Askerlik iyidir, hoştur, zordur ama bekleyen için çok zordur. Bekleten için daha da zordur. Bekleyen 1 kişiyi özler ama bekleten herkesi, herşeyi özler. Anne, baba, kardeş,sevgili özlenir, birlikte yaptığın herşey özlenir, cam tabakta yemek yemek özlenir, cam bardakta çay içmek özlenir, halıya basmak bile özlenir. Hepsine kavuşunca şükredersin ama, sevgiliye kavuşunca bir daha doğarsın sanki.
aslında ilk bir haftayı tamamladıktan sonra çok da zor gelmeyen hadise. ilk gidişinde "ben ne yapacağım şimdi" denilmektedir, zamanla alışmaya başlanmaktadır, son 28 gün kaldğında da insanın aklına "ne çabuk geçti yahu, dün gibi gidişi" şeklinde huzura kavuşturan düşünceler gelmektedir. velhasıl gözde büyütmemek lazımmış, göz açıp kapayıncaya kadar uçup giden çocukluk, kucaktan kucağa "kucak kucak kucak" denilerek dolanmaların bir çırpıda mazide kalması,insafsız bir şekilde hızla geçen zaman, sevgili askere gitti diye yavaşlamıyormuş, aynı tempoda hızla, göz açıp kapayıncaya geçiyormuş. aslında keramet sevgili gitti diye eve kapanmamaktaymış, işe güce konsantre olmakmış.. işte hayattan bir 5 ay daha geçti.. halbuki daha dün gibi..
sevgilinin hayalinin, gündelik hayatın bir parçası olmasıdır. elbette bu kadar kolay başlamaz hiçbir şey, süreç, kanseri kabullenme ile benzerlikler gösterir.
gittiğinde, ilk önce neyin ne olduğunu anlayamaz, algıda sıçma yaşarsınız. gerçek tüm ağırlığıyla yavaş yavaş çökmeye başladığında izleyen süreç ise, "depresyon" aşamasıdır. fişi çekilmiş televizyon gibi, günlük hayatta yapmanız gereken en basit-temel şeyler için bile enerjiniz kalmaz. okula-işe gitmek zulüm gibidir, bir gayret gittiğinizde ise yüzünüzden düşen bin parçadır, çevrenizdekilerin sizi neşelendirme çabaları sonuçsuz kalır, hem onları, hem kendinizi üzerek ayrılırsınız yanlarından. bu aşama, askerlik başlarına tekabül ettiğinden ötürü; sevdiceğin mektup, telefon ve benzeri görüşme imkanları genel olarak son derece kısıtlıdır, dolayısıyla 2-3 dakikalık bir telefon konuşmanız sevinçten hüngür şangır ağlamanızla bitebilir, korkmayın, histerik ya da manyak değilsiniz.
ikinci safha, "kabullenme" aşamasıdır. oda duvarları, telefon ekranı, cüzdan içi gibi muhtelif yerleri onun fotoğraflarıyla doldurursunuz. "beterin beteri var" düsturunu kendinize uyarlamaya çalışıp, "ya uzun dönem olsaydı" v.b. çeşitlenebilecek yüzlerce ihtimali düşünür, halinize şükredersiniz. dikkat dağınıklığı ve isteksizlik görülüyor olsa da, genel tabloda hatrı sayılır iyileşmenin olduğu bir safhadır.
üçüncü safha, "plan" aşamasıdır. ilk ve ikinci safhadaki depresif hava, bu safhada büyük ölçüde dağılmış olduğundan ötürü, o döndüğünde neler yapacağınız, nerelere gideceğiniz gibi hayallere kaptırırsınız kendinizi. genel tablodaki iyileşme yüksek düzeydedir; artık okula-işe konsantre olabilmeye başlarsınız, arkadaşlarınızla sevgiliniz ve askerliği hakkında konuşmak eskisi kadar acıtmaz. batar, ama acıtmaz.
dördüncü safha "bekleme" safhasıdır ki, şahsımın da içinde bulunduğu güllük gülistanlık ancak zamanın gıdım gıdım ilerlediği bir süreçtir. sevdicek artık eşyalarını yavaş yavaş toparlamaya başlamış, kendisini ziyarete gelen yakınları vasıtasıyla peyderpey evine yollamaya başlamış, dönüşüne sadece 2-3 hafta kalmıştır. bu süreçte askerlikten bahsedilmesi asker yakını deneğimizin suratında anlamsız bir sırıtışın hasıl olmasına sebep olur.
sevgili dönecektir, herşey kaldığı yerden tam gaz devam edecektir, sayılı gün çabuk geçerdir, çok çok az kalmıştır, dir, dür....
zaman geçtikçe kolaylaşacağına daha da çok zorlaşandır. 158 günden düşüyorsun, 158 gün sevgilin yanında değil, izin kullanmazsa tabii. tek bir gün gördüm sevgilimi gittiğinden beri o da hatay serinyol'dan diyarbakır ktm'ye gitmeden önce verilen 1 günlük yol izninde sabah geldi istanbul'a akşam da döndü diyarbakıra. sadece bir gün ve o kadar afallayıp da kalıyor ki insan gördüğü anda, konuşamıyor bir şey yapamıyor. sadece bakakalıyor, özlem o kadar çok büyüyormuş ki meğerse aptala döndürüyormuş insanı. 15 ocaktan bu yana bir sürü zaman geçti, şafak 12den sonra ığdır ama özlem bitmiyor, katlanarak büyüyor. son bir haftadır iyice sulugöz oldum neredeyse, ne okusam sağda solda gözlerim doluyor, telefondaki mesajları okusam bir acayip oluyorum. şırnak'a mektuplar gitmiyor, telefon hatları kesiliyor, soğuk orayı terk etmiyor ben burada dört dönüyorum.
bitse artık askerlik, 15 mayıs dese tarih. ben havaalanına gitmiş olsam, onu beklesem. bir daha şafak saymasak, konuşamasak birbirimizi görünce, sadece sarılıp ağlasak,
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm.
şafak karanlıksa görüşebileceğiz günler için geri sayarsınız çaresiz. her görüşme için heyecanlanmak, o günü beklemek aslında garip bir keyfi de barındırır içinde. ama şu gidip gelmeler ne zaman bitecek, çabuk bitse diye hayal kurduğunuz günler de az sayıda değildir tabi ki.
yorucu, sıkıntılı ama geçiyor ya bir şekilde. sağ salim döndükten sonra gerisi yalan hikaye. **
şu hayatta en zor dönemlerden biridir bence.
o ilk bir ay her telefon sesine o diye koşmak,
rehbere kayıtlı olmayan numaraları kayıtlı olanlardan daha çok sevmek,
her "nasılmış?" diye sorulduğunda daha "iyiymiş" bile demeden hıçkırarak ağlamaya başlamak,
elinin sürekli telefona gitmesi ama çalmayacağını bilmen ve daha bir sürü şey.
normalde olsa saat sabah 05.00 da biri arayıp "nasılsın?" dese küfrederek kapatacağın telefonları bu sefer "çok şükür" diye açarsın. o bölünen uykudan sonra uyunan uyku en rahat en huzurlu uykun olur.
5 ay kalmıştır. ama 5 ay sonra yine eskisi gibi olmayacaktır. ben bekliyorum ama o beni ne hatırlıyor ne umursuyor. kim bilir aklında neler vardır. bir gün hatırlamamıştır belki beni.. yine de bekliyorum gelsin. belki bir şansımız olur. olmaz da.. insan bekliyor işte.