Atatürk, çağını aşmış bir "savaş ustası", gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biri ve Asya'nın en büyük devrimcisidir. O tartışmasız bir "dahidir". (Prof.ilber Ortaylı'da son kitabı "Cumhuriyetin ilk Yüz Yılı"nda uzun uzun bu gerçeğin altını çizmiştir.) Bu kadar "üstün yeteneklere" sahip bir insanı, bir "dahiyi" anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele "okumanın" sadece "boş zaman" etkinliği olarak kabul edildiği, "felsefe" dersinin "önemsiz" görülerek müfredattan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine "kulaktan dolma" nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir "dehayı" anlamak, özellikle de onun "felsefi derinliğini" çözmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın "çarpıtılması" da eklenince, Atatürk'ün "insana”, "evrene", "doğaya" ve "tanrı"ya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.