çok çok çok güzel bir kadın. herşeyiyle muhteşem bir kadınmış. hayran hayran fotoğraflarına bakıyorum bazen yetenek, zerafet, asalet güzellik..doğallığın ve tüm bu özelliklerin bu kadında toplanması şaşırtmamalı. ölmemeliymiş bu kadın.
Değişmek neden? Herkesin kendi tarzı var, onu bulup sıkı sıkıya tutunmak gerek diyerek Hollywood'un seksi kadın idealojisine darbe ,yapan hayatta ki nadir idollerimden.
ortalama bir resmini abartısız 5 dakika seyredebildiğim belçikalı güzel bayan. keşke aynı dönemde yaşasaydık da kendisini yakından saatlerce izleyebilseydim.
Dünyaya gelmiş en güzel kadın,hem de o zayıflığına rağmen.breakfast at Tiffany s filmini izlemiştim daha çok küçükken.Etkilenmiştim onun sigara içişine ,çocukluk işte.Hep onun gibi sigarayı tutmak,içmek istemişimdir.bir nevi sigaraya başlama sebebim.
I believe in pink. I believe that laughing is the best calorie burner. I believe in kissing, kissing a lot. I believe in being strong when everything seems to be going wrong. I believe that happy girls are the prettiest girls. I believe that tomorrow is another day and I believe in miracles.
Audrey Hepburn'un annesi Hollandalı bir barones, babası zengin bir ingiliz bankacıydı. Anne ve babası, o henüz bir yaşındayken boşandı ve Audrey babasını bir daha göremedi. 10 yaşındayken annesi başka bir adamla evlenince Hepburn yeni babasıyla nazi işgali altındaki Hollanda'ya göç etmek zorunda kaldı. Savaştan sonra Londra'ya gidip bale okuluna yazıldı, modellik yaptı. Hepburn, ilk filmi "Young Wives Tale" da (1951) rol aldığında 22 yaşındaydı. 1952'de "Roman Holiday" ilk başrolüydü. William Holden ile yaşadığı fırtınalı aşk ve Mel Ferrer ile yaptığı sorunlu evlilik yakından takip edildi. Hepburn'un Mel Ferrer'den Sean adında ve Dr. Andrea Dotti'den Luca adında iki oğlu var. Hepburn 1990 yılında oyunculuğu bıraktı ve yalnızca çok özel projelerde yer aldı. 20 Ocak 1993'te isviçre'de bağırsak kanserinden öldüğünde 64 yaşındaydı. Mezarı da bu ülkededir.
Aşağıdaki yazı Audrey Hepburn'un oğlu Luca Dotti'nin Vanity Fair Dergisi'ndeki yazısından alınmış, Alihan Mestçi'nin çevirisiyle 10 Mayıs 2013 tarihli habertürk gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Kısa bir süre önce beni evimin kapısına bırakan bir taksi şoförü, "Bu evi biliyorum. Yıllar önce buraya güzel bir kadını bırakırdım" demişti. Bahsettiği kadın benim annem, Audrey Hepburn'dü. Ama Romalıların en beklenmedik anlarda ortaya çıkan nezaketlerinin bir örneği gibi, o taksi şoförü buraya getirdiği o güzel kadının adını söylemekten sakınmıştı. Annem bu evde 20 yıl yaşadı. Roma halkı o taksi şoförü gibi annemin evinin yerini bilir; onu, çocuklarını okula götürmeyi seven, köpekleriyle uzun yürüyüşlere çıkan bir kadın olarak tanırlardı. Annem Campo di Fiori civarında bir ara sokakta eşiyle birlikte kayınvalidesini pazar kahvaltısı için beklerdi. Onun ailesine ayırdığı özel zamanlarını fotoğrafçılar bazen belgeleyebilirdi.
Annemin Roma'daki hayatı hep böyle değildi tabii. 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden birkaç yıl sonra, "Roma Tatili" (1953)adlı filmle şöhreti yakalamıştı. O yıllarda savaşın yaraları hala tazeydi. Hayatını değiştiren film onu Roma'nın ikonlarından biri haline getirmişti. Kolezyum bir yanda dururken diğer yanda Vespa'sıyla dünyayı turlayan özgür ruhlu bu kadın Roma'nın hafifmeşrep ruhunu simgeliyordu. 1955 yılında, büyük bir yapım olan "Savaş ve Barış" filminin çekimleri için Roma'ya tekrar adım attığında yabancı bir yıldız gibi karşılanmıştı. Kısa bir zaman sonra ise Roma annemi adeta evlat edindi.
Roma o yıllarda devasa bir film setine dönüştü. Kentin diğer adı "Tiber Nehri'ndeki Hollywood" du. Büyük film şirketleri yıldızlarını Hollywood'a gönderiyor; Montgomery Clift'ten Orson Welles'e, Anthony Perkins'te Shelley Winters ve Ava Gardner'a kadar Roma sokakları Hollywood yıldızları ile doluyordu. italyan sineması da bu tempoya ayak uydurmuş, Fellini'nin yönettiği La Strada (1954) ve "Le Notti di Cabiria" (1957) gibi filmler Hollywood'dan dahi ödüller topluyordu. Roma halkı da bir rüyayı yaşıyor, beyazperdenin yıldızlarıyla sokakta karşılaşıyorlardı. O yıldızları fark etmemek de elde değildi. Her daim bir gazeteci ordusu ile geziyorlardı. 3 yıl son annem Fred Zinnemann'ın yönettiği "The Nun's Story" adlı filmin çekimlerine başladı. Bu rolü gerçekten sahiplenmişti. Rahibe Luke'ta kendinden izler vardı. Setlerinin dışında da Roma'da vakit geçiriyordu. imajı Roma'nınkiyle bütünleşiyor, Roma'nın ruhuyla özdeşleşiyordu. Annemin setteki tasarımcı, makyöz ve kuaför arkadaşları onun o ölümsüzleşen imajını Roma sokaklarında yaratıyordu. Annem onlarla ölene kadar dost kaldı.
