28 gün askerlik yapıp bu 28 günden bir ömür anlatılacak anı çıkaranların hayal gücüdür. ne yani dakika dakika anlatsan en fazla 2 ayda anlatırsın nasıl bir hayal gücüdür nasıl bir matrix durumudur anlamış değilim.
acemi birliğinde 1 ay eğitim tamamlanmış , dağıtım zamanı gelmiştir. silahlar teslim edilir. silahlar teslim edildikten sonra görülür ki acemi erlerin silahları eksiksiz, ama usta erleri silahlarının bazı parçaları eksik. (keleşlerin harbileri, nişan tertibatları, askı kayışları şarjörler vs )
anlaşılır ki acemi erler silahların çoğu parçasını kaybetmiş, kadro erlerin silahlarından söküp kendi silahlarına takmışlardır. yurdum insanının pratik zekaya sahip olduğu ama aklının sadece çakallığa çalıştığı bir kera daha görülmüştür.
tanıdığın bütün askerler komando olarak yaptıysalar askerliklerini, bir anda bunalımlı anlara dönebilcekleri, onlar dönmese bile anlattıklarıyla seni mahvedicek anılardır. bitmez, bitemez, uzar gider..
sabah öğle toz toprak içinde eğitim sonrası öğleden sonra eğitim salonunda ders. bir bölük acemi asker masalarda oturuyor...
astsubay : Orada bir ses mi duyuldu.
sessizlik.....
astsubay : kim o asker. sen misin asker (o askerin yanındakine dönerek) şuna çok sert bir tokat vur...
şırakkkk.....
astsubay : olmadı sert vuramadın. sen asker bu sert vuramıyor ona sert vurmasını göster.
şırakkkk..... iyi tokat vuramayan asker yamulur...
astsubay : şimdi şu ses çıkaranada vur bakalım ama daha sert olsun.
şırakkkk.... ses çıkaran askerden baya bir ses gelir. bazı askerlerden gülüşmeler olur...
astsubay : sen sen sen sen neden güldünüz.... birbirlerinize tokatlayın...
tak şırakkk tuk pat.....
astsubay : hahaha, siz üçünüz iyi vuruyorsunuz sen iyi vurmadın diğerleri sana öğretsinler...
...
...
...
...
astsubay diğer astsubaylara dönerek: devrem bu iş tuttu hemde eğlenceli...
...
...
...
arkası yarın ki derste reytingi artarak devam eder....
(bu tamamen bir hayal ürünüdür ve yabancı bir ülkede gerçekleşmiştir) *
anlatilanlarin %80 i hayal ürünüdür.. herkes rahattir, herkes mutludur, keşke gelmesedir.
başa gelen iyi olaylar 1. tekil şahista ballandirila ballandirila.
kötü olaylar ise 3. tekil şahista anlatilir konuyla alakasi yokmuşcasina anlatilir..
-x komutan vardi. geldi bölüğe ana avrat kaydi herkes mal mal bakti. * niye uzaktan uzaktan anlayiyorsun.. *
komik olduğu kadar bir o kadarda duygusaldır 'duygu seli'nin içinde boğulmaktır. sol eliniz ahize'ye uzanır ama, ana'ya, bacı'ya, sevgili'ye duyulan özlem o kadar artmıştır ki 'zirve' tabiri bile yetersiz kalmaktadır. eğer ki telefon'da anne'nin, kızkardeşin yada sevgili'nin sesi duyulması halinde önüne set çektiğiniz gözyaşları, yıkar o duvarları tarumar edip hıçkırık kuyu'sunda kaybeder, onun için aranmaz duyulmak istenilen herhangi bir ses. akşam olur akşam'a varılır yorgun bir şekilde tabura gidilir, lakin yorgunluk zorlu eğitimden öte o hasret'in yorgunluğudur. yine sol el uzanır ahize'ye bu sefer yorulmuş yürek izin vermez. bunca yorgunluğun üstüne "kaldıramam" der. hak verir ilk defa mantığınız ona, sürekli