atatürk keşke said i nursi yi de assaydı

entry1 galeri0
    1.
  1. Bediüzzaman ve Mustafa Kemal, aynı dönemi idrak etmiş, bir çok siyasi ve içtimai hadiselere birlikte tanık olmuş ve hatta bu hadiselerin şekillenmesinde birer aktör olarak bilfiil yer almış iki önemli tarihi şahsiyettirler.

    Bu iki şahsiyet arasındaki, doğrudan ilişki daha çok milli mücadele savaşı sonrasına rastlamaktadır.

    Yunanlılar, vatan topraklarından atılmış ve yeni siyasi oluşumun ilk adımları olarak TBMM açılmıştır. Mustafa Kemal, istanbul'da bulunan ve halk nezdinde büyük bir nüfuza sahip olan Bediüzzamanı Ankara'ya davet eder.

    Bu teklifler üzerine Bedüzzaman Ankra'ya gelir. Ankara tren garında bir çok milletvekili tarafından karşılanır.

    Bediüzzaman ile Mustafa Kemal arasında, ciddi bir diyalog gerçekleşir. ilk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin AKSU, "Son Şahitler Bediüzzaman’ı Anlatıyor" isimli eserin IV.cildinde yaşadığı bir hatırayı şöyle aktarır:
    "Mecliste Mustafa Kemal ile Bediüzzaman uzun uzun görüşüp konuştular. Mustafa Kemal, kendisinden yardım istedi. 'Siz istanbul’u ahval-i dünyayı biliyorsunuz, birlikte şu memleketi kurtaralım. Bizim gayemizin ne olduğu sizce malûmdur Hocam!' demişti. Konuşmada diğer mebus (milletvekili) arkadaşlar da bulunmuşlardı."

    "Mustafa Kemal muvaffak olmak için kendisinden dua istedi. Bediüzzaman ise, 'Memlekete hizmet edenlerin duasını Allahü Teâlâ kabul eder. Vatan için çalışanların say ü mesaisini Allah boşa çıkarmaz. Biz de duamızı yaparız.' demişti…"

    "Bir gün yine Mecliste oturmuş bir sohbet toplantısı yapıyorduk. Orada Mustafa Kemal Paşa ve Bediüzzaman da vardı. Mustafa Kemal:

    'Hocam bizim gayemizi biliyor musun? Nedir acaba?'

    Bediüzzaman cevaben:

    “ 'Biliyorum. Bu vatanı kurtarıp, düşmanı bu topraktan atmaktır. Bir binayı yaparken adalet üzerine kurmalıdır. Siz böyle bir adalet ve temel üzerine kurduktan sonra, Allah sizi muvaffak eder.' dedi."
    Bediüzzaman, bu arada Mecliste bir konuşma yapar. Milli Mücadele'deki başarılarından dolayı, başta Mustafa Kemal olmak üzere emeği geçen bütün milletvekillerini kutlar. Ancak bazı uyarıları ve tavsiyleleri de olur.

    O konuşmanın bir kısmını buraya alıyoruz:
    * Âlem-i islâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeâir-i islâmiyeyi iltizamla olur. Zira, Müslümanlar islâmiyet hesabına sizi severler.

    * Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i ilâhiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur'ân'ı, Allah'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur'ân'ın en sarih ve en kat'î emri olan "salât" gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır -ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevâli ve devam etsin.

    * Bu millet-i islâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: "Sebep nedir?" Dediler ki:

    "Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?"

    Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler

    *Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebâen gider, veya muvakkat, sathî kalır.

    *Sizin bu istiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi ve âli hizmetinizi takdir eden ve sizi can ü dilden seven cumhur-u mü'minîndir. Ve bilhassa tabaka-i avâmdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evâmir-i Kur'âniyeyi imtisalle onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı islâm namına zarurîdir. Yoksa, islâmiyetten tecerrüt eden, bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitleri avâm-ı Müslimîne tercih etmek maslahat-ı islâma münâfi olduğundan, âlem-i islâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecek.

    * Bâhusus bu güruh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef'âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez." (1)
    Bediüzzamanın yaptğığı bu konuşmadan Mustafa Kemal, ziyadesiyle rahatsız olur. Zira Bediüzzaman, konuşmasında, Milli Mücadele'deki başarıları milletin iman ve inancına bağlamaktadır. O yüzden ne olursa olsun, milletin din ile bağlarının kuvvetlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Hususen namaz ibadetine vurgu yapmaktadır.

    Bir gün divan-ı riyasette, elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa, "Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi, yüksek fıkirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz." der.

    Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak,
    "Paşa, Paşa! islamiyet'te, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur."
    der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.

    Bediüzzaman, Mustafa Kemal için, askeri ve siyasi bir deha tabirini kullanır. Ancak, islam dinine olan lakaydlığından dolayı da kendisini şiddetle tenkit eder. işte bu fikir ayrılıkları sebebiyle Bediüzzaman, istediği zemini bulamaz ve milletvekillerinin ısrarlarına rağmen Ankara'dan ayrılır.

    Bediüzzamanın bu mesajları ve nüfuzu, yetkilileri rahatsız eder ve endişelendirir. Bediüzzamanı kayıt altına almak için tedbirler alınır. Bu tedbirler gereği Bediüzzaman için sonu gelmeyen bir sürgün hayatı başlar. Bu hayatın içinde tek bir renk vardır; ızdırap, çile, hapis, zindan, mahkeme, zehirlenme ve nihayet mezarında dahi rahat bırakılmamak..
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük