rakının hakkını veren atatürk'le ilgili bilinen bir anı.
okuyunca "boş" içmediğini anlarsınız paşamın.
"adres; numara 248, kordon...
naim palas... ikinci kat...
cumbada oturuyor mustafa kemal.
sevmez fazla yemeği.
leblebi var yine önünde...
garson titriyor. çünkü çocuk, rum.
sesleniyor gazi, şefkatli bir ses tonuyla...
"vre dimitri" diyor, "gel bakayım."
çocuk, "buyur pasam" diyor, ş'lere dili dönmeyen, kırık dökük türkçesi'yle.
"sizin kosti" diyor... işgal sırasında izmir'e gelen yunan kralı konstantin'i kastederek...
sizin kosti, geldi mi buraya?
geldi pasam...
oturdu mu bu masaya?
oturdu pasam.
güneş batarken rakı içti mi?
içmedi pasam.
e o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye almış izmir'i?"
edit-tarih düzeltme: bu olay, eylül 1922'de, izmir'in kurtuluşundan birkaç gün sonra yaşanmıştır.
--spoiler--
'Moda koyundayız. Sıcak bir yaz akşamı. Sakarya motoruyla bir deniz gezisine çıkmıştık. Mehtabın ilk günleriydi. Koyun manzarası Atatürk'ün çok hoşuna gitmişti.
Atatürk bize:
- "Buraya geldiğimizi kimse görmesin. Elektrikleri de söndürüp kendi kendimize rahat bir şekilde yeyip içelim. Mehtap da hazır" dedi.
Fakat daha on beş dakika bile geçmemişti ki, çevremizin sessiz sedasız sandallarla çevrilmekte olduğunu gördük. Atatürk sarıldığımızı görünce:
- "Karanlığın anlamı kalmadı. Elektrikleri yakın" dedi.
Ortalık ışıyınca beyaz yazlık elbiseleriyle gecenin içinde Atatürk'ün heybetli vücudu, bir heykel parlaklığıyla ortaya çıktı. O an denizin ortasında bir alkış sesi yükseldi. Bizim orada olduğumuzu öğrenen başka sandallar da kafileye katıldılar.
Atatürk, sevgi gösterisinde bulunan kalabalığa, sanki kendi konuklarıymış gibi sormaya başladı:
- "Size ne ikram edeyim, ne istersiniz?"
Sandallardaki kalabalık arasından sesler yükselmeye başladı:
- "Paşam seni isteriz."
Görülecek manzaraydı bu. Atatürk bir ara eliyle beni çağırdı:
- "Rakı, şarap ne varsa hepsini halka dağıt. Bana da bir şişe bırak" dedi.
Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese dağıttım.
Bağırış, çağırış gırla gidiyor. O zaman Atatürk, karşısında coşan, sevgi gösterisi yapan halka doğru kadehini kaldırarak şöyle konuştu:
- "Vatandaşlarım... Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerlerdi. Ben açık içiyorum. Siz de benimle beraber içiyorsunuz. Neticede unutmayın ki, ben de sizin gibi insanım.
sizinkinden bir fazla değildir, yaptıklarım"
(Atatürk'ün Uşağı Cemal Granda Anlatıyor / Kristal Kitaplar)
--spoiler--
--spoiler--
Atatürk Neyzen'in ününü duymuş olacak ki, çağırtmış köşküne sohbet etmişler, uzun uzun aşkla üflemiş Neyzen.. Ardından sormuş Atatürk..
- Senin çok fazla içki içtiğini söylüyorlar, benim kadar içer misin ?
Neyzen düşünüyor, içkinin hududu olmaz.
- Ne kadar içersiniz ?
- iki tane kiloluk rakı içerim.
Ata kelimelere basa basa şu sözleri söylemiştir, Neyzen'in gözünü korkutmak istemiştir.
- Nasıl içersiniz ?
- Canım ne isterse; susuz, mezesiz.
Neyzen:
- Ben de iki kiloluk içerim ama, öyle içmem.
Neyzen'in arzusu ile ortaya kocaman bir emaye kase geliyor, iki kiloluk rakıyı neyzen kaseye boşaltıyor. Başını sokup lıkır lıkır içecek zannediyorlar. Fakat Neyzen'in isteği daha bitmemiştir, bir somun ekmek ve irice bir kaşık geliyor. Neyzen ekmeği lokma lokma koparıp kasedeki rakının içine bastırıyo. Lokmalar rakıyı iyice çektikten sonra çalakaşık yanaşıyor.
Yine anlatılanlara göre, Ata:
- Pes, pes, diye bağırarak ayağa fırlamış ve elleriyle yüzünü kapamış, ayrılırken de saygılarını sunmuştur. Yine rivayete göre Ata öldükten sonra Neyzen, evinden haftalarca çıkmamış..
--spoiler--
sarhoşken söylenen her söz ayıkken düşünülmüştür derler ya bu söz atatürk içindir. rakı sofrasında kurduğu söylenir ya cumhuriyeti hani işte onu tasarlamak düşünmek o kıvama getirip dillendirmek için atatürk olmak gerekir. o oldu ve bunları söyledi biz de burdayız. yaşa paşam.
--spoiler--
nasıl fransızlar şarap, ingilizler viski içiyorsa ben de rakı içerim, ama önemli sorunların tartışılacağı toplantılarda değil.
gündüzleri de hiç içmem. bazı yakın arkadaşlarım bana içkinin zararlarını anlatıyor. ben de onlara diyorum ki, 'ben bunları bilmez degilim, haklısınız. fakat ne yapayım ki bazen kafam bana ıstırap verecek kadar hızlı çalışıyor. böyle durumlarda kafamı biraz uyuşturup dinlenme ihtiyacı duyuyorum.'
benim adım çok içer diye çıkmıştır. ne var ki görev başında bir damla içmem. vatan işlerine içki karıştırmam. içki sadece benim keyfim içindir. içki yüzünden görevimi bir an geri bıraktığımı anımsamıyorum.
daha gençken, manevralara çıkmadan önce, muhabbete dalarak sabahlara kadar içsek bile ben uyumadan, saatinde görevimin başına gider ve işimi hiç aksatmazdım. içki ve görev iki ayrı şeydir. eğer birbirine dokunacaksa, görevi elbette keyfe tercih etmeli ve içkiyi kesmeli.
(hıfzı topuz'un 'devrim yılları' adlı kitabından alıntıdır.)
--spoiler--
--spoiler--
Atatürk'ün En sevdiği hikayelerdenmiş. *
Arada kendi anlatır, arada başkasına anlattırır, hep gülermiş.
Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere Sormuş :
"Bir eşeğin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı.
Hangisini içer?"
Cevabı kendi veriyor: "Tabii suyu."
Gene bitirmiyor soruyor: "Neden?"
Arkadan bir bekri söz alıyor. Yüksek sesle cevaplıyor.
"Eşekliğinden."
Atatürk bu cevaba bayılıyor. Gülüyor, gülüyor.
--spoiler--