Türkiyede üç kesim gerçek Atatürkü, yani Atatürkü olduğu gibi anlamamıza engel oldu. Bunların bir kesimi Atatürkçü geçinerek, kendi kafalarında ürettikleri bir başka Atatürke sahiplendiler. Milletimizin önüne işte Atatürk budur diyerek çıktılar. Bunların anlattığı ve dayattıkları Atatürk, soyca Türk olmayan bir aileden gelen, dinsiz, ateist çizgide inançsız, ayyaş, militarist, diktatör, en yakın arkadaşlarını bile öldürtmekten çekinmeyen gözü dönmüş katil şeklindedir. Son yıllara kadar medya, sinema, tiyatro, müzik, moda sektörlerinde tek egemen olan bu kesim mensupları genellikle Türk kimliği bakımından etnik problemleri olan ve ideolojik bakımdan da Marksist - Liberal çizgide bulunanlardan oluşmaktadır. Bu grupta yer alanlar aynı zamanda Türk milli kültür değerlerine uzak dururlar ve din/islâm karşıtıdırlar. Bunlar, kendi ideolojik görüşlerini ve tarihsel sayıklamalarını Atatürke giydirerek pazarladılar. Atatürkün üzerinden islâm/din konusunda yüzeysel, sıradan, çarpık ve maksatlı düşüncelerini yaymaya çalıştılar.
ikinci kesim ise baştan beri Atatürke, düşüncelerine ve onun eserine karşı olan, ideolojik bakımdan kendilerini islâmcı-Muhafazakar diye tanımlayan kesimdir. Esasında bunlar; ağırlıklı olarak gerçek Muhammedî islâmın (Hazreti Muhammedin insanlığa tebliğ ettiği islâmı) değil; Prof. Dr. Nadim Macitin ifadesiyle birilerinin, küresel güçlerin politikaları ve stratejik çıkarları doğrultusunda üretilen, Osmanlı Devletinin çöküşünde ingiliz destekli Teali islâm Cemiyetinin, günümüzde ise ayarlı islâmın (Moderate islâm) sözcüleridir. inanç değerlerini, kültürel kıymetlerini kendi var oluşlarının dışında gördükleri için tarih dışı, lafızcı, şekilci din müntesipleridir. Bu grupta yer alanlar diğerlerinin tersine dini/islâmı referans aldıklarını ifade etmelerine rağmen, gerçekte din/islâm üzerinden ve dini/islâmî değerler ve semboller üzerinden siyaset yapanlardır. Bunlar, Atatürkün çağdaşlaşma faaliyetleri ile birlikte yeraltına inmiş, çok partili hayatla birlikte tekrar yerüstüne çıkmış ve son yıllarda diğer kesimin egemenliğindeki bazı alanları da ele geçirmişlerdir. Bu ikinci kesim mensuplarının Türk milletine anlattıkları Atatürk de annesi genelev kadını, neseb-i gayri sahih, dinsiz, imansız, ayyaş, uçkuruna düşkün, zalim bir diktatör, deccal, paraya düşkün şeklindedir.
Bu iki kesimin Atatürk ve Atatürkçülük konusundaki yaklaşımları birbirlerine ters imiş gibi görünse de; yani bir kesim Atatürkçü, diğer kesim de Atatürk karşıtı/düşmanı gibi görünse de esasında bunlar daima birbirlerini beslemişler ve birbirlerini büyütmüşlerdir. Yani birinin varlığı, söylemleri ve eylemleri diğerinin de varlık nedeni olmuştur. Zıt gibi görünen bu iki kesim, tersinden birbirine komşudurlar. Tarihi, siyasi ve fikri duruşları farklı gibi gözükse de aynı amaca hizmet etmektedirler.
