hangi sizin benim gibi insan dönemin süper güçleri tarafından paylaşılan bir devleti kurtarıp millet egemenliğini sağlamış, diye düşündüren entrylere sahip başlıktır.
sevr'e giden süreçte Türk ordusu büyük ölçüde dağıtılmıştı, ağır silahlarına işgal güçlerince el konuluyordu, padişahın hakimiyeti "Aksaray ile Bebek" arasına sıkışmıştı, dahası öyle bütün bir millet savaşmaya istekli falan da değildi, büyük oranda askerden kaçmalar söz konusuydu.
şimdi böylesi bir ahvalden memleketi çekip çıkaran, işgalcilere boyun eğen padişah tarafından 39 yaşında idam cezasına çarptırılan, memleketi işgalden kurtarmakla yetinmeyip cehalete de savaş açan atatürk, "tek başına değildi" diyerek abartılmamasını sağlayacağız, öyle mi? atatürk'ün yanında milli mücadeleye omuz veren onurlu kimseler vardı elbette, ancak hiçbirinin vizyonu Atatürk kadar ileriye gidemiyordu. Atatürk'ün nutuk'ta "milli sır" dediği de onun bu yalnızlığıyla ilişkili.
ben "Atatürk senin benim gibi bir insandı yahu, yalnız değildi" laflarının artık bir trolden öteye geçmediğine inanmak istiyorum.
üzgünüm hanımlar beyler; "hasta adam"ı yatağından kaldıran, okuma yazma bilmeyen bir milleti eğitim seferberliğine katan, dünyada öncü bir konum alıp kadınlara siyasi haklar tanıyan bir lider bugünün Türkiye'sine bakıldığında kulağa gerçekdışı geliyor ama Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran düşünce tam da buydu: cumhuriyet, bir Türk mucizesiydi.
kesinlikle doğrudur. tek başına kurtarmış gibi gösterilmiş ama kendine muhalif olanları nasıl teker teker sildiğide bilinmektedir. kanunla korunan tek kişidir. 5816 sayılı kanun kaldırılsa bu ülkede atatürkün esamesi okunmaz tarih sil baştan yeniden yazılır.
Atatürk ile inönü arasında geçen Aşağıdaki anıyı kadir mısıroğlu anlatmış sanabilirsiniz ama Mustafa kamalin rakı sofrasından kalkmayan biri anlatmış. ibretle okuyoruz:
mustafa kemal, iş bankası'nın hiç sınır tanımadan palazlanmasını engellemek isteyen kamu yöneticilerinin hesabını zamanın iktisat vekili mustafa şeref'e ödetmek istiyor. dürüst ve "devletçi" mustafa şeref'i çankaya'ya çağırıp herkesin içinde azarlıyor. Mason celal bayar'a bakanlık hazırlıyor. çankaya'da sofrada bulunan yakup kadri sahneyi anlatıyor:
"işte, ne olduysa bunun üzerine oldu. atatürk kendilerinde hiç görmediğim bir öfkeye kapılarak elini masaya vurdu ve mustafa şeref bey'i öylesine bir haşladı ki, zavallı adam neye uğradığını bilemedi. yanıbaşımda oturduğu için görüyordum. şakaklarından iri iri ter taneleri akıyor, elleri titriyordu. nerede ise kalbinin küt küt attığını işitecektim. arada bir bütün kuvvetini toplayarak kendini ve bakanlığını savunmaya çabalıyor, fakat kelimeler boğazının içinde düğümlenip kalıyor; yalnız şu iki üç sözü söyleyip duruyordu: 'efendim, bendeniz, arz edeyim, bendeniz .. .'
hoş, daha fazla konuşabilse de atatürk onu dinleyeceklerden değildi." (yakup kadri karaosmanoğlu, politikada 45 yıl, ankara, 1968, sayfa 120-121.)
çünkü atatürk türkiye'de özel sektörcülüğün uzun süre kalesi olan iş bankası'nın sınır tanımadan genişlemesini engellemeye çalışan dürüst bir bakan'ı haşlamakla meşguldü. bir dürüst bakan'ın "kellesi" yeniyor. ismet paşa buna çok kızıyor. kızgınlığını, atatürk'ün yalova'da verdiği yemeğe çok geç gelerek gösteriyor.
herkesin bir kızma yöntemi ve bir de kızgınlığını belli etme biçimi olmalı. mustafa kemal, bu işe, ismet paşa'nın kızacağını biliyor. gönlünü almak için yalova'da yemeğe çağırıyor. ismet paşa da atatürk'ü ve tabiatıyla sofrasının müdavimlerini saatlerce
bekletiyor.
yakup kadri, mustafa kemal'in durumunu anlatıyor:
"onda, ayrıca davetlilerini uzun süre ayakta tutmak zorunda kalmış bir ev sahibinin
mahcupluğu da vardı. ikide bir, bizden, daha doğrusu, bizimle birlikte bulunan hanımlardan meriç gibi ismet paşa namına özürler diliyor, 'geç gelmiş. gelir gelmez banyolara gitmiş. köşküne henüz dönmüş. giyiniyormuş. nerede ise burada olacaktır. mamafih, siz yoruldunuzsa buyurun oturun, ayakta durmayın.' gibi yalan dolan sözlerle onları avutmaya çalışıyordu. böylece saat sekiz buçuğu, dokuzu, dokuz buçuğu bulmuş, nihayet ona doğru, atatürk, bizleri çaresiz, sofraya buyur etmişti."
bekleme sofrada da devam etti. yakup kadri de sahneyi çizmeye devam etti:
"akıbet, saat on buçukta, ya da onbirde, başvekil ismet paşa'nın oda kapısından içeri girdiği ve sağına soluna bakmaksızın, asık bir çehreyle, gelip yerine oturduğu görüldü ve sofranın üstüne ağır bir sükut çöktü. hiç kimsede ne bir ses, ne bir nefes. öylesine bir sessizlik ki, ben adeta yürek çarpıntılarım işitilecek diye korkuyordum. evet, yüreğim şiddetle çarpıyordu. zira, o zamanlar, benim için atatürk ile ismet paşa arasında hadise çıkması devrimin tehlikeye girmesi demekti."
öyle anlaşılıyor ki atatürk "devrimin tehlikeye girmesi" karşısında omurgasızlık gösterme gereğini duyuyor:
"işte, ben bu endişe içindeyken birdenbire atatürk'ün sesi imdadıma yetişmişti. bu sesin, hepimizi tehdidi altına alan gergin havayı gevşetebilecek tatlı, yalayıcı bir tonu vardı. atatiirk, ismet paşa'ya: '-umarım ki, iyi bir banyo aldınız paşam,' diyordu ve muhatabının cevap vermeyişine aldırmayarak ilave ediyordu: 'banyodan sonra, belki, biraz daha dinlenmek isterdiniz. ama, biz sizi bir an evvel aramızda görmek arzusuna kapılarak istical gösterdik. kusura bakmayın!'
ismet paşa gene susmakta, ya da atatürk'ün sözlerini işitmemezlikten gelmekte idi. fakat, atatürk, gene konuşmakta devam ediyordu: '-nasıl bari su kafi derecede sıcak
mıydı? bazı arkadaşlar, geceleri, gündüzden daha sıcak olduğunu söylüyorlar. ben henüz tecrübe etmedim. zaten doktorlar da fazla sıcak banyoya girmeme müsaade etmiyorlar. onlara göre suyun hararet derecesi herkesin tansiyonuna uygun olarak ayarlanmak lazım gelirmiş. bilmem, sizin tansiyonunuzun ölçüsü nedir?' "
devlet başkanı, başbakana "sizin tansiyonunuzun ölçüsü nedir" diye soruyor. başbakan cevap vermiyor. üstelik de sofrada gazete okumaya başlıyor.
yakup kadri, yazıyor: "ismet paşa'dan gene ses çıkmıyordu. yüreğim yeniden çarpmaya başlamıştı. hele, biraz sonra sofrada hizmet edenlerden birine getirttiği akşam gazetesi'ni çarşaf gibi açarak okumaya koyulunca bu çarpıntılar tahammül edilmez bir kerteye varmıştı." (politikada 45 yıl, sayfa 123-125.)
ismet paşa, böyle, kızgınlığını tahammül edilmesi zor bir noktaya kadar uzattı. mustafa kemal de mülayimlikte tahayyül edilmesi zor bir noktaya kadar uzandı. bu uzatma ve uzanma arasında söz yine ingiltere'ye geldi takıldı.
