başlık çarpıcı değil gibi geliyorsa size hiç de öyle düşünmeyin çünkü Kemalistler için adeta "yarı tanrı" olarak görülen mustafa kemal paşa da insandı. daha şimdiden yüzünü buruşturanları görür gibiyim...
o zaman biraz eski defterleri kurcalayalım da size atatürkü neden sözde Kemalistlerin onu sevdiğinden daha çok sevdiğimi anlayın.
mesela Atatürkün özel hayatı hiçbir zaman anlatılmaz, anlatılanlar da ya yarım yamalak uydurmalar, yada bile bile, halk bunları bilmesin diye çarpıtmalardır.
bilmezsiniz ki mustafa kemal ile annesi arasındaki sıkıntıları (her insanın annesiyle arasında olabileceği gibi)
Çünkü gümrük memuru Ali Rıza Bey'in erken ölümü üzerine Zübeyde Hanım yeniden evlenmiş, küçük Mustafa ile küçük Makbule'ye üvey baba gelmişti... Selanik Gümrük Başmüdürü Ragıp Bey... Babalarının amiriydi!
Ali Rıza Bey'in bir dönem memurluğu bırakıp kereste ticaretiyle iştigal ettiği de bilinir.
Hani bir aralar kamuoyumuzda dağları taşları inleten Fikriye Hanım var ya, Atatürk'ün üvey babasının kardeşinin kızıdır! Yani hısımıdır, üvey kuzeni sayılır...
Atatürk'ün bu olaydan dolayı Zübeyde Hanım'ı "hiç affetmediği" ve evden kaçarak askeri okula yatılı öğrenci yazıldığı da bilinir.
Sonra da ara ara, az görüştüler... izinli çıktığı sıralarda...
Suriye cephesinden döndüğünde de Atatürk, annesinin Akaretler'deki evinde kısa bir süre kaldı. Oradan annesiyle "tartışarak" ayrıldığı, arkadaşı Salih Fansa'nın Tepebaşı'ndaki evine geçtiği, birkaç gün de o evin tam karşısında yer alan Pera Palas'ta kalıp Fansa'nın eşinin bulduğu bir kiralık eve, Şişli'de dul bayan Madam Kasapyan'ın evine çıktığı bilinir. Ünlü ev... Bahçe içinde, "müstakil", kirası çok yüksek, tam on dört lira! (Bahçe bugün kaldırımmış bende yeni öğrendim.)
Ev sahibesi bazı kaynaklarda Madam Osepyan, bazı yerlerde "Rum madam" olarak da geçer. (Atatürk'ün bir Ermeni'nin evinde oturduğunun bilinmesi istenmemiş galiba!) Bu dönemin bilgileri epey karışıktır, "bilinçli" olarak mı karıştırılmıştır, ahmaklıktan dolayı mı, emin değilim.
Annesini ve kız kardeşini de Şişli'ye, yanına almıştı, sonra Samsun'a gitti (Zübeyde ve Makbule Hanımlar tekrar Akaretler'e döndüler, çünkü oranın kirası bir liraydı), annesini ancak üç yıl sonra görebildi. Bu kez Ankara'ya aldırdı. Zübeyde Hanım orada da fazla oturamadı, izmir'in kurtarılışından hemen sonra izmir'e (biraz da "kız bakmaya", yani Latife Hanım'ı yakından tanımaya) gitti... Bu izmir gezisine de sonradan "sağlık nedenleriyle" diye bir kulp takılmıştır, bu kez Latife Hanım'ı tarihten silmek için... (Kemalistler iş başında)
Fakat oğlunun evlendiğini göremeden vefat etti. Atatürk, Zübeyde Hanım'ın ölümünden on beş gün sonra Latife Hanım'la evlendi. Her şey çok çabuk olup bitmişti.
Ertesi yıl da Fikriye Hanım intihar etti.
Eskiden bunlar konuşulamaz, yazılıp çizilemezdi bu ülkede...
En basit bir tarih kitabından bile kolaylıkla okunabilecek bu basit bilgiler unutturulmak isteniyordu, çünkü Atatürk "uzaydan gelmişti" ...
Küçük yaşta kuşpalazından ölmüş Fatma, Ahmet ve Ömer adlı bir ablasıyla iki ağabeyi, bir de veremden ölmüş küçük kız kardeşi (Naciye) olduğu bile titizlikle saklanmış yeni kuşaklardan, yeni yeni öğreniyoruz.
Eee, bunları bilmek ya da hatırlamak neyi değiştirir diyecek olan dangalaklara cevabım;
Atatürk'ü daha çok sevmemizi sağlar.
Gerçi Atatürk hayatının ilk döneminin fazla kurcalanmasını istememiş, Nutuk'ta her şeyi 19 Mayıs 1919 günü başlatmıştır ama, üvey baba getirdiği için anasına kızan bir yetim çocuk, bana çok daha candan, çok daha sıcak geliyor.
içki içen, seven, sevilen, yürekler yakan, evlenen, boşanan bir Atatürk, iNSAN ATATÜRK'tür.
Olimpos (pardon, Çankaya) dağında oturan bir tanrı değil, sabaha karşı üst kattan eşinin "çok içtin Kemal, yat artık" diye seslendiği bir önder benim önderimdir. neden? çünkü bizden biri!
insanlar, Selanik'te "Atatürk'ün doğduğu ev" olarak yutturulan o evin aslında üvey babası Ragıp Bey'in evi olduğunu öğrenince ne yapacaklar?
Böyle böyle soğuttunuz insanları Atatürk'ten! Yalan üzerine kurulu her şey bu ülkede.
hayatında nutuk okumamış insanların, rakı sofralarında "ben kemalistim, oyum elbette cehapeye" diye çığırtkanlık yapmaları, onların atatürkü benden daha çok seviyor olmaları anlamına gelmez.