iki zıttın birbiri ile bir olma, birbirinde yok olma hikayesinin ikinci bölümüdür.
Sabahın, gecenin, çalışmanın, insanların mutsuzluk verdiği günlerden sadece bir tanesiydi. sonu gelmez monotonluk ve üzerden atılamayan dibe vurmuşluk sıradan bir insanın
yaşamını ne kadar berbat edebilirse işte o kadar dipteydi adam. Masasının üzerinde duran bardağa bakarken aylar öncesini düşündü. Tebessüm etti farkında olmadan
hatıralarını gözünün önüne getirdiğinde. Bir kadeh kıvrımında rakseden parmaklarını, sıcaktan yok olan vücudunu anımsadı. Hep böyle yapardı mutlu olabilmek için.
*
Telefon titreşimiyle irkildi. Durdu ve bekledi. Sadece bir mesajdı. Zamanların en güzelinde telefonu her eline aldığında okumak için heyecanlandığı,kimi zaman bir
iltifat kimi zaman bir itiraf ya da sadece birkaç nokta barındıran, şimdilerde ise önemsiz şehrin önemsiz mağazalarından gelen mesajlardan birisiydi. Tuş kilidini açtı,
zihnine pıranga vuran o telefon numarasını ekranda görünce beton kesti kolları. "Bu akşam 8'de, bu evdesin..." Beklediği kavuşma anına bu kadar yakındı demek. Bu bir oyun
olamazdı. Hayatına da böyle aniden girmiş ve çıkışı kaybeden yolcular gibi ondan mahsur kalmıştı. Mahsur bırakmıştı. Hemen saatine baktı. Önünde bitmek bilmeyecek,
her kilometresinde bin bir fikre dalacağı yollar ve dört koca atmış dakika vardı. Apar topar attı kendini dışarı. Bol dikimli kahverengi hırkasını ve göz kalemini
alabildi yanına. Bir de varlığını unuttuğu en sıcak duygularını. Gideceği yeri biliyordu. Şehirdeki o küçük kitapçıya girdi, bir balya teksir kağıdı ve kırmızı bir kalemle
ayrıldı dükkandan. Yazılması gereken çok şey kalmıştı geride, yazması gereken. Sadece mesafeler vardı aralarında, o da bitmeye mecburdu.
*
Ezberden okuduğu bir şiir gidebilmişti evinin aşağısındaki rampaya kadar. Apartmanı görünce tanımıştı evi. Daha önce bir yabancı gibi kadın onu buradan geçirmiş ve
evi göstermişti olur da bir gün gelebilrsin diye sonuna ekleyerek. Gün gelmişti artık. Dakikti her ikisi de. Saatin 8 olmasına daha yıllar vardı,yollar bittikten sonra.
Neyi beklediğini bilmeden erkek, evrenin en olması gereken yerine metreler uzakta bir arabanın direksiyonunda yalnızlığıyla cebelleşiyor, çift iken tek olabilmenin
ihtimaliyle kaynayan kanını yatıştırmaya çalışıyordu. Neyi bekliyordu? ilahi bir haberi mi, freni boşalan bir kamyonun altında kalmayı mı? Çalan telefon gerekli sorulara
en uygun yanıttı. "Üçüncü kat, 14 numara." Sesi dalgalar kadar yumuşaktı yine. içinde barındırdığı emir tonuyla. Hükmetmek istediği bir dünyaya çağırıyordu adamı.
Beraber hüküm sürecekleri kocaman, yalın bir dünyaya. Adam kendinden isteneni yapmak için indi arabadan. Ömründe ilk defa bir yokuş onu bu kadar yormuştu. Artık
adımlarını daha emin atıyor, gözünün ucuyla da apartmana bakarak tahmini hesaplara dalıyordu. çıkabileceği merdiven sayısına kadar. 14 numara sağda mıydı yoksa solda mı?
Şu an ne haldeydi? Kahve kokusuyla evi bezemiş miydi? Dış kapıyı yavaşça açtı, içeri girdikten sonra aldığı nefesi bırakırken aydınlanan ışık ona yolu gösteriyor,
bereketli coğrafyaları keşfetmesi için onu teşvik ediyordu. Bu taştan yapı her ne kadar eski ve bakımsız olsa da mercanlarla dolu berrak bir deniz gibi görünüyordu adama.