kavgalı olduğu yürekle ilk defa uzlaşır. bu sefer sağ el sol cebe uzanır, çıkarır sigara paketini, dudaklara götürür. o dudaklar ki yüreğin ateşli bir şekilde hasret duyduğu anne'ye, kardeş'lere, sevgili'ye dil olacaktır. yüreğin onları ne kadar sevdiğini söylicektir. günün son saat'leri yaklaşmış artık koğuşlara varıp uyulacaktır. çamur'dan kendi ağırlığının iki katını bulmuş postallar ağır ağır çıkarılır. postal'dan içeri kaçan sulardan ötürü ayaklar bir yerde nasır tutmuştur, pişik olmuştur, çoraplar'dan gelen koku fareleri bile tiksindirmektedir. bir anda dünya'nın en değerli varlığı olan, 'anne' akla gelir onun siz giyesinizde özenle hazırladığı kıyafetleri anımsarsınız. önüne set çektiğiniz gözyaşları yine duvarları zorlamaktadır, taştı taşacaktır son bir gayretle durdursunuz, fakat o gittikçe köpürdükçe köpürmektedir. başınızı yastığa koyarsınız kavuşmasını umduğunuz tüm dostların ve sevilenlerin hayallerini kurarsınız hem bedenin hemde ruhun yorgunluğu ile hemen uyursunuz. rüyanızda elinizde teskereniz buram buram hasret kokan memlekete varmışsınızdır. çok güzel bir havası ve kokusu vardır. içinize çekersiniz, çekersiniz ciğerleriniz patlayıncıya kadar çekersiniz. bir anda anne belirir ondan sonra kardeşler ondan sonrada sevgili. onlara doğru koşarsınız sarılırken birden; "koğuuuuuuuuuş kalk" sesi ile uyanırsınız. rüya'da bile kavuşmanıza imkan tanınmamıştır. bu paradoks üç ay boyunca böyle devam eder gider. dağıtım günü gelmiştir şansınıza istanbul çıkmıştır. lakin sözde akıllık edip bir haftalık dağıtım izni kullanılmamıştır. direk dağıtım olacağınız yere gitmişsinizdir. ordan'da sizi cezaevi'ne metris'e göndermişlerdir, metris'tende bakırköy ruh hastanesindeki cezaevine. pişman olmuşsunuzdur ama nafile, olan olmuştur bir kere. günler haftaları, haftalar ayları kovalamıştır. gittikçe dayanılmaz olmuştur. bir gün çavuş sizi gece üç-altı nöbetine kaldırmıştır. ağır ağır kalkılır uykudan kamuflajlar giyilmiş postallar çekilmiştir ayağa. nöbet tutacağınız 'kule dört' e varılmıştır. bir sağa bir sola deli gibi gidilmektedir hastanedeki deliler gibi. birden, bir anda, hiç umulmadık vir vakit'te... bir kadının çığlık sesi duyulmuştur. ve hasret kokan o şiir kendiliğinden dudaklardan dökülmektedir;
gece üç-altı kule dört nöbetinde,
gecenin sessizliğini yırtan bir kadının çığlık sesinde.
misafir etmiştim ben sizleri gönül bahçemde,
ve sormuştum sizlere beni ne kadar seviyorsunuz? diye.
cevap vermiştiniz; bülbülün güle olan sevdası gibi, demiştiniz.
irkilmiştik ben ve yüreğim.
nasır tutumuştu yüreğim, postaldaki ayak misali,
ayak kaçan sudan, yürek'se ateşli bir hasretten...
karakol komutanı gelir gelmez soluğu hemen onunda yanıda almışsınızdır. o, karakol komutanı ki sabahları azralin bile yanında uysal bir çocuk gibi durduğu. toplarsınız tüm cesaretinizi kapısını çalarsınız. komutanım;
arz-ı endam edeceğim bir derdim var,
kor alev gibi sönmek bilmeyen bir hasretim var
önüne set koyduğum, artık durduramadığım gözyaşlarım var,
sizin 'evet' demenizle son bulacak bir özlem kasırgası var.