Üçüncü kesim ise Atatürk tacirleridir, Atatürkü bir geçim aracı haline getirenlerdir. Kapitalizmin değer tanımayan, çürüten, tüketen çarpık hayat tarzını benimseyen bu kesim mensupları diğer iki kesimin ürettiği sanal Atatürk ve Atatürkçülüğü içeride ve dışarıda pazarlayarak keselerini doldurmuşlar ve doldurmaya da devam etmektedirler. Hiçbir etik ve bilimsel kurala uymayan Atatürk tacirlerinin tek dertleri paralarına para katmak olmuş, Türk milletinin Atatürk sevgisini yıllarca acımasızca sömürmüşlerdir. Bazen bir belgeselci bazen bir filmci bazen de yazar olarak karşımıza çıkan bu tacirler, Atatürk üzerinden dolarlarına dolar katmışlardır.
Türk milleti bu üç kesimin dayatmaları arasına sıkıştırılmış ve kendi öz evladını tanımaktan uzak kalmıştır. Bunların elinde Atatürk zamanla törensel bir meta haline getirilmiş, Onun büstlerini dikerek, On Kasımlarda selam durup, ağlayarak Atatürkçü olacağımız zannedilmiştir. Çocuklarımıza yıllarca Atatürk çocukluğunda dayısının tarlalarından kargaları nasıl kovaladıysa; yurttan işgalci düşmanları da kargalar gibi kovaladığı anlatılmıştır. Mesela, cenaze namazının kılınıp kılınmadığını veya annesinin ikinci evliliğini anlatmak; Atatürkün bir insan olarak manevi dünyasının nasıl olduğunu belgelerle ve anılarla ortaya koymak kimsenin aklına gelmemiş; bu konular kargalar kadar ilgi görmemiştir!
Belirtilen kesimler yıllarca hem yavuz hırsız hem de ev sahibi rolü oynamışlardır. Bir taraftan millete gerçek olmayan bir Atatürk ile içi boşaltılmış bir Atatürkçülük anlatılmış; bir taraftan da resmi ideoloji gerçekleri saklıyor denilerek devlet suçlanmıştır. Çelişkili vizyona dayanan bu yöntemin tarafları bazen millet değerleri adına Atatürke karşı çıktıklarını söylemiş; bu yöntem eskiyince Cumhuriyetin batıcı olduğu ileri sürülerek devleti bağımlılıktan kurtarmak gerektiği yalanı ortaya atılmıştır. Herhangi bir zeminde ve siyasi alanda etkin olunca da reddettiklerini özgürlüğün ve kurtuluşun temeli ve esası olarak sunma yolunu tercih etmişlerdir.
Sözün özü, hem sözde Atatürkçüler hem de Atatürk karşıtları dünyadaki siyasi ve ideolojik gelişmelere bağlı olarak kurgulanmış, sanal, hayali bir Atatürk yaratmışlar ve küresel egemen gücün ideolojik değerlerini Atatürkçülük olarak pazarlamışlar; Atatürkü, düşüncelerini ve eserini, Türk milletinden saklamışlardır. Yarattıkları sanal Atatürkü ve Atatürkçülüğü de Türk milletinin benimsemesini istemişlerdir. Halbuki, gerçekte ne Gazi Mustafa Kemal Atatürk bunların anlattığı gibi birisidir; ne bunların anlattığı Atatürkü Türk milletinin benimsemesi mümkündür.
Biz, bir dizi yazı ile son yirmi yıldır Atatürkün özgeçmişi ve özel hayatı hakkında arşivlere dayalı olarak yaptığımız bilimsel çalışmaların sonuçlarını ana hatları ile haberiniz. com okuyucuları ile paylaşacağız. Okuyucular bu yazılarda Atatürke atılan iftiraları, yalanları, uydurmaları ve bunların cevaplarını bulacaklar. inanıyoruz ki, Türk Milleti, tarih boyunca Türklük ile ilgili en güzel ve en derin sözleri söylemiş bulunan ve Türk Milliyetçiliği fikir sistemi üzerinde yükselen yeni bir Türk Devletini kuran Büyük Atatürkü daha yakından tanıma fırsatı bulacaklardır.
Burada bazı temel tespitleri yaparak konuya girmemizde fayda vardır.
1. Bugün bilim adamı olarak, akademisyen olarak M. Kemal Atatürkün özel yaşamı hakkında bilmediğimiz bir konu yoktur. Genel çerçeve tamamlanmıştır. Yeni bulunan veya bulunacak belgeler bazı eksik bilgileri tamamlayacaktır.
2. Gayretimiz, Atatürkü büyütmek veya bir başkasını küçültmek değildir. Tarihi gerçeklikleri, bu arada Atatürkü olduğu gibi insanımıza anlatmaktır.
3. Atatürk karşıtları/düşmanları ile şimdiye kadar yapıla geldiği gibi sadece hukuki mücadele ile yetinmek yeterli değildir. Bunun yeterli olduğunu zannetmek en büyük gaflettir. Bu elbette yapılmalıdır. Fakat esas mücadele fikri zeminde yürütülmelidir. Atatürke şu veya bu şekilde saldıran birisini Atatürkü Koruma Kanunu kapsamında yargılayıp cezalandırmakla iş bitmiyor. Esasen bundan daha önemli olarak böyle kimselerin düşünceleriyle mücadele edilmelidir. Yani doğrular eğitim sistemi ve medya aracılığı ile halkımıza anlatılmalıdır.
4. Atatürk törensel bir meta olmaktan çıkartılmalı, önce insani boyutuyla anlatılmalı, sonra düşünceleri ve eserleri onun üzerine bina edilmelidir. En büyük diye başlayan ve bir heyula yaratan, temelsiz ve desteksiz Atatürk imajına son verilmelidir. Onun da bizim gibi bir insan olduğu, fakat vasat insanlara göre yetenekleri ve üstünlükleri olan bir deha olduğu aşama aşama işlenmelidir.
5. Bugünkü orta halli bir Müslüman Türk ailesi ve onların çocukları hangi milli manevi değerlere dayanıyorsa; içinden çıktığı ailenin soyu, dayandığı kültürel ve manevi ortam, aldığı eğitim ve özel hayatı itibarıyla Atatürk de aynı milli ve manevi değerlere dayanmaktaydı. Dolayısı ile Türk Milletini millet yapan değerlerle bütünleşmiş bir Atatürk gerçeği vardır ve bu millete bu Atatürk anlatılmalıdır.
Hayatta Tek Övüncüm ve Servetim Türklüğümdür Diyen M. Kemalin Ailesi
Geniş anlamda Atatürkün soyu, dar anlamda Atatürk ve ailesinin Türklüğü konusunda yukarıda bahsettiğimiz çevreler çok fazla asılsız iddia ortaya atmışlardır. Onun ve ailesinin etnik kimliği konusunda Türklükten başka her şeyi ona izafe etmişlerdir. Anlaşılmaktadır ki, bu kesimleri rahatsız eden şey Atatürkün Türk kimliği ve Türk milletinin orta kesimine mensup bir aileden geliyor oluşudur.
A
tatürkün Arnavut, Sırp veya Balkan Slavlarından olduğunu, ailesinin Türkçeyi Rumelide yaşayan Türklerden sonradan öğrendiklerini yazanlar (Andrew Mango); ilk öğretmeni Şemsi Efendinin Sabatayist/Dönme olduğu için ve bu okula sadece Sabatayist/Dönme ailelerinin çocuklarının gidebildiğinden hareketle onun Sabatayist/Dönme olduğunu anlatanlar (Ilgaz Zorlu); yine babası Ali Rızanın Efendi lakabını taşımasından dolayı ve bu lakabı genellikle Sabatayistlerin/Dönmelerin taşıdığından dem vurarak onun ve ailesinin Sabatayist/Dönme olduğu imasında bulunanlar (Soner Yalçın) *
Mustafa Kemal Atatürk, değişik araştırmalarımızda da ortaya konulduğu gibi, hem baba hem de anne tarafından Türktür. Eldeki bütün belgeler ve bilgiler bu konuda hiçbir tereddüde yer bırakmayacak kadar açıktır. Hem ailesinde, hem de kendi şahsında muazzam bir Türklük bilinci vardır. Atatürk, hayatı boyunca Türklük bilincinin farkında olmuş, Türk tarihi boyunca gelmiş geçmiş bütün Türk devlet adamları içinde Türklükle ilgili en güzel sözleri kendisi söylemiş; Türk yaratılmaktan, Türk milletinin bir mensubu olmaktan daima gurur duymuştur.
