ATATÜRK'e Göre Dünyanın En büyük insanı
Atatürk bir akşam, Çankaya'da arkadaşlarına sordu
- Dünyanın en büyük insanı kimdir?
- Timur'dur Paşam!
- Değil.
- Fatih'tir.
- Değil.
- Yavuz Sultan Selim.
- Değil.
- Alpaslan.
- Değil.
- Napolyon.
- Iskender.
- Değil.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı:
- Sizsiniz Paşam., dedi.
Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:
- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed'dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allahtan sonra adı söylenen Hz. Muhammed'dir
Atatürk'ten Türk askeri hakkında ne düşündüğünü sormuşlar:
- Durun size bir hikaye anlatayım, dedi. Orduları kumandanı idim. Liman van Sanders Paşa da o sırada kıtalarımızı teftişe gelmişti. Hastaneden yeni çıkmış bazı askeri de her nasılsa bölüklerin arasına karıştırmışlar van Sanders:
- Canım böyle adamları ne diye buraya gönderiyorlar? diye söylenerek hasta ve cılız neferi göğsünden itti. Mehmetçik derhal yere yuvarlandı.
Alman generali davasını ispat etmiş olmanın gururu içinde:
- işte gördünüz ya, dedi düşmek için bahane arıyormuş! Oracıkta van Sanders'e bir azizlik yapmak aklıma geldi neferin yanına sokularak;
- Ne kof şeymişsin sen... Dedim. Dikkat etsene seni yere yuvarlayan adam bizden değildi. Ne diye karşı durmadın? Şimdi tekrar yanına gelirse, sıkı dur. Gücün yetiyorsa bir kakma da sen ona vur.
Sonra van Sanders'e dönerek:
- Sizin takatsiz sandığınız nefer boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk askeri amir karşısında, dünyanın en uysal insanı olur. Kendisine söyleyin:"hele gelsin bak bir daha beni yere yıkabilir mi?" diyor.
Van Sanders askerlerle şakalaşmasını severdi. Gülerek aynı askerin yanına geldi. Fakat eliyle dokunur dokunmaz o mecalsiz Mehmetten öyle bir kakma yedi ki, derhal sırt üstü yuvarlandı. Van Sanders, Mehmetçik'in bu mukabelerine hiddet etmemiş bilakis Türk neferine karşı olan hayranlığı artmıştı. O kadar ki yerden kalkınca ilk işi gidip hasta Türk neferinin elini sıkmak oldu.
Atatürk:
"işte Türk askeri budur!" diyerek sözlerini bitirmişti.
"istanbul üniversitesi'nde öğrenci olduğum sıralar, okul
duvarında bir ilan gördüm: "avrupa'ya talebe yollanacaktır. "
allah allah, dedim! ülke yıkık dökük, her yer virane, lozan yeni imzalanmış, bu durumda avrupa'ya talebe... lüks gibi gelen bir şey...
ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. benim ismimin yanına atatürk, "berlin üniversitesi'ne
gitsin." diye yazmış.
...vakit geldi, sirkeci garı 'ndayım; ama kafam çok karışık.
gitsem mi, kalsam mı? beni orada unuturlar mı? para yollarlar mı?
tam gitmemeye karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezzi ismimi çağırdı.
"mahmut sadi! mahmut sadi! bir telgrafın var."
"benim" dedim.
telgrafi açtım, aynen şunlar yazıyordu:
"sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz."
imza
mustafa kemal
okuyunca düşündüklerimden olağanüstü utandım. "şimdi gel de
gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme." dedim.
"düşünün 1923'te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerde, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi?"
çok başarılı oldum. ülkeme alev olarak döndüm. önce istanbul üniversitesi genel ve beşeri fizyoloji enstitüsü'nü kurdum.
kürsü başkanı oldum. daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım.
ben kim miyim?
ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamıyım.. "
Atatürk'ün Kız Kardeşi Makbule Hanım(atadan) Anlatıyor:
Hiç unutmam bir kış gecesi, büyük kardeşim(atatürk) sobaya birkaç odun attıktan sonra mindere oturmuş ve kitaplarını karıştırmaya başlamıştı.
Annem sordu:
“Ne okuyorsun oğlum?”
Büyük kardeşim hemen cevap verdi:
“Tarih.. Plevne muharebeleri, Osman Paşa..”
Annem bir şey söylemedi ve derin düşüncelere daldı.
Ve sonra yerinden kalkarak büyük kardeşimin saçlarını okşadı, okşadı:
“inşallah sen de onun gibi olursun Mustafa’m!” dedi.
Gözleri yaşlar içindeydi annemin...
Belki, bu büyük Türk kahramanının Ruslarla güreştiği günleri hatırlamıştı. O yılın şiddetli kışını kim unutabilir? Askerine örnek olmak için karakışta çadırda oturan Osman Paşa’yı kim unutabilir?
Osman Paşa, o zaman, en son ümittir.
Büyük kardeşim, kitabını mindere bıraktı:
“Büyük bir paşa o, anne! Fakat bahtsız bir paşa...
Dilediği gibi iş göremeyen bir paşa. Bir paşanın eli, ayağı bağlı olursa iş göremez, anne.
Bu kitapta yazıyor, Tuna boyundaki ordumuzu istanbul Sarayı idare etmiş ve ordumuz da onun için yenilmiş...
Ben kendi ordumu kendim idare edeceksem paşa olurum, anne. Kuru paşalıktan ne çıkar? "Maksat vatana hizmet!”.
1936 yılında ingiltere Kralı VIII. Edward, Atatürk’ün misafiri olmuştu.
iki devlet adamının, aralarına Dışişleri Bakanımız da katılmıştı.
Bir sohbet sırasında Atatürk, krala sigara takdim etti. Dışişleri Bakanı, hemen kibriti yaktı ve alışkanlık haline gelmiş bir hareketle önce Atatürk, sonra Krala uzattı.
Atatürk, büyük misafirin yanında, bakanı düştüğü zor durumdan şöylece kurtarıverdi:
“Majeste", dedi, "bilirsiniz ki kibritlerin ilk yandığı sırada zehirli bir gaz yayar. Türk misafirperverliği, bu zehirli gazı misafirin solumasına engeldir. Biz misafirin sigarasını saf alevle yakarız.”