ask the dust

    1.
  1. John Fante 'nin en okunasi yapıtıdır kanımca, Henri Chinaski 6.5.1979 ise tarihinde kitap hakkında şunları söylemiştir.
    Aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. Daha çok Los Angeles Halk Kütüphanesi'nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla, ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu. Herkes sözcük oyunları peşindeydi sanki, süslü cümleler kurup hiçbir şey söylemeyen yazarlar mükemmel addediliyordu. Yazıları beceri, kurnazlık ve biçim karışımıydı ve öğretiliyor, özümseniyor ve okunuyorlardı. Herkesin işine gelen bir tertiple, çok düz ve kurnaz bir Dünya Kültürü ile karşı karşıyaydık. Biraz kumar ve tutku bulabilmek için devrim öncesi Rus yazarlarına gitmek gerekiyordu. istisnalar vardı, ama sayıları o kadar azdı ki bir süre sonra onlar da tükeniyor, kendini raflar dolusu can sıkıcı kitaba bularken buluyordun. Geçmiş yüzyılların edebiyatına ve bütün olanaklarına rağmen çağdaş yazarlar iyi değillerdi.

    Raflardan çekip göz attıktan sonra yerine koyduğum kitapların sayısı bini geçer. Neden kimse bir şey söylemiyordu. Neden kimse haykırmıyordu?

    Kütüphanenin başka odalarını da denedim. Din kitaplarının bulunduğu oda devasa bir bataklıktı-benim için. Felsefeye girdim. Beni bir süre için neşelendiren iki sert Alman buldum, sonra o da bitti. Matematik denedim ama yüksek matematik dinden farksızdı; üstümden kayıp gidiyordu. Aradığım mevcut değildi sanki. Jeoloji denedim; bir süre ilgimi çekti ama çok sürmedi. Cerrahi üstüne bir kaç kitap buldum, sevdim; sözcükler yeni, çizimler harikuladeydiler. Orta kolon ameliyatını özellikle sevmiş, ezberlemiştim.

    Sonra cerrahiden de sıkılıp romancı ve öykücülerin bulunduğu büyük odaya döndüm. (Yeterince ucuz şarabım varsa kütüphaneye gitmezdim. Kütüphane içecek ve yiyecek bir şeyin olmadığı ve ev sahibesinin kira yüzünden peşinde olduğu zamanlarda gidilecek yerdi. Kütüphanede tuvalet ihtiyaçlarını görebiliyordun hiç olmazsa.) Kitapların üstünde kestiren berduşlar eksik olmazdı kütüphanede.

    Büyük odada gezinmeye, raflardan aldığım kitaplardan bir kaç satır ya da bir kaç sayfa okumaya devam etti.

    Derken bir gün bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. Bir kaç paragraf okudum. Sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. Cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. Her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. Cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. Duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. Mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla içiçe geçmişti. O kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.

    Kütüphane kartım vardı. Kitabı alıp odama götürdüm, yatağıma uzandım, okumaya başladım ve çok geçmeden farklı bir üslup geliştirmiş biri ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. Kitabın adı "Toza Sor" yazarı ise John Fante'ydi. Fante'nin yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı. Toza Sor'u bitirdim ve kütüphaneye gidip diğer kitaplarını aradım. iki tane buldum; Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle, Bandini. Aynı üslupla yazılmışlardı; kolayca ve yürekten.

    Evet Fante beni çok etkiledi. O kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. Benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. Bazen ona, "Bana orospu çocuğu deme! Bandini'yim ben, Arturo Bandini!" diye bağırırdım.

    Fante benim Tanrı'mdı ve Tanrı'ların rahatsız edilmeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. Ama Angel's Flight'ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını düşlemeyi severdim. Hemen her gün oradan geçerdim. Camilla'nın tırmandığı pencere bu muydu? Lobi bu mu? Hiçbir zaman emin olamadım.