Hayatta yegâne övüncünün ve servetinin Türklük olduğunu söyleyen Mustafa Kemal Atatürk; hangi asil aileye mensup olduğu sorusuna, Avrupa Hun imparatoru Attila gibi asil bir milletin evladı olduğunu söyleyerek cevap vermiş; bir başka vesile ile de bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz demiştir.
Baba Ali Rıza Efendi (Selanik, 1839 Selanik, 28 Kasım 1893)
Ali
Rıza Efendinin ailesi Rumelinin fethinden sonra bölgenin Türkleştirilmesi için Anadoludan (Konya/Karaman civarından) göçürülerek bugünkü Makedonya Cumhuriyetinin Debre şehrine bağlı Kocacık nahiyesine yerleştirilen Kızıl Oğuz/Kocacık Yörükleri / Türkmenlerinden gelmektedir. Dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi ile onun kardeşi Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi 1800lü yılların başında o dönemde yine bir Türk toprağı olan Selanike göç etmişlerdir. Ali Rıza Efendinin annesi Ayşe Hanımdır. Kızıl Hafız Ahmet Efendi ile Ayşe Hanımın evliliğinden dört çocuk olmuştur: Mustafa (bebek iken beşikten düşerek vefat etti, ismi Kemal Atatürke verildi), Hatice, Nimeti ve Ali Rıza Efendi. Ali Rıza Efendinin annesi Ayşe Hanım kocasının ölümünden sonra Halil Efendi ile ikinci bir evlilik yaptı. Bu evlilikten de Emine (Zübeyde Hanımdan 3 ay sonra Nisan 1923te istanbulda vefat etti) isminde bir çocuk olmuştur. Yani Ali Rıza Efendinin dört kardeşi vardı.
Atatürkün baba soyu, büyük amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi tarafından devam etmiş ve günümüzde kadar ulaşmıştır. Bunun oğlu Salih Efendi ve ikinci eşi Müberra Hanımdan devam eden aile, torunlarla yedinci kuşağa ulaşmış bulunuyor. Belgelerden Atatürkün Müberra Hanıma Yenge şeklinde hitap ettiğini biliyoruz. Bunların beş çocuğundan birisi olan Necati Erbatur, 28 Eylül 1927de Dolmabahçe Sarayında nişanlanmış; diğer çocukları Vüsat Erbaturun kızı Nesrin Hanım ile Feridun Söğütligilin nikâhları 2 Ekim 1937de Park Otelde yapılmış ve Atatürk bu nikâh törenine katılmıştır.
Atatürkün babası Ali Rıza Efendi, Selanikte 1839 yılında doğdu. Selanikte Abdi Hafız Mektebinde okumuş, Vakıflar idaresine kâtip olarak girmiş, Gümrük Memurluğu görevlerinde bulunmuş ve son olarak ticaretle meşgul olmuştur. Ticari faaliyetleri başarısızlıkla sonuçlanan Ali Rıza Efendi, bu olaydan çok etkilenmiş ve büyük bir moral çöküntüsü içinde hayata küsmüş ve kaynaklarda barsak veremi olarak geçen bir hastalığa yakalanmış, yaklaşık üç yıl hastalıkla uğraştıktan sonra 28 Kasım 1893te vefat etmiştir.
Mustafa Kemalin sonraki yıllara ait bir notundan anlaşıldığına göre Ali Rıza Efendi, Selanikte Atatürkün doğduğu evin de bulunduğu Koca Kasım Paşa Mahallesindeki Hortacı Baba (Süleyman) Camisi haziresine gömülmüştür.
Memuriyeti bırakarak, kereste ticaretine başlayan Ali Rıza Efendi, bu işi sırasında haraç isteyen çetelere boyun eğmeyerek onlarla çatışmayı göze alabilecek yapıda cesur bir insandı. Yine işini bırakmak pahasına onların istediği haracı vermeyecek kadar da dürüst bir insandı. Oğlu Mustafaya adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çare yoktur diyen Ali Rıza Efendi, geniş görüşlü, modern düşünceli, yeniliklere açık aydın bir insandı. Mustafayı Mahalle Mektebinden alarak, çağdaş bir eğitim kurumu olan Şemsi Efendi Okuluna vermesi de, onun yenilikçi, parlak kişiliğini göstermektedir.
