bütün gün arkadaşınızla/sevgilinizle/eşinizle/akrabanızla gülüp eğleniyor, kâh hayatın mezbeleliğinden gem vuruyor, kâh işyerinden/okuldan memnuniyetsizliğinizi dile getiriyor, kâh birini çekiştirip dedikodu yapıyor, kâh bir kafede bir şeyler içip saçma sapan esprilere gülüyorsunuz.
sonra bir karanlığın içine giriyorsunuz. orada size bugün yaptıklarınızın ne kadar anlamsız olduğu yüzünüze tokat gibi vuruluyor. her şey bitip aydınlığa çıktığınızda, omuzlarınızda büyük bir ağırlık, yüreğinizde kocaman bir yumru, dilinizde ağız dolusu küfür ve gözlerinizde biriken yaşlar kalıyor. sadece Sevgi ve edip gibi binlercesinin haykırışları var kulaklarınızda. havanın soğukluğu işlemiyor bedeninize ve yanınızdaki her kimse bir yabancı gibi oluveriyorsunuz. bu kadar bilinmezken ya da göz ardı ediliyorken bu yediğiniz tokat çok acı geliyor. tekrar konuşmaya başlamak, gülüp eğlenmek ne zor. hep susmak ve eve gidip yorgana sarılıp ağlamak... bütün istediğiniz bu.
işte atlıkarınca böyle bir etki yapıyor insan bünyesinde.
mutlaka ve mutlaka izlenmesi gereken bir film. binlerce ailenin, binlerce çocuğun yaşadığı gerçekliği sizde yüreğinizde yaşayacaksınız.
bir turgut uyar şiiri.
evet ama, o kadar değil.
bana, anlatmadığı şeyleri anlatıyor.
"önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim"
bir insan utanınca terler. terli bir ele dokunmak güç iştir. biri sever sizi, ellerinize dokunmak ister. ıslaktır avuçlarının içi. hem ıslaklığa alışmanız gerekir, hem sevilmeye. hem alışırsınız avuçlarının içindeki sıcaklığa, hem de sevmeye.
şiir böyle başlar, ve sevişilir sonra. bir küslük, bir dargınlık bir şey yaşanır işte ve rakı içip kafayı dağıtmak yerine, terlemiş göğsün içinde bir yerlerdeki ruhu ferahlatmak adına feda edilir iki düğme...
hem de sen, en terbiyeli gömlek giyen adamsındır, dibine kadar iliklidir düğmeler...
ruh belki içkiyle değil de, iki düğmeyle kafa buluyordur işte. bilinmez, ormana gidip bir şeylerin olacağına dair inançla, öylece oturmak gerekir.
öylece oturmak, bazen ne güçtür.
"bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
dedim ki en iyisi kucağında dursun"
bir arada mı kalalım, yoksa ayrı ayrı mı olalım? yaşadığımız güzel şeyler var, onlarla mı yaşayalım; yoksa ellerimin nerede duracağını mı düşüneyim yanındayken?
insan bazen ne yapsa olmuyor işte kendiyle oldukça.
gideyim, aya gideyim istiyorum bazen. ay belki iyi gelir. dünyanın hayrına inanmadığım oluyor, ayda hem kazara kafamı uzatsam, intihar da etmeden kendimi öldürmüş sayılırım.
"yabancılığın daha alımlıydı belki"
işte, hem sevmemiş olurduk birbirimizi hem de öldürmemiş.
ne güzel sıfır olurduk ama, eksilerle yapamıyorsak.
"kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim"
insan öyle anlar yaşıyor ki, kızmadığı şeylerle kafayı yiyor.
hem turgut iki kadehle sarhoş olacak değildir. sarhoşluğu başka, kızgınlığı başka.
"gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum"
öyle güzel dertler var ki hayatta, trafikte kalmak gibi;
öyle özel olmayan dertler var ki hayatta, ayakta yolculuk yapmak gibi;
öyle olsun istenen dertler var ki hayatta, işe geç kalmak gibi;
insan istiyor bazen, öyle dertlerle daha çok yaşamayı.
Akşam akşam açıp izlediğime izleyecegime pişman oldugum ruhumu ezen film. Film iyi güzel de konu çok üzücü be. Dramlı Belgesel tadında birşey izledim. izleyin ama hayatatin adaletine kufretmeye hazırlıklı olarak.
Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı.
önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim
dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
etleri var beyaz, gergin sıcaklığı var öp öp ısın
karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış rakıları
düşündüm göğsümden iki düğme çözdüm
gittim bir ormanı dört ucundan tutuşturdum geldim
burada bana göre bir şeyler vardı
oturdum
bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
dedim ki en iyisi kucağında dursun
şu kravatımı çiviye as gel
sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim
sarı pirinçten pırıltılı koşumlarını düşünelim
bir zamanlar bilerek unuttugum 'küçük deniz sokağı'nı
denizi odun depolarını demli çayları
ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nasılsın
kolların çıplak değildi ama hiç de zararı yoktu
bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam
elimden gelmiyordu
tanıyordum elimden gelmiyordu
yoksa ne guzel aldanacaktım
yabancılığın daha alımlıydı belki
ama seni bir ormanda yakalasaydım
ilk günlerin ilk çiçeklerin tadında
kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim
sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
böylesi daha yakışıyor bildiklerime
gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
işte tam böyle istiyorum.
istanbul film festivalinin ulusal yarışma bölümünde yer alan filmdir. ensest ilişkileri konu alması bakımından zor gözüken bir filmdir. gidilmesi icab edilir.
sercan badur ve nergis öztürk yeter de artar kadroya. 18 martta sinemalarda görebileceğimiz filmdir. dört gözle bekliyorum açıkçası.
--spoiler--
erdem, sevil ve çocukları edip ve sevginin küçük bir kasabada süren yaşamları, sevilin annesinin felç geçirmesi sonucu istanbula taşınmalarıyla değişmeye başlar.
aradan geçen on yıl içinde edip yatılı okula gitmiş ve evden uzaklaşmış, erdem ise hala her zaman ulaşmak istediği iyi bir yazar olma hayalinin peşindedir.
sevginin ani bir şekilde değişen tavırlarını, içine kapanmasını ve mutsuzluğunu fark eden sevil evde yaşanan bazı olayları sorgular ve kapalı kapılar ardındaki karanlık sırrı keşfeder.
söylenemeyenler, çocuklukta açılan yaralar, suskunluklar bir gün çatlaktan sızmaya başlayınca oluşturduğu girdap da bütün aileyi paramparça eder.
erdemin beklenmedik ölümü bu cehennemden kurtulmaları için yeterli olacak mıdır? yoksa ailenin her üyesi hayatları boyunca tek başlarına taşımak zorunda kalacakları gerçeklerle baş başa mı kalacaklardır?
--spoiler--
ilksen başarır ve mert fırat'ın senaryosunu üstlendiği film. ikili filmi kurgularken, çok detaycı ve titiz davranmış. ayrıca sessiz çığlık nedir, buram buram görmek mümkün filmde. yaz günü içimi darlatsa da, hakettiği ilgiyi göremeyen filmlerden.
son olarak; mert fırat'ın seslendirdiği o güzel şiir.