    39 yıl sonra Toza Sor'u bir daha okudum. Fante'nin bütün kitapları bugün de tazeliğini koruyor. Ama benim favorim, Toza Sor, çünkü sihiri keşfettiğim ilk kitaptı. Dago Kırmızı ve Bahara Dek Bekle Bandini'den başka kitapları da var Fante'nin. Hayat Dolu ve Üzümün Kardeşliği. Şu anda Fante Bunker Hill Düşü adlı yeni bir roman yazıyor.

    Fante'nin nihayet bu sene, çok farklı koşullarda tanıdım. Fante'nin öyküsü bu kadarla kalmıyor. Şanssızlık, bahtsızlık ve ender bulunan bir cesaretin öyküsüdür onunki. Bir gün anlatılacaktır, ama burada anlatmamı istemediğini hissediyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim; sözü nasıl yazdıysa hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi, yürekten.

    Yeter şimdi kitap sizin.

    Charles Bukowski
    8 ...
  2. 7.
  3. romanın çevirmeni, bukowski çevirmeni olarak tanınan avi pardo.
    romanın kendisine gelirsek:
    kahraman arturo bandini.
    bandini'nin aşkı; meksikalı, garson ve ot kafa camilla lopez,
    flörtü ise; orta yaşlı, vajinası yaralı, yazmayı düşlediği
    romanının malzemesi vera rivken.
    bandini'nin yuvası; los angeles, bunker hill-angel flights otel odası.
    ve 'ask the dust'ın kısa bir özeti:

    --spoiler--
    arturo bandini otel odasında yaşar ve yazar olmak tek hedefidir. 'minik köpek güldü' öyküsü bir dergide yayınlanır ve uzun süre bununla avunur. nihayetinde bir öyküsü daha yayınlanır ve son olarak ilk cinsel deneyimini yaşadığı vera'nın hikayesini ve onunla yaşadıklarını yazdığı roman ile parayı bulur. uzun süre 29' model ford'unda yaşar, gezerek. sadece kahve ve hamburger molası verir. sonunda sammy'e olan aşkından derbeder olmuş hastaneye yatıp sonrada kaçmış olan camilla'yı kendi odasında bulur. bir yavru köpek alıp, long beach'e uzarlar, bir aylığına bir ev kiralarlar. bandini eşyalarını toparlamak için otel odasına döner ve geri geldiğinde camilla ile köpeği bulamaz.
    evin bir anlamı kalmaz, tekrar otele döner, eski odası tutulmuştur, uygun bir yer bulamaz. her şey ters giderken sammy'den bir posta kartı gelir ve camilla ile köpeğin onun barakasında olduğunu öğrenir. basar gider ama sammy üç gün önce ayrıldıklarını söyler. bandini istikameti öğrenir ve koltukta duran kitabının ilk sayfasını açıp şöyle yazar; 'camilla'ya sevgi ile, arturo'. ve son paragraf;
    kitabı güneydoğu istikametinde 200 metre kadar taşıdım, sonra var gücümle camilla'nın gittiği yöne fırlattım. sonra arabaya bindim, çalıştırdım ve los angeles'a döndüm.
    --spoiler--

    her şey tozdan oluşmuştu ve yine savrulup toza dönüşecekti!
    8 ...
  4. 9.
  5. Selma hayek ve colin farrell ın rol aldığı bir film. ağır bir temposu var ve bu da filmi sıkıcı yapıyor. Ancak işlediği konu oldukça ciddi ve ağır.
    Filmde, amerika'ya aynı hayallerle gelmiş -zengin ve saygın olmak- italyan bir yazar ve Meksikalı bir kızın birbirlerine olan aşklarını anlatıyor. Bunu yaparken de yönetmen,ırk ayrımını gözler önüne seriyor. meksika'dan amerika'ya gelen camilla'nın* en buyuk hayali, Amerikalı bir beyazla evlenmek ve böylece utandığı soyadından ve sahip olduğu kimlikten kurtularak Amerikalı olup saygı görmektir. arturo bandini* ise ünlü bir yazar olmak istemekdir. Bu iki göçmenin yolları camilla'nın çalıştığı cafede kesişir. bandini çocukluğunda maruz kaldığı hakaretlerin ve ayrımcılığın etkisiyle camilla'yı her fırsatta aşağılar. Ancak aslında aynı kaderi paylaşan bu iki insanın başta birbirlerine duydukları antipati zamanla tutkulu bir aşka dönüşür.

