1997 tarihli et yiyen arkadaşıma selam eder. 1958 damgalı, simsiyah kirpi dikenine benzer kılları olan haşlama eti, acemi birliğinde, egemin güzel foçasında, bir nefes hasret gibi, açlıktan başım döne döne nasıl höpürdettiğimi dün gibi hatırladığımı, selamlarıma eklemek isterim.
özlemeyi bile özler insan bir süre sonra.
özleyecek kadar hatırlarsanız yaşamı, henüz tam manasıyla asker olmamışsınızdır demektir.
askerdeyken, ben burada doğdum, burada yaşadım ve burada öleceğim diyeniniz varsa ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştır.
silahına yaslanıp, sırtını yalçın kayalara verdinmi, yüreğinde şehit arkadaşın, beyninde, elinden uçup giden intikam fırsatı, botun içinde soluksuz ayağın zonkladığı an, yaşamda, ölümde kamuflajına sıvanmış, bir selam çakmalık, emret komutanım oluverir.
aile ve istediğini yapabilme özgürlüğünü geçersek insan en çok eti özlüyor. ha diyeceksiniz ki asker et yemiyor mu? yiyor hem de elma gibi kütür kütür. lakin gel gör ki kasaptan aldığınız etle askerde yediğiniz et bir değil. yemeğin içindeki bildiğin kum ama birileri size onun kıyma olduğunu söylüyor. koca budun üstünde 1997 tarihini gözlerimle gördüm. şimdi o etin tadı olur mu?