Avrupa tarihinde, hatta dünya tarihinde yirminci yüzyıl içerisinde olmuş bütün ihtilallerin, bütün düzen değiştirme girişimlerinin öncülüğünü sanatçılar götürmüşlerdir. Hep sanatçılar bu işin içindedir, bu işi toplumcu bir sanat çerçevesi içinde yapmışlardır. Şu halde ne yapmak gerekiyor? Halk tek başına faal olamıyor. Bunun beyni kim? Aydınlar, sanatçılar ve aydınları halktan koparabilirsen, halk bertaraf edilir.
Bizi kültürsüzleştirmek istiyorlar ve buna razı oluyoruz. Önce seni kültüründen soğutur, onu küçük görmeye alıştırır; ondan sonra da kendine hayran eder ve seni kullanır.
(Nam-ı Diğer Kaptan, sf:256)
- Sanatçı, Türk şiirinin neden okuruna ulaşamadığı hakkındaki görüşlerini ise şu şekilde dile getiriyor:
Batı ülkeleri (gelişmiş dediklerimiz) , şiire ilginin kaybolmasını sanayi toplumundaki sert yaşama biçimine bağlıyorlar. Çıkarlardan, duygulara yer kalmıyormuş ki şiire kalsın. Ayrıca görsel sanatların da gelişmesinin okuma sanatlarını gerilettiği ileri sürülüyor. Bilmem bu gerekçeler, toplumumuz için geçerli sayılabilir mi? Henüz sanayi toplumu sayılmayız., görsel sanatlarımızın da aman aman bi gelişmesi olmadı. Bana sorarsanız halkla şiir arasındaki kopuklukta kabahatin yarısı şairlerin tutturdukları havada. Acaba şöyle anlatabilir miyim?
Türkçe her haliyle somut bir dildir, öteki dillere oranla her şeyini somutça anlatır. Türkçede biz kızdık mı küplere biner, sevindik mi eteklerimiz zil çalar. Ağlarsak iki gözümüz iki çeşmedir, ayrılırsak ciğerimiz yanar. Zaten halk şiiri bütünüyle bu somutluk üzerine kuruluyor. Divan şiiri, her ne kadar soyut bir güzelleme gibi görünse de, imgeleriyle son derece somut ve vurucudur. Oysa epeycedir Türk şairlerinin önemli bir kısmı alafrangalık olsun diye soyut bir şiir geliştiriyorlar. Halk buna alışmamış, alışacağı da yok. Soğumanın bir sebebi bu. Millet sanki kendi şiirini okumuyor, kefere şairlerinden pek de tadına varamadığı çevirileri okuyor.
(1982, Hangi Edebiyat, sf: 335)
- Attila ilhan, dilde sadeleşmeye gitmek maksadıyla, Türkçeden Doğu-islam kültürünün kökenlerini oluşturan Arapça ve Farsça sözcüklerin kazınırcasına atılmasını, yapılan en büyük yanlışlardan biri olarak görüyor. Bunun kültür yozlaşmasına sebep olduğunu ve nasıl önlenebileceğini ise, şu şekilde dile getiriyor:
Batılı çocuklar kendi dillerinden 16.yüzyılda yazılmış bir eseri okuyup anlıyor, ben bile 16.yüzyılda yazılmış Fransızca bir eseri okuyup anlıyorum. Ama kendi dilimden Divan Edebiyatını anlayamıyorum. Milli Eğitim Bakanlığından gelip tedrisatta ne yapmak lazım? diye sordular. Onlara da söyledim. Osmanlıca bütün liselerde mecburi ders olarak okutulmalı. Arapça ve Farsçada ihtiyari olarak okutulmalı. Eğer bu yapılmazsa 20 yıl sonra Türkler geçmişlerinden hiçbir şey okuyamayacak hale gelecekler.
(2004, Yarın Dergisi)
- Attila ilhan Batı kültürünü kendi kültürümüzle sentezlemekten ziyade, Türklerin, Batı özentisi eserler veriyor oluşunu sertçe eleştiriyor ve bunu yozlaşma olarak görüyor.
Sen kendini iyi bir sanatçı sanır ve bu havalarla ortaya kimsenin anlamayacağı, okumayacağı birtakım kitaplar çıkartırsan, bunlar toplumun ne işine yarar?! Yahut böyle resimler yaparsan, bunun sonu, köpeğin kuyruğuna fırça bağlayıp tablo yapmaya kadar gider. Sonra da ne harika renkler, ne uyum, ne güzel diye oturup konuşursun. Çünkü artık hiçbir şey aramaz hale gelmişsindir. Bütün mesele bizdeki bilinç noksanlığıdır. Biz hep inanç üzerine kuruluyuz, feodal mantaliteden hala kopabilmiş değiliz. Üst yapımız budur: Aaa, postmodernizm varmış, hadi postmodernist olalım!
türkiye'nin gördüğü belki de son aydının görüşleridir.
attila ilhan, türk edebiyatı için olduğu kadar(en az o kadar) türkiye'nin sosyolojisi için de değerli, çok değerli bir pınardır. bugün dahi vaktiyle ortaya koyduğu tahlil ve yol haritalarına bağlı kalınarak "aydınlık toplum" için pek çok şey yapılabilir durumdadır.