tadında anlatırsınız, o bile iç çeker o sinirli hali ile, iç çektiği kadar'da kızar; "olm salakmısın sen madem öyle niye dağıtım iznini kullanmadın. hadi kullanmadın niye bugüne kadar söylemedin." diye çıkışır size. ve anlarsınız izin verdiğini. merhum akif'in istiklal marşındaki dizelerinden bir tanesi olursun sanki. "verme, dünyaları alsanda bu cennet vatanı" verilen izin, cennete yolculuk bileti olmuştur sanki. 'esenler' otogarına varırsın. -ulan otogar, senin adın esenler, benim adım esener. adaş sayılırız -bilet yok- kelekliği yapma bana- diye tehdit edersiniz. yirmi iki saat süren yorgunluğun ama bir o kadar tatlı olan seyahat son bulmuştur. saat sabahın beşidir. şehir merkezine gidecek araç yoktur o satte yarım saatlik tabanvay yolculuğu'da güle oynaya şarkı söyleye söyleye bitmiş eve varılmıştır. kapının kilitli olduğunu bilirsiniz yan komşunuz her zaman ki gibi erken uyanmıştır kendi kapısını açar size ordan evin damına atlanır. usul usul sessizce merdivenlerden inersiniz. kokusuna hasret kaldığınız annenizin koynuna girersiniz kokusunu ciğerleriniz taaa en ücra köşelerinize kadar çekersiniz. o'da kokunuzu alır almaz uyanır. "yavruuuuum" diye bir nara atar, tüm ev ayağa kalkar uyku sersemidirler. rüya sanırlar ama, farkına varırlar gerçeğin. tutarsınız kardeşleri öpersiniz. bayram havası vardır artık evde. -olm niye izine gelmedin bunca vakit, hadi gelmedin niye haber vermedin- diye serzenişte bulunur anne. cevabınız tatlı bir öpücük olur. kahvaltı yapılır hasret giderilir. dışarı çıkacakken anne -nereye- diye bir soru yöneltir. cevabınız -gelirim bir saate kadar- olur. ikinci bir soru daha, lakin bu çok can alıcıdır. -onamı- der anne. -evet- cevabı verilir. -boşver gitme oğlum- karşlığını alırsınız. annenin bu ısrarını anlamaz ona yönelirsiniz. zorda olsa ağızdaki baklayı çıkarırsınız. başkası ile nişanlandığını öğrenirsiniz. geldiğinize geleceğinizi'de bin pişman olursunuz. deli gibi dışarı fırlarsınız. kartal kalesine varırsınız. şehrin en yüksek yerine. artık gözyaşlarını tutmanın bir anlamı yoktur. coşkun nehirler gibi akıp giderler.
anlamsızlaşır birden herşey 'anlamsız anılar' olarak zihninizde yer edinmiştir artık.
havacı olarak askerlik yapmıstım.ama öyle böyle değil herkes cok rahattı uzun dönemi kısa dönemi.beleş askerlik olsa gerekti bizimkisi.her yere şafak karalanır.bunlardan bi taneside yazmış."bugünde ölmedim anne" sanki cok dagda bayırda carpışıyo.akşam 5 te kalkamakla asker olunmuyo.
ben henüz askere gitmediğimden yaşamadığım ama tanıdıklardan dinlediğim güldüren olaylardır.
bir abiyle yaşadığım diyalog:
abi: her yemekte et vardı genelde.
ben: nasıl et kırmızı et mi?
abi: yok beyaz et ama tavuk değil
ben: ne peki?
abi: valla tavuk değil, ben daha önce öyle tavuk yemedim. hindi diyenler vardı ama daha önce hindi yemiş arkadaşlar hindi de olamayacağını söylüyorlardı.
ben: ?&%&?%??
k: sevgilin var mı ?
a: aktif yok ama düşünüyorum komutanım.
k: aktif mi, aktif ne olum, pasif nisin sen ?
a: şey yani komutanım, halihazırda yok.
k: tamam.bul birini.12 ay geçmez zaman burda
a: emredersiniz komutanım.
olmasaydı boşluğunu ne ile dolduracaktı mavi nüfus kağıtlılar acaba diye sorası geliyor insanın?olmayanları tutuklayanların insanda utanç hissi yarattığını düşünürsek..
(bkz: mehmet tarhan)
kahramanlarımız sabah sporunda tüfeksiz hareketlerde 4 sayısı hareketi yapamayan asker ve kamoutan
komutan: lan hasan.alllahın salağı.malsın olum sen mal.daha 4e kadar sayamıyosun.
hasan: sayarım komutanııııım
komutan:sayamazsın lan
hasan:sayarım komutanııım
komutan:say lan
hasan: 1-2-3-4-5 (bir çırpıda höyürerek)
komutan: gördün mü sayamıyosun. dön lan memleketine doğru bak gökyüzüne geçen her kuşa selam vericeksin.
askerliğimin yaklaşması itibariyle ve askeri ortamın içinde yaşamanında verdiği korkuyla o günü beklemektir ve bitincede ne kadar ilgi çekici anım varsa bu entrye yazıcam. wallahide yazıcam billahide yazıcam.