aşk ve gururun ingiliz yönetmeni Joe Wrightın tarafından çekilmiştir. yönetmenin dekorlar ve kostümlere hasasiyetini bu filmdede belirgin bi şekilde hisediliyor. Konu biraz ağır işlenmiş olsada benim fazlasıyla beyendiğim özelikle 2. bölümdeki savaş sahnelerini çok başarılı bulduğum filmdir.
on yaşındaki bir kız çocuğunun gördüğü şeyi idrak edememesi , sahiden buna kendini inandırması,ortaya attığı utanç verici bir itiraf ve hayatlarına mal olan iki insan..
(ing.) günah çıkarma, özür dileme, gönül alma anlam üçgeninin ağırlık merkezine yakın bir yerdedir efendim.
yabancıların olmadık abidik gubidik hikayelerden güzel* filmler çıkarabilme becerilerinin bir ispatı daha. alakasız gelebilir ama cold mountain'i anımsatan bir film.
ayrıca filmi izlerken ister istemez gelen bir çağrışım da şu: (bkz: indim havuz başına)
altın küre ödüllerinde 5 dalda aday gösterilip en iyi film ödülü de dahil 2 dalda ödülü almış, şahsi fikrimce daha nice ödülleri sonuna kadar hak etmiş, her iyi film gibi eksikleri de olan( süresi gerekenden kısa ve bu yüzden bazı hikaye arası geçişlerin yetersiz ve anlaşılmaz olması mesela), ancak genel olarak yılın en iyilerinden olduğu bence ve herkesçe kabul edilmiş film.
ikinci yarisi daha etkili ve akici olan, en azindan keira icin izlenebilir olan, altin küre ödüllerinde en iyi drama filmi ödülünü alan film. muhtesem diyemem ama güzel film. özellikle adamin onu ispiyonlayan kizi yillar sonra evde görüp de cildirdigi kudurdugu sahne 10 numaraydi.
cok guzel bir film, kim ne derse desin. işlenişi harika, görüntülerde biraz sıkıntı var ama bazı açılar o kadar güzel ki, diğer eksiklikler unutuluveriyor bir anda. konu geçişleri de çok başarılı. kısacası izleyin. 10 üzerinden 8,5.
Keira Knigtley'den hiç hazzetmem bunu baştan belirteyim.
ikinci Dünya Savaşı yıllarında geçen kasvetli bir aşk hikayesi, adı üzerine bir "kefaret" öyküsü. Filmin ilk yarım saati gerek anlatımı gerekse de konunun olağan gelmesinden dolayı canım sıkıldı, beklentim de büyüktü oysa ki. Sonradan güzel toparlandı film, sonları ise gerçekten oldukça etkileyici ve hislendirici idi.
O yılları çok güzel resmetmişler; kıyafetler, mekanlar vs. ile gerçekten döneme yolculuk yaptığımı hissettim.
Konuları ayrı yönlerden ilerlese de, filmi izlerken aklıma Un long dimanche de fiançailles (Kayıp Nişanlı) filmi geldi.
Velhâsıl; IMDB puanını hak eden güzel bir film. Bazı sahneler atlanıp, sevdikler ile güzelce izlenebilir.
--spoiler--
1935 yazının en sıcak gününde, on üç yaşındaki Briony Tallis, ablası Cecilia'nın soyunup yazlık evlerinin bahçesindeki küçük havuza girdiğini görür. Cecilia'nın çocukluk arkadaşı Robbie Turner de kızı gözlemektedir. O gün sona ermeden bu üç gencin hayatı bir daha düzelmemek üzere değişmiş olacaktır. Başkalarına ait sırlara tanık olan Briony, bir suç işleyecek ve bu suçun kefaretini ödemek için ölene kadar çabalayacaktır..
Konu: 1935 yazının en sıcak gününde, on üç yaşındaki Briony Tallis, ablası Cecilia'nın soyunup yazlık evlerinin bahçesindeki küçük havuza girdiğini görür. Tıpkı Cecilia gibi Cambridge'den yeni dönmüş olan çocukluk arkadaşı Robbie Turner de kızı gözlemektedir. O gün sona ermeden bu üç gencin hayatı bir daha düzelmemek üzere değişmiş olacaktır.
Robbie ile Cecilia başlangıçta hayal bile etmedikleri bir sınırı aşacak ve küçük kızın hayal gücünün kurbanı olacaklardı. Başkalarına ait sırlara tanık olan Briony, bir suç işleyecek ve bu suçun kefaretini ödemek için ölene kadar çabalayacaktır...
Booker Ödüllü yazar Ian McEwan'ın en yetkin kitabı olan Kefaret, edebiyat çevrelerinin alkışladığı bir başyapıt. Çocukluğu, aşkı, savaşı, ingiliz toplumunu ve sınıf ayrımını akıcı, etkileyici bir anlatımla sunarken utanç ve bağışlama, kefaret ve günahları hoşgörmenin güçlüğü üzerinde düşünmeye yöneltiyor.