kısaca yanıtlanırsa yanıtı hayır olan bir soru. sistem olarak sosyalizmi benimsememiştir, daha ziyade özel teşebbüse dayalı bir ekonomi ile ülkenin gelişmesi üzerinde durmaktadır. ancak 1930'ların ekonomik buhran döneminde mecburiyet karşısında bir karma ekonomisi uygulamasına yönelmek durumunda kalınınca devletçilik uygulaması ortaya çıkmıştır.
ARKADAŞLAR ATATÜRK KESiNLiKLE FAŞiST DEĞiLDiR...
TAM BiR SOSYALiSTTiR DEMEK OLMAYABiLiR.
ŞUAN Ki CHPNiN KONUMUNDADIR YANi MERKEZ SOL.....
MERKEZ SOL OLMASININ NEDENiDE O ANKi HALKIN DURUMU (HALKIN VE ÜLKENiN SEViYESi)
TÜRKiYEYE SOSYALiZM.
atatürk'ü sosyaliste benzemek hayatında bir kitap bile açıp okumayan andavalların işidir. mete tunçay gibi isimlerden haberi dahi yoktur. mustafa suphi olayını araştırmanızı öneririm ve daha niceleri.
atatürkün siyasi görüşnü bilmeksizin getirdiğini yeniliklere bağlı kalmaksızın devrimci yani sosyalist ve kominist bir kişiliğe büründürmesi ya ni amacını bellie etmesine rağmen Türkiye nin iç yapısına ve milli gücüne dayanan bir dış politikanın izlemesini öngörür ve amacı ,genel barıştır.insanlık ve genel barış üzerinde belirlediği düşünceleri ,O nu iç yapımız ve genel güvenliğimiz ile uygunluk gösterenlerle paktlar yapmaya yönelmiştir.Genel ve bölgesel barış politikasında,iç yapının kuvvetine uygunluk ve dayanma esası vardır.
Dış ilişkiler,yalnız,güvenlikle ilgili olan ilişkiler değildir.Dış ilişkiler,Türk Milletinin bağımsızlığını zedelemeden ,Türk Milletinin Dinamik idealine ulaşmasını sağlayacak ,bu yöndeki faaliyetlerine katkıda bulunacak devlet hayatı ,fikir hayatı ve ekonomi hayatına ilişkin faaliyetleri kapsar.Ancak bu ilişkiler ,bir bütün olan iç ve dış barış koşullarında güçlü ve devamlı hale gelir.Atatürk “Yurtta Barış, Dünyada Barış için çalışıyoruz.”diyerek tüm faaliyetleri barış içinde yürütmeyi,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ana ilkelerinden biri haline gelmiştir . yani atatürkcülük demek sosyasilst bir yapıaya sahip olması kaynaklıdır .
gazi mustafa kemal atatürk, gerçek bir vatanperverdir. vatanını seven milletini de sever. atatürkün kendine özgü orjinal bir çizgisi vardır. tolumun maddi ve manevi değerlerine endeksli, yenilikçi ama özden kopmayan, bütünleştirici ayrıştırmayan, kucaklayıcı, ötekileştirmeyen bir liderdir.
Gazi Mustafa Kemal, tarih boyunca milletlerin hayatı, yükselişi ve batışının tamamen iktisatla ilgili olduğunu ifade etti ve özellikle Türk milletinin yükseliş ve çöküşünün münhasıran iktisadi nedenlerden kaynaklandığını vurguladı.
1920'lerin şartlarında sermayedar sınıfı olmadığından devletin ekonomiye aktör olarak girmesi kaçınılmazdı. Bu nedenle kongrede karma ekonomi modeli benimsendi. Devlet özel sektör tarafından kurulamayan işlere el atacaktı. Özel sermayeden beklenen ise gıda ve tekstil gibi hafif sanayilere yönelmesiydi.
izmir Kongresi'nden sonraki ikinci önemli iktisat olayı Turgut Özal'ın mimarı olduğu 24 Ocak 1980 istikrar tedbirleridir. Atatürk'ten sonra, ilk kez Turgut Özal ekonominin ülkemiz ve milletimiz için yaşamsal önemde olduğunu açıkladı ve bu yönde büyük icraatlarda bulundu.