    not: ben kitabı okumadım dolayısıyla varsayımların hatalı olabilir.
    4 ...
  6. 14.
  7. --spoiler--
    "Gece gündüz Ford'umda yaşıyor, bir tek hamburger ve kahve molası veriyordum. Hayat böyle yaşanmalıydı, gayesizce dolaşarak, bir mola ve yola devam, beyaz çizgiyi izle, bir sigara yak ve çölün şaşırtıcı göğünde anlamları ara boşuna."
    --spoiler--
    3 ...
  8. 8.
  9. parantez yayınları'ndan çıkmış harika kitap.

    arturo bandini adlı karaktere ısınıverir içiniz. camilla adlı hatuna ise bu kadar arızalı olması sebebiyle küfürler yağdırırsınız. kitaptaki vera karakterine de "iyi bir netice" için teşekkür edersiniz içinizden.. öyle bir kitap..
    3 ...
  10. 12.
  11. kitaptan alıntı:

    "uzun parmakalrını aç ve yorgun ruhumu geri ver. ağzınla öp beni çünkü açım meksika ekmeğine. burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran, beyaz gerdanında ölmeme izin ver. şu uykusuz gözlerimdeki özlemi al ve bir güz tarlasında uçuşan kırlangıçları besle onunla çünkü seni seviyorum, camilia, ve adın dönmeyen sevgilisi için son nefesini verirken gülümseyen cesur prensesin adı kadar kutsal..."
    3 ...
  12. 20.
  13. arturo'nun savurganlığına bayılıyorum ben bu kitapta. iki gün önce parasızlıktan sadece portakal yiyebilen adamımız eline üç beş dolar geçince o parayı çarçur ederek öyle güzel vakit geçiriyor ki kitabı her okuyuşumda saçma sapan bir öykünme baş gösteriyor bende. sanki onbeşi olunca maaşı biralarını dahi tam olarak içemediğim izbe bir barda bahşis olarak bırakacakmışım da o mutluluğu yaşayabilecekmişim gibi. oysa arturo'nun motivasyonu mutluluk değil kelimenin tam da anlamıyla paranın "kıymetini" hiç bilmemesi ve bunda bir sorun görmemesi. işte bu hiç birimizin yakalayamayacağı muhteşem bir his olsa gerek.

    --spoiler--
    kitabı birden fazla okuyup, filmini seyretmiş olsam da (ki filmi pek beğenmedim) iki küçük nokta var tam olarak aydınlatamadığım; birincisi sammy ile carmilla arasında olan bitenler, sammy'de birden başlayan carmilla nefreti arkasında yatan olay, ikincisi de deprem mevzusunun hikayeye ne gibi bir katkıda bulunduğu, fante'nin buna neden yer verdiği..
    --spoiler--

    mis gibi kitaptır. toz değil portakal kokar.
    2 ...
  14. 6.
  15. özgün adı 'ask the dust' olan john fante romanı
    türkçe'De 'toza sor' adıyla yayınlanmıştır ancak
    geçen yıl vizyona giren romandan uyarlanan filmin vizyon adı
    'aşka sor'dur. oysaki bu filmin de özgün adı 'ask the dust'tır.
    bu anlamda kaynak tektir: 'ask the dust'
    2 ...
  16. 2.
  17. devamında ya da öncesinde aynı yazarın "bahara kadar bekle bandini"sinin de okunması gerekmektedir. kitaplar bir araya gelince büyük hayaller kurmayı ve gerçekleştiğinde o çok anlamsız hissettiğiniz anları hatırlatacaktır.
    2 ...
  18. 10.
  19. bir john fante kitabı.

    okuyanda bir absolut rasperry tadı bırakıyor.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük