yaşanmışlıkların ardından söylenecek çok söz vardır. bitmiş bir şeyi hayata döndürmek, noktası konmuş bir hikayeyi silgi ile tekrardan başlatmak olmaz. birlikteyken kurulan hayaller, söylenilen o tatlı sözler yalan veya geçici olabilir. peki ya hissedilener ? onlar da mı büyük bir yalandı ?
hani neredesin ? sen giderken söyleyeceklerim vardı. sen giderken o kadar içim acıdı ki söyleyeceklerim yarım kaldı. yanımdayken canımdın, yanımdan gittin kalbimden de gittin mi sandın ? ama doğru, sen gitmeden önce içimde mutluluk vardı, gittin. sadece göz yaşlarım kaldı...
sadece aşkla bağlantılı değildir aslında. gün gelir her şeyin yalan olduğunu sadece bize en çıplak anlatan doğru aşk ile gelen doğrunun ta kendisidir. her şeyin yalan olduğu doğrusu, hayatın temel paradokslarından biridir zaten. hem birbirlerini çürütürler hem birbirlerini doğrularlar.
dün inandığımız gerçekler, uğrunda koştuğumuz, birbirimizi öldürdüğümüz ideolojiler yarın olduğunda geride kalan modası geçmiş heyecanlar oluverir sadece. dün gözünü kırpamadan önüne hayatını serdiğin kişi dönüp gidince ilk defa kafanı kaldırırsın, hayatına dışarıdan bakarsın şöyle bir. sanki bir yabancıymışçasına. sanki hiç müdahil olamıyormuşçasına. o gider, sen kalırsın. hep biri kalmaz mı zaten geride? hep biri yıkılmaz mı?
dün evden kaçıp sokakta oynadığın top, yarın saçma gelir sana. yapılacak iş değilmiş dersin sokak köşelerinde sürtmek. halbuki o çocuksu duygularınla şundan birkaç sene önce oralarda top oynayabilmek için babanın öfkesini üzerine çekmeye razıydın gözünü kırpmadan. ya da dün inandığın şeyler yarın bir bakarsın çürümüşlerdir. inandığın şey olmaktan çıkmış seni hayal kırıklıklarınla başbaşa bırakmışlardır.
peki bunların hepsi olurken hayatında, acaba bugün inandıklarının yarın geçerli olmayışı hayatın, sevdaların, verilen sözlerin, peşinde koşulan şeylerin yalan olduğunun bir göstergesi midir kesin olarak? doğru diye elimizi attığımız şeylerin hepsinin eninde sonunda, istisnasız olarak yalan çıkmasının, bir kusuru olmasının nedeni acaba onların kusurlu olması mıdır?
yoksa biz miyiz kusurlu olan bu hayatın içinde? hayatın içinde bu kusurlu yaratılışlarımızla beraber doğru bir şeyi ararken belki de gerçekten doğru olarak bulduğumuz şeyleri kendi ellerimizle yanlışa götürüyoruzdur kim bilir?
yalan ve kusurlu olan hayatın kendisi mi yoksa kusurlarımızla biz mi hayatı yalan hale getiriyoruz? ve her zaman olduğu gibi suçu kaderde arayıp, kendimizi mi aklıyoruz? aşkın saflığını bile yalan ve kusurlu yapabilmeye yetebilecek tek güç bizlerin kendi kusurları bana kalırsa.
doğruları yanlışlara çeviren insanoğluysa eğer, her şey yalan diye mi sormak lazım yoksa doğruluğunu henüz bozmadığımız bir gerçek kaldı mı diye mi sormak lazım?