Rahmetli Özal 58 yıl sonra özel sektör ağırlıklı ekonomik modeli benimsedi. Artık ülkede özel şirketler eskiyle karşılaştırılmayacak kadar büyümüştü. Dolayısıyla, kalkınmada daha büyük roller üstlenebilirdi. Devlete sadece altyapıyı kurmak ve özel şahıslara rehberlik yapmak görevini verdi. Kamunun ekonomiden elini eteğini çekmesini istiyordu. Ata'nın da o zamanlar bütün arzusu, ileride şartlar elverdiğinde özel kesimin ticaret ve sanayide devletin yerini alması ve devletin direkt ekonomik faaliyetlerden çekilmesiydi.
Her iki lider de yerli olsun, yabancı olsun, tekellere karşı çıktı. Çünkü tekelin demokrasiye ve piyasa ekonomisinin ruhuna aykırı olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Muhalifleri hâlâ Turgut Özal'ı yabancı sermaye kavramıyla adeta özdeşleştirir. Hâlbuki Atatürk ve arkadaşları en az rahmetli Özal kadar uluslararası sermaye taraftarıydı. Şu sözlere bakın: "... zannolunmasın ki, biz ecnebi sermayeye karşı bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz çok vasidir, say ve sermaye ihtiyacımız vardır." Gazi'nin hızlı kalkınma için, dışarının sermayesini ve daha ileri giderek uzmanlığını kullanmamızın milli menfaat gereği olduğuna dair sözleri pek aşikâr: "Memleketimizi az bir zamanda mamur etmek için milletimizin gayri kâfi sermayesi karşısında haricin sermayesi vesaitinden, ihtisasından istifade etmek hakiki menfaatimizin iktizasındandır." Mustafa Kemal, ülkeye gelecek yabancı sermayeye teminat vereceklerini bile beyan etmekten kaçınmadı. Nitekim, iktisat Bakanı Mahmut Esat Bey, teknolojik gelişme için dış yardım alacaklarını ve bu alanda bir ecnebi firmayla sözleşme imzalamış bulunduklarını kongre esnasında ilan etti. iki büyük lider de yabancı sermayeye (hiçbir komplekse, korkuya kapılmadan) sadece akıl mantık ile dünya ve ülke gerçekleri açısından baktı.
Atatürk’ün ekonomi politikasını anlayabilmek için, bu politikanın temelini oluşturan iki ilkeyi mutlaka göz önüne almak gerekir. Bunlardan birincisi, her alanda olduğu gibi ekonomide de milliyetçilik olup, Misak-ı Millî sınırları içerisinde kalan yurttaşlarının refah ve mutluluğunu sağlamayı, ana hedef olarak kabul eder. Burada konumuz açısından önemli olan millî ekonomik çıkarların gözetildiği, dış pazarlara ve yabancı ekonomilere bağımlılığın kaldırıldığı, millî ekonominin kurulmasıdır. Millî ekonominin kurulmasıdır diyoruz, çünkü Cumhuriyet Türkiye’sinin devraldığı Osmanlı ekonomisi, daha 1809 ve 1838 ticaret anlaşmalarıyla önce ingiltere ve daha sonra da 1878’den itibaren Bismarch Almanya’sının kontrolüne geçmiş, bu ilişkiler sonucunda ipek, demir ve deri gibi yerli zanaatları çökmüş ve nihayet alt yapı yetersizlikleri yüzünden yurt içinde yetiştirilen ürünler bile tüketici pazarlarına ulaştırılamaz olmuştu. 1Atatürk ve Cumhuriyet’i gerçekleştiren öncü kadro, Osmanlı imparatorluğu’nun siyasî bütünlüğünü, Rusya’nın yayılmacı politikasına karşı koruyabilmek için, kendi iç pazarlarını ve tüm ekonomisini diğer büyük devletlere peşkeş çekmek zorunda kaldığını çok iyi biliyorlardı. Oysa Atatürk çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmenin en önemli, hatta hayatî yolunun, yine ekonomik kalkınmadan geçtiğini de hem söylevleri hem de başında bulunduğu uygulamalar dolayısıyla gayet açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bu durumda yapılacak iş, Osmanlı’nın hatalarına düşmeksizin kendi kendisine yeterli, dış ekonomik ilişkilere açık, ama dıştan gelen olumsuz etkilere karşı korunan, millî bir ekonomi düzenini kurmaktan ibarettir.