Sağ ayağını kaldırıp yavaşça merdivenin ilk basamağına koydu. Minik taşların rastgele şerpiştirildiği bu özensiz merdiven basamakları kendi hayatından çıkmış birer
parçaydı. Birbirine çok yakın ama asla dipdibe olamayan rengarenk taşlar gibi insanlar arasında ama tek başına kalmıştı her zaman. Dumur olma durumuyla durdu. Kendine
sordu. Doğru muydu? Cevabi da buldu: Eğer söndüremiyorsan içindeki koru. Tek eliyle güç aldığı merdiven demirleri sanki ölümden korumak istiyormuş gibi bir hal alırken
diğer elinde taşıdığı kırmızı kalem ve kağıtlar son derece basit şeyler söyluyordu: çabuk yukarı çık ve ona kavuş. Beynine doğru yükselen sıcaklıkla adımlarını
hızlandırdı. Elleri titremeye başladı, dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu. 3. kat 14 numara. Kapının dibindeydi. Artık sadece çelik bir yapı kalmıştı aralarında,
varlığını bu koca kapının içinden geçerek hissedebiliyordu. işaret parmağını katladı, çok sessiz bir tık çıkardı siyah, parlak kapının yüzeyinden. Saliseler içinde
kapı açıldı. Vücudunu kapının ardına saklayarak buyur etti onu kadın. Hiç kıpırdamadan içeri girmişti, sessiz adam. Kapı kilidinin yerine oturmasıyla her şey hazırdı.
Yalnızca birbirlerine baktılar. Gözlerinin içinden bütün bir varlık alemini görebiliyorlardı, geçmişlerini görebiliyorlardı. Kadın adamın elini sımsıkı sardı, her bir
parmağına tek tek dokunarak. Çok uysalca içeri doğru meyletti kadın. Adam sanki bir akıntıya kapılmış dal parçası gibi sürükleniyordu. Çekim yasasına inanmıştı. Bizzat
yaşayarak. Salona geçtiler. Hep burayı düşlemişti erkek. Evde ilk dikkat çeken şey kahve kokusuydu. Sonrasında ise gayet yalın mobilyalarla düzenlenmiş olması.
Kalabalığı sevmiyordu kadın, sırtını kanepe dayayıp oturmak en büyük hazlardan birisiydi onun için. Perdelerin hiç çekilmemiş olması bir başkaldırıydı çevreye,
zorunluluklara. Oturdular. Kanepeye değil, hemen önündeki kilimin üzerine. Kadın her daim olduğu gibi bakımlıydı. Saçları uzamıştı. Kıvır kıvır, parlak bir tutam cennet gibi
ben buradayım diyordu.Gözlerinden hiç eksik etmediği siyah makyajı daha da belirgindi. Dudağına ruj sürmemişti. Çünkü birazdan belki de yaşamın en güzel renklerinden
birisiyle donatacaktı onları. Panik yoktu gözlerinde. Yaşayacağı mutluluğu bilerek ertelemenin verdiği tarifi imkansız zevk yüzünden okunabiliyordu. Kendini tutmasa
kahkahalar atabilirdi. Üzerine yakası geniş koyu kırmızı dar bir badi giymişti. Pürüssüz teninin en etkileyici kıvrımlarını sergilemek istiyordu erkeğe. Omzundan içine
giydiği sütyenin askısı isyan ediyor, parçalanmayı bekleyen zincirler gibi sesini duyurmaya çalışıyordu. Mordu. Altında gri renkte, yanları beyaz uzun şeritli rahat bir
eşofman vardı. Evdeki tüm sıcaklık ve samimiyeti kıyafetlerine yansıtmak istemişti. Bu haliyle tam bir ateş olup suları yok etmek ister durumdaydı. Başarmıştı.