"atatürk, bir müddet susmuş, gözlerinin ucuyla sağında, solunda ve karşısında oturanlara avanak gibi bakıyordu. fakat, sabrı gene taşmamıştı:
'-ne okuyorsunuz o kadar dikkatle?' dedi. 'bizim dizbağı nişanı havadisini mi?' bunun üzerine ismet paşa'nın, kendisiyle atatürk arasındaki kağıt perdenin ardından şöyle mırıldandığı işitildi: '-dizbağı nişanı mı? o da ne?' atatürk gene aynı sükûnetle: '-aaa, duymadınız mı?' dedi. 'bir amerikan gazetesinden naklen bütün dünya matbuatına yayılan havadisi? ingiltere kralı, bana dizbağı nişanı verecekmiş. söylendiğine göre bu, ingilizlerin en büyük nişanı imiş'. ismet paşa gittikçe soğuk bir tavırla: '-iyi ama, bunu size ne münasebetle vereceklermiş?' diye söylendi."
ingiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık savaşı komutanı mustafa kemal'in aradan on yıl kadar bir zaman geçtikten sonra ingiliz imparatoru'nun dizbağı nişanı vereceği haberi üzerine fazla memnun olduğu görülüyor. ismet paşa'nın "ne münasebet" ile ilgili sorusunu şöyle cevaplandırıyor:
"-bunu herkesten ziyade sizin bilmeniz lazım gelir, ingiliz milleti beni sever de ondan ... "
mustafa kemal, ingiliz milletinin kendisini sevdiğine ve bu sevgiye dayanamayan imparator'un da mustafa kemal'e dizbağı nişanı vereceğine inanıyor! 1930 yıllarının başlarında. fakat ismet paşa buna pek inanmıyor:
"atatürk'ün mümkün olduğu kadar tatlılıkla söylediği bu söze karşı ismet paşa, dudaklarında istihzalı bir gülümsemeyle omuzlarını silkti. bunun üzerine atatürk'ün sesi de sertleşmeye başladı: "-evet, ingiliz milleti beni sever ve sevgisini lloyd george'u düşürmek suretiyle ispat etmiştir."
atatürk bunu söylüyor, fakat inönü geri kalmıyor: "-o meselenin harici siyasetle
hiçbir alakası yoktur. lloyd george başında bulunduğu koalisyon kabinesini teşkil eden partiler arasındaki ihtilaf yüzünden düşmüştür!' ve ismet paşa bunu söyleyip tekrar gazetesini okumaya başladı."
daha sonraki yıllarında, protokol kurallarına saygısıyla ünlü ismet paşa, 1930 yıllarının başlarında iş bankası grubu'nun eylemlerine karşı tepkisini
protokol kurallarını alt üst ederek gösteriyor.
Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu
O abartılmayacakta kim abartılacak
Recep Tayyip Erdoğan'mı?
Onun kendine hayrı yok
Vatana ve millete mi hayrı olacak?
Almanya cumhuriyetinin kurucusu Bismarck bu kadar Abartılmadı. 30 yaşlı delikanlılara sor Almanya’yı kim kurdu diye, adamı kurduğu ülkede tanıyan bilenin oranı 25% var ya da yok.
Türk milliyetçisi ve Müslüman Atatürk’ün abartılması durumudur.
işin (traji)komik ve ironik tarafı şu, ki:
Her fırsatta aynı anda marjinal grupların şakşakçılığını yapan Kürtçü, yunansever, ermenici, siyasal Alevi kitlenin ve savunucuların
her ama her fırsatta Atatürk’ün adını öne sürerek, arkasında saklanmaları.
Hayatı boyunca batıya karşı savaşan, Yunan’ı denize döken, ayrılıkçı radikal Kürtlere ve siyasal Alevilere had bildiren Atatürk’ün arkasına.
Nerde devlet ve millet düşmanı var, bugün ağızından Atatürk’ü düşürmüyor. Atatürk yaşasaydı bugün ilk asacağı tipler işte o tipler olurdu. Şüphesiz.
Yani abartılıyor mu bilmiyorum ama yurt dışında da ülkenin kurucusuna değer veriliyordur. Ben dün bir yorumda okudum instagram'da, kız kapalı değil ama atatürk'ü sevmiyormuş. Atatürk dünyaca değer verilen önemli bir şahsiyet.
türkiye'yi afganistan gibi bok çukuru olmaktan kurtarmış.
cidden modern türkiye'nin temellerinde onun parmak izleri var. sonrasında gelenler onun kadar başarı gösterememiştir.
Kurtuluş savaşını dev devletlere karşı kazanmış, binbir zorlukla bir cumhuriyet kurmuş bir liderin abartılması ha ? Ne içtiysen aynısından istiyorum.
Bomboş ve gerçek dışı bir iddia. Saygı duymak zorundasınız atatürk’e !