asarım kendimi

entry2 galeri0
    ?.
  1. naz ferniba öyküsü.

    a.

    Bizim köyün dağa sırtını verdiği yamacında, en sondaki evin avlusunda sabah öten horoz ile uyandığında çocuk (Fikret), tatilin başlangıcında zamanı ziyan etmemek için uyumak yerine hayatı izlemeyi seçmişti kendisine. Dokuz yaşında daha, tarla-bağ-bahçe aralarında koşturur, kendisine oyalanacak çok şey bulurdu. Horoz onun horozuydu üstelik. Civcivken beslemeye başlamış, horoz oluşunu izlemişti sevinçle. "O benim horozum, kimse dokunmasın" cümlelerini her gün itinayla savururken avluda, duymayan var mı diye bir de bakınırdı kim varsa o sırada çevresinde. "O benim saatli horozum..." Sabah sabah, daha yeni yeni aydınlanmaya başlarken hava, elini-yüzünü tulumbadan çektiği buz gibi suyla yıkar, elini yüzünü kurulayıp aceleyle geniş avluyu yedi kova su ile çamur etmeden hiçbir yeri sulayıverir, toz kalkmasın çiçekler toza bulanmasın diye yaptığı bu işlemin hemen akabinde avlunun her yanını kaplayan küçüklü büyüklü tenekelere kendi elleriyle diktiği canım çiçekleri özenle sular, kurumuş yapraklarını ayıklar, açmış çiçekleri bir bir koklar, biraz da yaprakların tozunu alsın diye üzerine su serperdi. Her gün rutin bir işlemdi bu onun için, işte bugün de aynısını sil baştan yapmaya başladı. Avlunun ahıra bağlandığı koridoru süpürüp, avluyu da kirlerden hızlıca temizledikten sonra minik buzağıyı ziyaret etti. Kocaman biberonuna sütü doldurdu, onun sevincini izleye izleye onu bir güzel doyurdu ve samanlıkta yatan diğer hayvanların önüne yemlerini koyuverdi. Bir çırpıda ahırın içine yayılmış kirleri toparlayıp evin arkasındaki bahçenin köşesine yığdıktan sonra havalansın diye kapıların dördünü de açıverince içeri mis gibi bir aydınlık yayıldı. Yaptığı işten ve yaşadığı yerden yine memnun kalmıştı. Köy hayatını seviyordu. Bunun sebebi başka bir hayatın varlığından henüz haberinin olmaması kuvvetle muhtemeldi, ancak köyün diğer kendi yaşıtı çocuklarında böyle bir sevgi henüz gelişmemişti. Onlar da başka bir hayatın tadına bakma fırsatını yakalamadıklarına göre Fikret'ti aslında özel olan. Bakmayı bilmesiydi ya da baktığını görebilmesiydi. Şöyle böyle bir saat oyalandıktan sonra işlerle, horozunu yanına alıp avludan dışarı çıktı. Horoz bir köpek gibi nereye gitse takip ederdi Fikret'i. Şaşılacak şey derdi her gören. Köydekiler bu görüntüyü çok sık görmüş olsa bile çok da alışıldık bir durum olmadığından hep bakakalırlardı ardlarından. Fikret ve horozu aheste aheste geçerlerdi köy meydanından, ne var ne yok bakarlar, her şey yolunda ise duraklamadan yollarına devam ederlerdi. Zeytinlikleri hiçbirini atlamadan dolaşırlar, yabani otları temizlerler, arkların önü kapanmışsa açıverirler, zeytin ağaçlarının diplerini azar azar kazıp, böğürtlen çalılarına "daha vakti var böğürtlenlerin, çok erken" diyerek göz gezdirirler, incir ağaçlarının kokularını içlerine derin derin çekerler, kupkuru toprağa bazen uzanır sıcağını hissederlerdi. Yılanlar ve akrepler sıkça karşılarına çıksa da bunu yapmaktan hiçbir sabah vazgeçmezdi Fikret. Çok değil beş dakika yere uzanıp göğe bakışlarını değdirmeyi severdi. "Nereye gidiyor bu bulutlar horozum?" diye sorardı bir de, üstelik her sabah. Horoz başını kaldırıp kayan bulutlara bakardı sanki. Ama ses etmezdi. Belli ki o da nereye gittiklerinden pek haberli değildi. "Hemen şurası Suriye" derdi Fikret, "Şam, Halep... oradan Lübnan belki... hepsini kimseden izin almadan geziyorlardır ne güzel. Orada yaşayanlar da bakar mı aynı bulutlara horozum?" Horoz yine bulutlara bakar, bu sefer daha uzun süre bakar sanki, ama yine ses vermeden toprağı eşelemeye koyulurdu. incirler boldu bu sene. Nar ağaçlarının çiçkleri kıpkırmızı renk katıyordu görüntüye. Pabuç incirleri de pek güzel görünüyorlardı. Asmalardan sarkan üzüm salkımları birbirlerine çok sık sarkıyorlardı. "Bol bol meyve yiyeceğiz bu sene horozum" dedi Fikret. "Yağmurlar nasıl da yağdı, bütün ağaçlar meyvelendi." Elma ağaçlarının yüklü dallarına dokundu, armutların başındakileri saymayı denedi, zeytinlerin tanelerinin dolgunluğunu kontrol etti ve pek memnun kaldı sonuçtan yine. "Çok bereketli bir yıl, çok.." diye mırıldandı. Fikret sanki dokuz yaşında bir çocuk değil de; hani yaşını geçmiş, sorumlulukları sırtına binmiş olgun bir erkek edasındaydı hep. Farkında bile değildi. "Eve dönerken" dedi Fikret horozuna, "yine çalı-çırpı toplayalım tandır için." Horozu onu dinler gibi yaptı yine ve devam etti onu izlemeye. Zeytinliklerden bahçelere geçtiler, su yollarını kontrol ettiler, tarhları düzelttiler; domateslerin kızarmışlarından, biberlerin en acısından koparıp bahçenin en gölgelik yerine yapılmış olan ahşap, üzeri çalıların dallarıyla örtülmüş, yerden üç basamak yüksek çardağa sığındılar. Güneş yükselmiş, sıcağı yakmaya başlamıştı. Cırcır böcekleri ötüyor, her yerden hışırtılar geliyordu. Sedirin üzerine uzanıverdi Fikret, omuzundaki bez çantayı küçük masanın üzerine bırakıp. Susadığını farketti. Hemen yerdeki testiye davrandı, dibindeki suyu bahçeye döküp kuyudan su çekmeye başladı. Zincirin sesi uzaklaştıkça kuyudan gelen nem kokusu artıyordu sanki. Teneke kova suya değdiğinde epey zaman geçmişti. Kuyu çok derin, suyun bulunduğu yer kuyudan da derindi sanki. iki-üç kere öne arkaya salladıktan sonra zinciri, kovayı yukarı çekmeye koyuldu. Buz gibi suyu testiye boşalttıktan sonra kovanın dibinde kalan suyla yüzünü yıkadı. Susuzluğunu giderdi ve yeniden gidip sedire uzandı. Acıkmış olduğunu düşünmeden iki dakika kestirmek güzel olacaktı. Horozu toprak içinde eşelenmeye devam ederken Fikret orada, öylece uyuyakaldı.