Anne Zübeyde Hanım (Selanik, 1857 izmir/Karşıyaka, 15 Ocak 1923)
Zübeyde Hanımın soyu da yine 1466larda Konya/Karaman yöresinden Rumeliye göçürülen ve o dönemde Vodina Sancağı (şimdi Yunanistanın Edessa şehri)na bağlı Sarıgöl nahiyesine yerleştirilen ve geldikleri yörenin adına izafeten Rumelide Konyarlar diye bilinen Yörük/Türkmen grubuna mensuptur. Aile sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza (Langaza)ya, oradan da Selanike göç etmiştir. Zübeyde Hanım 1857de burada dünyaya gelmiştir. Atatürkün annesi Zübeyde Hanımın babası Sofu-zade Feyzullah Efendi üç defa evlenmiştir. Feyzullah Efendinin ilk eşinden Hüseyin Ağa (M. Kemalin dayısı) ve Hatice Hanım (M. Kemalin teyzesi), ikinci eşinden Zehra (M. Kemalin teyzesi) ve Hasan Ağa (M. Kemalin dayısı), üçüncü eşi olan Ayşe (Aişe) Hanımla evliliğinden de Zübeyde Hanım dünyaya gelmişlerdir. Atatürkün dayısı Hüseyin Ağa, Lankaza yakınlarındaki Hacı Süleyman Beyin Çalı (Rapla) Çiftliğinde kâhya olarak çalışıyordu. Hiç evlenmemiştir. Atatürkün anne soyu diğer dayısı Hasan Ağa tarafından devam ederek günümüze ulaşmıştır. Lankazada aşçılık yapan Hasan Ağanın, Abdurrahman (Aldırma), Hatice (Sümer) (Doğumu: Selanik, 1314 / 1898/1899 Ölümü: Bursa, 2002) ve Münire isimlerinde üç çocuğu bulunuyordu.
Balkan Savaşları sonrasında Selanik elimizden çıkınca Zübeyde Hanım kızı Makbule ile birlikte Mart 1915te istanbula geldi. Mili Mücadelenin en sıcak günlerinde Atatürk Adapazarında buluştuğu annesini 22 Haziran 1922de Ankaraya yanına getirdi. Mustafa Kemal bu günlerde annesinin durumunu, ona kavuşabildim ki artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu diye özetlemiştir. 1919da oğlu Mustafa Kemal hakkında verilen ölüm emri üzerine kısmi felç geçiren Zübeyde Hanımın hastalığı giderek arttı ve havasının iyi geleceği düşüncesiyle gittiği izmir Karşıyakada Latife Hanımların evinde vefat etti (14 Ocak 1923). izmir Karşıyakada bulunan Ferik Osman Paşa Camii haziresine defnedildi.
Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip olduğu gibi, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş, ama okuma yazmayı öğrenmişti. Annesine Molla Hanım denildiği gibi, kendisine de Zübeyde Molla deniyordu. Bu bilge kişiliğini ifade eden bir lakaptı. Muhafazakâr, geleneklerine bağlı bir kadındı. Beş vakit namazını kılan, dindar bir Müslüman Türk anasıydı. Her Türk anası gibi Zübeyde Hanımın da devlet düşüncesi çok kuvvetliydi. Perihan Eldenizin anlattığına göre; Büyük Taarruz öncesinde Mustafa Kemal Paşaya gönderilmek üzere kızı Makbuleye şunları yazdırtmıştır:
Oğlum! Seni bekledim dönmedin. Çay ziyafetine gittiğini söyledin. Ama ben biliyorum, sen cepheye gittin. Sana dua ettiğimi bilesin. Harbi kazanmadan dönme! Annen.
Mustafa Kemal bu mektubu sık sık arkadaşlarına gösterip, işte benim annem! dermiş.
