bugün

nizamiye çavuşu olduğum için bana daha farklı anlam ifade eden durumdur.
günde 12 saat boyunca amerikan çelik yelek, hücum yeleği, 5 şarjör, miğfer ile nöbet tutup; bana 5 ayda 19 kilo verdiren o yerden kurtulduğum andır.
o demir kapının bütün ağırlığını kollarımda hissederim hala.
o günler bitti ya, hayat mücadelesinde hiç-bir-şey beni yıldıramaz.
Kapıyı yeni geçmiştik.
Biri: dikkaaat! komutan çağırıyor.
Dönün geriii! diye bağırınca hepimiz olduğumuz yerden geri dönmüştük.
Tabi peşinden kahkahalar....
O zamanlar şimdiki gibi olgunlukla karşılamamıştım.
halkbank'ta vezneden cikip, donup arkami baktim. 18 bin liraya satin aldigim ozgurlugum icin. O 18 bin lirayi biriktirmek icin 6 ay calismistim. ( Ayda max 3 bin biriktirebiliyorum ) Sonra gittim bi kefiy nargilesi yaptirdim kendime.
o an ileriye adım attıkça askerlik anılarının hepsi silinmeye başlar.
şöyle birşeydir.
http://www.youtube.com/watch?v=1Kx75wpC5ME *
nizamiyeden ilk girişte yaşanan heyecanın üzerinden 18 ay geçmesine rağmen sanki 10 yıllık bir olgunluğu sırtınıza almışsınızdır.
askerdeyken ananızdan asker doğmuş ve hiç bitmeyecekmiş gibi hissedersiniz. ama sonradan sanki askere hiç gitmemiş gibi.
hiç unutulmayacak bir andır. gecesi uyku tutmamıştı. yanımdaki ranzada yatan yeni dönem bir asker yasak olmasına rağmen koğuşa radyo sokmuş. zeka açık bırakıp uyumuş. müzik çalmıyordu ama bir hışırtı yapıyordu. tam o sıra koğuşu kontrol için aramın iyi olduğu bir başçavuş girdi odaya. bana "oğlum sen hala uyumadın mı, dinlen bir an önce. yarın yolculuk yapacaksın" dedi. bu arada radyoyu gördü, "kimin bu" dedi. "bilmiyorum komutanım" dedim. adam iyi niyetli biri olduğu için yeni gelen askeri uyandırıp haşlamak yerine sadece radyoyu kapatmayı denedi ama başaramadı. bana "şunu kapatabilir misin" dedi. "emredersiniz komutanım" dedim ve kapatmayı denedim. komutan çıktı koğuştan ama ben de kapatamadım o radyoyu. en sonunda son bir umutla bir tuşa baştım karşıma metro fm çıktı. gene de kapatamayınca ve güzel müzikler de çalınca ve de müziği çok özlediğimin farkına varınca bıraktım kapatmayı. sabaha kadar müzik dinledim. en sonunda sıkılarak millet uyurken sabah çok erken saatte sivil kıyafetleri giydim. koridora çıkıp pencereye yöneldim. ortalık çok sessizdi. karşımda palandöken'in kar kaplı manzarası duruyordu. iyice seyrettim o dağı. dedim palandöken'e "seni artık son görüşüm. bana ilkte yazın olan o sapsarı görüntün ile çok tuhaf bir dağ olarak gelmiştin. sonra hep bir can sıkıntısı ile sana bakar olduk. sessizcene bana iyi-kötü bir arkadaşlık ettin. ama artık veda zamanı" bunu söylerken de gülümsüyordum açıkçası. çünkü bir hayli can sıkıcı bir süreçti bizim birlikteki askerlik. böyle bir vedalaşma pek hüzünlü bir vedalaşma değildi açıkçası. derken "koğuş kalk" seslerini duydum, millet uyanmaya başladı. beni gören arkadaşlar "adam dayanamamış herkesten önce giyinmiş, hürgeneralliğe terfinin tadını almış belli" diye takılıyorlardı. vedalaşmak için özellikle kısa dönem olan arkadaşlar yanıma geldi. sonra bölükteki en etkili çavuş olan, bölükte otoritesini kurmuş uzun dönem çerkez bir arkadaş vardı görünüş olarak putin'e benzettiğim. o geldi elini uzatarak "gidiyorsun ha benden önce" dedi. sonra "çık şu alaydan, bir daha arkana bile asla bakma" diye vedalaştı. sonra yapmam gereken işler için tabur yazıcısına gittim. tahminimden fazla sürdü evrak işleri. daha vedalaşmam gereken arkadaşlar vardı halbuki. o kadar uzun sürdü ki vedalaşamadım onlarla. deyim yerinde ise evrak işlerini koşarak yaptım çünkü askeri servis çıkacaktı. askeri servise bindim ve beni ktm'ye götürdü. ktm'den de havaalanına gittim ktm'den kalkan sivil minibüs ile. uçağa tam bineceğim sırada havaalanında bir ekran gözüme ilişti. şebnem ferah'ın fırtına şarkısı çalıyordu. gerçekten de o an içimde, tahminimden daha zor olan askerlik kısmı artık geride kalacağı için fırtınalar kopuyordu sevinçten. uçakta yerine geçtim. cam kenarında olunca camı açtım. geriye baktım palandöken dağı duruyordu. uçak yavaşça hareket etmeye başladı. ben hala geriye bakıyordum ki o uzaklaşma hissi hoşuma gitmişti. giderek uçak hızlandı ve geride hızlıca kalan palandöken'i görünce benim neşem iyice arttı ve kalkış...istanbul atatürk havalimanı'nda roger sanchez'in lost şarkısı ile başlayan (askere gideceğim gün nedense o şarkı kafamda dönüp durmuştu) askerlik, erzurum atatürk havalimanı'ndaki şebnem ferah'ın fırtına'sı ile sona emişti.

geride kalan palandöken dağı (temsili resim)
görsel
Tim halinde o nizamiyeden çıkarken birbirimizden ayrılıyoruz diye salya sümük ağlamıştık.
Hatta üç arkadaşımız ertesi gün teskere alacağı için liderleri ölmüş kuZey kore halkı gibi ağlamaktan perişan olmuşlardı.
gerçekten tezkere alırken insanın üstüne hüzün çöküyor herkesin duyguları ortak bu konuda.
sivilken askere gitmek istemesiniz, içeri girince de çıkmak istemiyor insan.
son bir kez dönüp bakayım hissiyatının asla oluşmadığı ve oluşmayacağı andır. arkadaşlar muhtemelen arkadan bakıyorlardı öyle palamut gibi ama benane. zihnime kazınmasın diye bakmadım dönüp bir daha *
gece 12'yi zor etmis ve sabah ucagimizin kalkacagi kipris ercan havaalanina yuruyerek gitmistik.
gözlerin yaşardığı andır, şahsen ben ayrlırken biraz üzülmedim de değil.
Adım attıktan sonra arkaya bakıp, boşluğa yürüyecek gibi hayal ediyorsunuz ya aslında ilk devriye arabasına atmayip, havaalanına gitmek istiyorsunuz.

365 gün geçer 15 saat geçmez artik o yolculukta, az sıkın dişinizi...
Askerlik bittiği yerden başlarmış.
Mayıs 2013 hiç unutmam.

arkami dönüp bağıra bağıra bitti ulan bitti demiştim.

sonrada küfürler küfürler küfürler.
Hemen şehri terk etmek istersiniz. Yoksa inanılacak olay değil. Ulan çağırırlar falan diye arkanıza bakmadan koşmak.