seans tutturamamak, çarşı üstüne çarşı kitlenmesi, para yetişmemesi falan filan bi ton zevzeklikten sonra erdim muradıma, suni bir mall'da.
"ey nickless, filmi nasıl bilirdin?" diye sorarsam kendi kendime, ki kendi kendime arada sırada sorarım böyle, "bitimsiz" diye cevaplarım. hatırlıyor musun son sahneyi; hani deniz, sandal ve sessizlik? hani afiştede de vardı?
tam da o sahneden başlayarak işte, sürekli başka hayatlar eklenecek bu filme.
ya da bir başka deyişle, eklemesini bilene.
fatih akın tadını alamadığım filmdir. nurgül yeşilçay'ın da ingilizce konuşamaması çok rahatsız ediciydi. oteldeki bellboy ondan daha güzel ingilizce konuşuyordu. kadın cannes film festivaline katılıyor ama hala anything kelimesini 'enitink' diye okuyor.
nejat karadenize giderken bir benzinlige girer benzinlikte kazım koyuncunun ben seni sevdigimi şarkısı çalar
--spoiler--
nejat : bu şarkı nedir?
benzinci : kazım koyuncu hiç duymadınız mı?
nejat : hayır
benzinci : burda karadenizliler çok tutulur
nejat : tanımıyorum
benzinci : artvinli kendisi 2 sene önce kanserden öldü çok da gencti ha sizin yaşınızdaydı hep çernobil bunların hepsi yeni yeni ortaya çıkıyor
--spoiler--
kazım koyuncunun anısına atfedilen güzel bir sahne olmuştur.aynı zamanda tuncel kurtizin mükemmel bir performans segiledigi güzel bir filmdir.
fatih akın'ın senaryosunu yazıp, yönettiği güzel filmdir.başrollerde nurgül yeşilçay, baki davrak, tuncel kurtiz, patrycia ziolkowska, nursel köse ve hanna schygulla .2007 cannes film festivali'nde en iyi senaryo ve özel ekümenik jüri ödülü ve altın portakal'da en iyi senaryo ödülünü kazanmış film şimdilik. almanya'da bir genel evin önünde başlayıp, trabzon'un bir köyünde kumsalda sona eriyor. içe geçmiş hayatlar, olaylar zinciri, harika senaryo, kesişen noktalar. yanımda olsaydı fatih akın'ın, tutup elini öperdim.. filmde bir çok büyük ismi de küçük rollerde görüyoruz.erkan can,nejat işler, güven kıraç. filmin diğer fatih akın filmleriyle benzerliği, türkiye-almanya arasında geçmesi ve almanca-türkçe-ingilizce olması. gidip, izlenesi bir film.
devrimciler ile ilgili kısmı ne kadar doğru gözükmese de (çok karikatürize edilmiş), izlenmeye değer bir film.
filmde konu arası geçişleri anlamakta zorluk çekiyorsunuz. Tuncel kurtiz'in oynadığı karakter gayet başarılı.
almanya ya bizim ülkede böyle bir ülke demek için yapılmış bir film. yurtdışında ödül almanın temel kuralıdır.
türkiye de demek ki pişman olan insanlar hemen hapisten çıkarılırlar.
bunu da öğrenebilirsiniz.
yakın arkadaşının kitabının reklamını yapmak için de film çekilebileceğinin görülmesi de cabasıdır.
çeşitli konularda fazlasıyla mesaj verme kaygısı olan bir film olmakla beraber oyuncuların performanslarının gayet iyi olduğu bir fatih akın filmi.
bilinçli olarak mı yapıldı bilmiyorum ancak karakterlerin geçmişlerinin,ruhi alt yapılarının film boyunca yeterince seyirciye yansıtılmadığı düşüncesindeyim.senaryoda yer yer boşukların olduğu göze çarpmaktadır.örneğin:lotte'nin ölümünden sonra onun annesiyle görüşen nejat arasında geçen bir diyalogta lotte için onu sevecek kadar tanıdığını söylemektedir.hangi ara onu ne sebeple sevdiğini anlayamadık doğrusu.acaba bu sevgı profesör nejat ın insan sevgisinden mi yoksa lotte nin güzelliğinden etkilenmesi sonucu mu doğdu?bir başka biraz eksik kalan yerde lottenin ölümü sonrası onun günlüğünü okuyan annesine benzediğini ancak bu benzerliğin neyden kaynaklandığını tam olarak çıkaramadığımız bölümdür.söz konusu benzerlik sadece anne kızın her ikisinin de gençken hindistana bir heyecan yaşamak üzere seyahat etmesi midir?ve lotte için tüm olup bitenleri bir gençlik heyecanına mı bağlayacağız yoksa lotte'nin içindeki ayten'e olan sevgisine mi?bir başka ufak bir detay ise filmde geçen kurban bayramı sırasında nejat ın trabzon a ziyareti sırasında yolda durduğu benzinlikteki tişörtlü-şortlu adamın halinde.acaba sadece biz mi senelerdir kurban bayramını kış vakti geçiriyoruz sorusunu aklıma getirdi bu sahne.hemen yanlışı kendimde aradım belki biraz olsun eski zamanı anlatıyodur bu flim dedim ama ordan da kapı aralık değildi zira filmin bir bölümünde lotte ceza kanunumuzla ilgili 2005 basımlı kitapla ilgileniyordu.belki ufak bir detay ama dikkat edilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
filmde yaşanan farklı hikayelerin bir araya gelmesi,kurgunun paralel şekilde kurulmasıyla sağlanmaya çalışılmış.bunun en güzel ve etkileyici bölümü bana göre ayten'in annesiyle,lotte'nin cenazesinin filmin farklı bölümlerinde uçakla birinin türkiye'ye gönderildiği,diğerin ise aynı şekilde almanya'ya gönderildiği sahneydi.aynı şekilde son sahnenin de sade olmasına karşılık son derece etkili bittiği kanaatindeyim ki nejat kendisi için katil olan birisinin babası olamayacağını söylese de yine de onun ziyaretini gittiğini görmek ve bunu hz ibrahim ve hz ismail arasındaki olayla bağlantı kurularak yansıtılması gayet etkileyiciydi.
velhasılı kelam eksikleriyle,fazla mesaj kaygısı taşımasıyla,oyuncuların perforsmanslarıyla çok beklenti içine girmeksizin seyredilebilecek bir film.
bu kadar tesadüfi olayı bir arada bulundurmasından dolayı seneryosuna kocaman bir hasiktir çektirten film. hoşuma giden tek husus charlotte karakterini canlandıran kişinin harika bir oyunculuk sergilemesi ayrıca o ne gülümseyiştir öyle.
(bkz: Patrycia Ziolkowska)
fatih akın'ın bir sinemacı olarak karakterine neredeyse ters düşen bir film. akın'ın belgesel adı altında geçen filmleri, geri dönmeyi unuttuk ve istanbul hatırası bile, belgesel kalıplarına pek uymayan, deyim yerindeyse tamamen "kafasına göre takıldığı" işlerdi. yaşamın kıyısında ise, senaryodaki matematikle öne çıkıyor ve bakışını daha entelektüel bir çerçeveye oturtmaya çalışıyor. başka bir deyişle, fatih akın'ın en iyi becerdiği işten, perdedeki kimyadan uzağa düşüyor.