Aralık 1922de Çankayada Mustafa Kemali ziyaret eden ingiliz Gazeteci Grace Ellison, onun çalışma masası üzerinde annesinin resmini görmüş ve kendisiyle görüşmek istemişti. Mustafa Kemal, annesinin çok hasta olduğunu belirterek, ne yazık ki, acılarının kaynağı benim. Benim sürgün kaldığım yıllar esnasında çektiği ıstırap ve döktüğü yaşların bedelini şimdi ödüyor diye eklemişti. Ellison, Zübeyde Hanımın yanına götürüldüğünde ona oğlunuzla kim bilir ne kadar iftihar ediyorsunuz. Onun yaptıkları olağanüstüdür deyince Zübeyde Hanım Ona teşekkür etmiş ve oğlu için şunları söylemiştir:
Allahın bana bu oğlu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum. Oğlum bana her zaman çok iyi davranır.
Bir Kocacık ile Konyarın Tarihi Evliliği
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım, 1870 veya 1871 yılında evlendiler. Evlendiğinde Zübeyde Hanım 13-14 yaşında; Ali Rıza Efendi ise 31-32 yaşında bulunuyordu. Ali Rıza Efendi ve Evkaf idaresinde memurdu. Talip olduğu Zübeydeden 17-18 yaş büyüktü. Kız tarafından özellikle anne Ayşe Hanım, memuriyet dolayısı ile kızından ayrı kalacağı düşüncesiyle evliliğe başlangıçta itiraz eder. Sonunda Mustafa Kemalin dayısı Hüseyin Ağa aileyi ikna eder, nikâh kıyılır ve iki genç evlenirler. Böylece Türk milletine Mustafa Kemal Atatürkü armağan edecek olan tarihi evlilik gerçekleşmiş olur.
Evlendikten hemen sonra, Ali Rıza Efendinin Selanikteki baba evine yerleşirler. ilk evlilik yılları bu evde geçer. Önce bir kızları olur, adını Fatma (1871/1872-1875) koyarlar. Bundan sonra da iki erkek çocukları olacaktır. Ahmet (1874-1883) ve Ömer (1875-1883). Bunları Mustafa (1881-1938), Makbule (1885-1956) ve Naciye (1989-1901) takip edecektir. Seçilen isimler ve bu isimlerin Müslüman Türk Milletinin kültürüne ait göstergeleri ailenin kimliğini ortaya koyan önemli bir veridir.
Bu mutlu evlilik, salgın bazı hastalıklardan dolayı ilk üç çocuklarının değişik yıllarda ölümleri ve Ali Rıza Efendinin çok düzenli olmayan iş hayatındaki aksaklıklarla zaman zaman sıkıntılı bir şekilde yürür. Nihayet, Mustafanın doğumu ve varlığı ile hayata bağlanan aile, bu defa Ali Rıza Efendinin vefatıyla sarsılır.
Ali Rıza Efendi öldüğünde (1893) 36 yaşında ve üç çocukla dul kalan Zübeyde Hanım için kardeşi Hüseyin Ağanın yönettiği Lankazadaki Çalı (Rapla) Çiftliği sığınacak bir liman olur. Hüseyin Efendi, eniştesinin ölümü haberini alınca Selanike, kız kardeşi Zübeydenin evine gelir. Onu ve çocukları ile birlikte, hayatın bu zor şartları içinde bırakamaz ve kız kardeşi Zübeydeye, Rahmetli ömürsüz adamla seni evlendiren ben oldum. Bundan sonra size ben bakacağım, bu çocukları ben büyüteceğim diyerek, aileyi yanına alıp çiftliğe götürür.
Zübeyde Hanımın ikinci Evliliği
Genç yaşta üç çocuğu ile dul kalan Zübeyde Hanım, oğlu Mustafayı Askeri Rüştiyeye verdikten sonra, özellikle ekonomik yönden zor günler yaşamaya başlar. Çocuklarla birlikte kendisine bağlanan iki mecidiyelik maaş ailenin geçimini sağlamaktan çok uzaktır. O sıralarda, Yunanistana terkedilen Teselyanın merkezi Larisa (Yenişehir)dan göç edenlerden Reji idaresi memurlarından Ragıp Efendi, kendisine talip olur.