Henüz Fellini "Tatlı Hayat" filminde Walter Sentesso'nun karakterine Paparazzo adını vermeden evvel annem, sonraları "paparazzi" ünvanını alacak fotoğrafçıların peşinden koştuğu bir kahraman haline gelmişti. Ama annemi hiçbir zaman gafil avlayamadılar. Annem klasik bale eğitimi almış bir kadındı, bu yüzden her şartta kusursuz görünmeyi bilirdi. Yine de o kadar ağırbaşlı bir duruş sergilemezdi. O günlerde bile oyuncular ve fotoğrafçılarla dostluklar kurdu. Annemin en sevdiği fotoğraflarını Pierluigi Praturlon çekmişti. Pierluigi, "Tiber Nehri'ndeki Hollywood"un en ünlü fotoğrafçısıydı. Aktrisler onu isterdi. Zira Pierluigi set dışında çektiği karelerde dahi ünlü isimlerin içindeki divayı yansıtmayı bilirdi. Annem de ona güvenirdi. "The Nun's Story" filmiyle New York Film Eleştirmenleri Birliği'nden "En iyi Aktris" ödülü aldığı haberi anneme bir telgrafla bildirilmişti. Annemin o telgrafı Hassler Hotel'in terasında açtığı anı Pierluigi yakalamıştı. Pierluigi sonradan aileden biri oldu, annem ile babam Andrea Dotti 1969 yılında isviçre'de evlendiğinde, sayılı davetliden biri Pierluigi'ydi.
Yıllar içinde ailemle tanıştığını iddia eden bir sürü insanla karşılaştım. Şöyle açıklayayım: "Brakfast at Tiffany" nin Roma prömiyerinde annem, babamın en yakın arkadaşı Olimpia Torlonia'yla gitmişti ama babamla tanışmalarına henüz 7 yıl vardı. Annem, babamla evlendiğinde ve 1970'te beni dünyaya getirdiğinde hayatını paparazzilere poz veren bir aktris olarak sürdürmüyordu. Bu, onun kararıydı. Spot ışıklarından yavaşça uzaklaşmış ve hayattaki öncelikleri değişmeye başlamıştı. Bu değişimi mümkün kılan ise Roma olmuştu. 1960'lı yılların başından beri açılışlarda Alberto Sordi'yle şakalaşan, Renato Rascel'le dans eden meşgul bir yıldızdı annem. Romalı arkadaşlarıyla yeni evi Roma'da yaşıyordu. Annem, sonradan evleneceği Mel Ferrer'le "Savaş ve Barış"ın italya'daki çekimlerinde rol arkadaşıydı. Henry Fonda da kadrodaydı ve Fonda o ara italyan Afreda Franchetti'yle Roma'da evlendi. Bu iki çift çok sık görüşüyordu. Annem, Afreda ve kız kardeşi Lorian sayesinde gerçek bir Romalı gibi yaşamaya başlamıştı. Doğrusu annem biraz da miskin bir kadındı ve Roma ona hep zaman tanıdı.
Kısa gözükse de annemin çok yoğun bir kariyeri oldu. Disiplinini 2. Dünya Savaşı'yla geçen çocukluğuna borçluydu. 13'ünde balerin olmak istiyordu ve bunun için çok çalıştı. 16'sında Nazi işgali altındaki Hollanda'da açlıkla baş etmeye çalışıyordu. Turp ve haşlanmış lale soğanı yiyerek hayatta kalmışlardı. Üzerinden 10 yıl geçmemişti ki annem bir yıldıza dönüştü. Ama şöhret ona ne aksilik ne de kapris kattı. Hep şafak vakti yataktan kalktı. Sete mükemmel görünüm ve tam ezberle yetişmek için edindiği bir alışkanlıktı bu. Kapağına çıktığı bütün dergileri sakladı. ve sayıları 650'yi buluyordu. Poz vermek ve cazibe şüphesiz o vakitler her şey demekti. Ama annem dergilere poz vermekten 2 yılda sıkıldı. Başka bir şey yapmak istedi. Önce anne, ardından da UNICEF'in iyi niyet elçisi oldu... Hayatını bu ikisine vakfedince insanlar annemi daha az görmeye ve sonunda hiç görmemeye başladılar. Plansız provasız iki geri dönüşü de oldu annemin. Biri 1976'da Richard Lester'in yönettiği "Robin ve Marian" filmiydi. Son olaraksa Steven Spielberg'in "Always" (1989) filminde Hap isimli bir meleği oynadı.
sinema oyunculuğunun yanında akıllılığı ve iyilikseverliği ile tanınan, son yıllarını dünya çocuklarına iyilik yapmaya harcayan, unicef temsilcisi güzel kadından güzel sözler;
- bir yardım eline ihtiyaç duyarsanız, kendi omzunuzdan kolunuza doğru göz gezdirin,dirseğinize ve bileğinize varın, işte orada bir yardım eli bulacaksınız.
- mutsuzluğumuzun neredeyse tümü kendimizi başkalarıyla kıyaslamamızdır.
- çekici dudaklara sahip olmak istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözden başkasını dokundurmayın.
- ideal beden ölçülerine sahip olmak istiyorsanız, yemeğinizi yoksullarla paylaşın.
gregory peck ile çevirdiği roma tatili adlı filmi izledikten sonra oyunculuk nedir sorusuna verebileceğim cevabı bulmuş kişidir. ayrıca bir kadını nasıl bu kadar güzel yaratırsın tanrım, diğer kadınlara haksızlık olmaz mı bu?