Erkek şuurunu kaybetmişti. Hipnoz kadar etkiliydi kadın. Dakikalarca birbirlerine dokundular. Hissettiler. Adam aralarında olmayan mesafeyi ufak bir kımıldamayla
ortadan kaldırmıştı. yüzyıllar öncesinden adı konulan büyünün son iki parçası gibi birbirlerine hasretle sarılan bir çift dudak vardı önce. Med cezirler yarattılar.
"Dudağın yanakla birleştiği kısım, göğüslerin arası ve üst bacağın iç kısmındaki yumuşak kısım" demişti erkek gülerek en sevdiği yerleri anlatırken. şimdilik bir tanesiyle hasret
gideriyordu. Saçlarından kadını tuttu ve geri doğru başını çekti. Dudaklarına hiç olmadığı kadar istekle uzattı dudaklarını. Dişlerinin arasından akıp gitmesine yavaşça
izin verdi. Derinden bir "ahh" duydu adam. Kulaklarının varlığına ilk kez bu kadar sevindi. Yavaşça çenesine indi kadının. Islak uzun öpücüklerle boynundaki ıtırı çekti
ciğerlerinin yaşamından habersiz hücrelerine. Sarhoşluğu öğreniyordu adam. "Gel benimle" dedi kadın adamın başını göğüs arasından çekip kendi dudaklarına yeniden devet
ederken. Bu sözü duyduğu son günü hatırladı otel odasında. Terlediler. Önce adam ayağa kalktı, kadının elinden tutarak kalkmasına yardım etti. Adamın elini tuttu kadın
aralarında bir beden mesafesiyle yürürken. Uzun koridor boyunca adamın söyleyebildiği tek cümle şuydu: "seni yürürken arkandan izlemek bir zevk." Açık duran kapının
önünde kadın kendini adama teslim etti.Vücudunu arkasındaki adama bırakıp gitmek ister gibiydi. Ardında bekleyen adamı tutup çekti kendine. Adam ellerini sardı önce
kadının vücuduna. Kadının kalçasındaki sertlik en vahşi dürtülerin can bulmasının kanıtıydı. Kadın kalçasını sertliğe bıraktı. Yapbozun parçaları birbirini hemen
tanımıştı. Adam sol elini kadının göğüslerine doğru çıkarırken sağ eliyse karnından bacak aralarına doğru bir tatlı meyilde akıyordu. Kadının kulak memesini
dudaklarının arasına aldı adam. ve sıcak nefesini bıraktı boynundan aşağı doğru. Kadın adamın boynuna sardığı elini geri çekti ve gözlerinde parlayan ışıkla adama döndü.
Geriye doğru birkaç küçük adımla yatağın kenarına getirdi adamı ve bir hamlede üzerindeki beyaz bol sweeti çıkardı. Görmeyeli kilo almıştı adam, kadının istediği gibi.
Ayıramadığı dudaklarını çekmek zorunda kaldı pantolonunu çıkarırken. Kemerini çıkarıp odanın bir ucuna fırlattı, pantolonu indirdi yer yüzünün derinliklerine. Boxer
engellerden en kolay olanıydı. Layıkını buldu o da kemerin yanına doğru fırlatılırken. Erkeğin sertliği kadının ıslak dudaklarıyla buluştuğunda artık bu dünyada değillerdi.
tıpkı önlerindeki birkaç dakika boyunca olacağı gibi. Göz bebekleri yok olacak kadar haz içine düşen adam başını aşağıda gördüğü muazzam esere çevirdi. Bir tutam cennet tam kasıklarının
önünde can veriyordu bedenine. Kadını yavaşça tuttu adam "Ayağa kalk canım" dedi. Kadın komutlarını vermesine birkaç hamle kala adamın isteklerini geri çevirmemekte kararlıydı.
Adam kırmızı badiyi yavaşça sıyırdı, akabinde mor sütyenin kopçası ellerindeydi. Çıkarıp sadece bıraktı. Ayaklarının dibine düşmesini izlediler. Adamın dudakları oval
santimetreler üzerinde gezinirken kadının göğüs uçları yer çekimine paralel bir diklik içinde üzerindeki misafire kendini sunuyordu. Kadın uzun bacak boyunun üzerinde kıyafet
olmadan çok güzeldi. Şimdi olduğu gibi. Önce avuçları gezdi buralarda, parmak uçları. Kadın uzandı yatağa altındaki mor külotuyla. Adamda mıknatısın zıt kutbu olarak
üzerine çıktı. Boynundan kasıklarına kadar öpücüklerle donattığı bu nazenin bedene hiçbir kıyafet yakışmıyordu. iki işaret ve orta parmaklarıyla çekti ayaklarından
dışarı kadar mor, son parçayı. Kokusunu aldığı her zerresi yaşamına süre kazandıran bu can, kıymetlerin içinde tepede yer alıyordu. Ellerini geçirirken kadının ellerine
kasıklarının birleşmesi için pek birşey yapmasına gerek kalmıyordu ki kadın " dur" dedi adama. Bu sefer rollari değiştiler ve adam sırt üstü uzandı yatağa. Kadın
komodinin üst çekmecesinden iki uzun, parlak bez çıkardı. Adamın bileklerini sırayla kavradı ve attığı düğümlerle onu sadece yatağa değil, hayata da bağlıyordu.
Kadın ayağını adamın diğer yanına attı, kalçasını hep hayalinde yaptığı gibi sertçe başka bir sertliğin üzerine getirdi. Kendini elleri bağlı adamın üzerine doğru
bırakırken yavaşça ileri geri hareket ediyordu, göğüsleri adamın dudaklarında varlık mücadelesi verirken. bu yaşanabilecek zevklerin en güzeli ve zoruydu erkek için.
Dokunmadan durmak. Dudaklar birbirini kenetlemişken verilen en ilkel tepkiler birbirlerinin vücutlarında yankı buluyor, nefeslerini tüm boşlukları doldurmak istercesine
içlerine çekiyorlardı. Yanıyordu ateş, yok oluyordu su. Durmadan dakikaların peşi sıra yok oldular. Kadın ellerini açarak adamın göğsüne bastırdı, başını arkaya savurdu
dipleri ıslanan saçları yüzünde muhtelif yerlere yapışırken. Durdu kadın ve soluklandı. Adamın ellerini çözdü, kucağında otururken ellerini arkasında birleştirdi.
küçük bir mola almalıydılar. Soluklandılar birbirlerinin dudaklarından. Kadın demin adamın ellerini bağladığı yatağın başına kendi parmaklarını geçirdi, arkasını
adama döndü. Araladığı bacaklarının arasında varlığını bilmek istediği tek şey içindeydi. Dokundu adam kadının kalçalarına, bel çukuruna. Tanriya şükretti yarattıkları
için. Kıvırcık saçlarına parmaklarını dolayarak kendine çekti kadınını. Diğer eliyle boynundan göğsüne kadar gidebilmiş ve orada hüküm sürmeye karar vermişti.
Avuçlarındaydı. içindeydi. Yaşayan hiçbir canlıdan çekinmeyerek dışa vurdukları seslerle üstüste yatağa serildiler. Kadın üzerinde ve içindeki bu sıcaklıkla yumdu gözlerini.
Adam yanına kıvrıldı kadının. Sırtını kendi göğsüne dayadı, kalp atışlarının normale inmesini bekliyordu her ikisi de. Saçlarıyla oynadı kadının. içine çekti her tanesini.
Zaman bitmişti, mekan kaybolmuştu, varlık tükenmişti. Sadece odayı kaplayan ısıdan haberdardılar. Ve uyudular. Ölürcesine.
*
Hiçbir soru sormadı adam kadına, kadın da açıklama yapmadı her zaman olduğu gibi. "Keşke sabaha çalan gece karanlığında uyandırmak zorunda olmasaydım seni" dedi kadın
göz pınarlarında akmakla durmak arasında mücadele eden damlacıklarla. Ağlamak yoktu. Adam gitmesi gerektiğini biliyordu. Gitti de. Sadece görünmeyen ancak kadının
hissedebildiği ayak izleri, kaybolmayan kokusu, duvarlara yansıyan gölgesi, kadının bedeninde bıraktığı izler kaldı geriye. Bir de portmantoda bıraktığı kalem
ve kağıt elbet. Daha yazılası çok hikaye vardı.