Ragıp Efendi de hanımını kaybetmiş dört çocuklu bir duldur. Zübeyde Hanım, Kılıçoğlu Hakkı Beyin kayınpederi Şeyh Rıfat Efendi tarafından Ragıp Efendi ile evlendirilir. Varlıklı bir kimse olmasına rağmen, Ragıp Efendi Zübeyde Hanımın evine gelerek yerleşir. Şüphesiz, evin en büyük erkek evladı olarak Mustafa bu evliliği onaylamaz ve evi terkederek, Horhor (Horhorsu) Mahallesinde oturan öz halası Emine Hanımın evine yerleşir. Manastır idadisine gidinceye kadar da eve nadiren uğrar.
Ragıp Efendi esasında çok kibar ve iyi kalpli bir insandır. Mustafa Kemal, yıllar sonra Afetinana üvey babası ile ilgili olarak şunları söyleyecektir: ... Fakat sonradan o asil beyle dost oldum. Bana iyi bir eğitici oldu. Anamın da geç yaşında böyle bir aile bağı yapmış olmasını takdir ettim. Ancak çocukluk duygum benim babamı kaybetmiş olmama karşı bir isyandan ibaretti Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoya da Ragıp Efendi ile ilgili olarak, Bana karşı çok saygılı davranmış, büyük adam muamelesi etmiştir. Nazik ve kibar insandı. demiştir. Mehmet Somer de bu konuda tali ve âli tahsili devrinde üvey pederi Ragıp Bey Mustafa Kemale çok samimi davranmış olduğundan, Mustafa Kemal sonraları Ragıp Beye hürmet eder olmuştu demektedir.
Ragıp Efendi, kaynaklara göre Birinci Dünya Savaşından sonra (1918) Selanikte vefat etmiş; bazı kaynaklara göre de Çanakkale Savaşlarında (1915-1916) şehit düşmüştür. Fakat, yukarıda da değinildiği gibi, Zübeyde Hanım ve Makbulenin 1915 yılı Mart ayında istanbula göç ettiğini biliyoruz. Ragıp Beyin onlarla istanbula geldiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle Ragıp Bey, muhtemelen Balkan Savaşları sırasında veyahut hemen sonrasında vefat etmiş olmalıdır.
M. Kemalin ailesini yakından tanıyan Mehmet Somer de anılarında bu tespiti doğrulamaktadır. O şöyle diyor: Umumi Harpten biraz evvel muvakkat bir zaman için istanbula gelen ana (Zübeyde Hanım) ve hemşiresi (Makbule Hanım), harbin patlaması ile artık Selanike gidememişlerdir. Ragıp Bey Selanikte kaldı vefat etti. Kendisinin Zübeyde Hanımdan çocuğu yoktur. Başka familyasından kız ve erkek çocukları olduğunu hatırlıyorum...
Ragıp Beyin önceki evliliğinden ikisi erkek, ikisi kız dört çocuğu vardı. Bir oğlu Süreyya Bey (Toyran), diğeri şimendifer memuru Hakkı Beydir. Kızlarının birisinin adı Rukiye (Ruhiye)dir. Fuat Bulca akrabalarıdır. 1913 yılında 16 yaşında iken tanıdığı ve Ağabey diye hitap ettiği M. Kemale sonradan delice âşık olan ve bu yüzden de intihar eden Fikriye Hanım da Ragıp Beyin kardeşi Albay Memduh Hayrettin Beyin üç çocuğundan birisi idi. Yani Fikriye, Ragıp Beyin yeğeni idi. Hüsamettin Beyin diğer çocuklarının adları da Enver ve Jülide idi.
Mustafa Kemal, gerek üvey kardeşleri gerekse Ragıp Beyin kardeşi Memduh Hayrettin Bey ve onun ailesiyle iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Üvey kardeşlerinden Süreyya subay olmuş, fakat savaş yıllarında intihar etmişti. Ragıp Beyin kardeşi Albay Memduh da istanbula gelmiş ve Akbıyık semtine yerleşmişti. istanbulda sık sık Zübeyde Hanımın ziyaretine giden Fikriye ile Mustafa Kemal arasında giderek bir yakınlık başlayacaktı.
Hatırlatma :Dr.Ali Güler'in köşe yazsın'dan alınmıştır.