    b.

    "Artık şehri görme zamanın geldi" dedi babası sofra başında. Fikret lokmasının boğazına takıldığını sandı. "Ne zaman?" diye geveledi iki öksürük arasında. "Yarın sabah, erkenden, güneş doğmadan yola çıkmamız gerekiyor." Fikret şaşkın ve sevinçli bu ani haber karşısında diyebileceği her sözü düşündü, ama hiç hissettirmeden bu heyecanı diğerlerine, başı biraz öne eğik yemeğini yemeye devam etti. "Sabunlar.." dedi babası, "Elimizde kalan defne sabunlarının tamamını elden çıkaracağız ki yenilerine yer açılsın." "Evet" anlamında başını salladı Fikret. Yıllardır merak ettiği, gidenlerin anlattıklarıyla hayâlinde bir şekle sokmaya çalıştığı şehre sonunda o da gidecekti işte. Bunu horozuna anlatmalıydı. Geceyi uyur uyanık, garip rüyalar eşliğinde geçirmek Fikret için hiç kolay olmadığından, sabah oldu mu olmadı mı, olduysa nasıl oldu hiç anlayamadı. Bir gözü saatte, bir gözü pencerede bir yattı bir kalktı, bir perdeyi aralayıp gökyüzüne baktı; bir türlü içindeki kıpırtıyı sakinleştiremedi. Şehir onun için gidilebilecek en uzak yerdi çünkü. En uzak ve en büyük yer... Bu yüzden daha kimseler uyanmadan, artık daha fazla dayanamayarak, geceyi ve uyku nöbetlerini bir kenara bırakıp kalktı ve üzerine her günkü kıyafetini geçirdi sessizce. En azından kalan zamanı horozuna olabilecekleri anlatarak geçirebilirdi. Zifirî bir karanlık vardı dışarıda. Avluya inen dik taş basamakları seçebilmek için itinalı adımlar atmaya çalıştı. Ne avluyu sulamak, ne çiçeklerle ilgilenmek, ne de ahırdaki hayvanları yemlemek aklına geldi. Doğruca horozuna gitti. Avlunun bir köşesinde yığılı duran saman çuvallarının üzerine tünemişti. O da bir çuval üzerine bir zıplayışta oturuverdi. Başladı anlatmaya. "Seni götüremem ama. Beni burada beklemeli, her şeye göz kulak olmalısın. Döner dönmez sana bütün gördüklerimi tek tek anlatırım söz. Tek başına bu avludan dışarı çıkmamalısın, sakın unutma..." Babası hazırlandığında, Fikret hâlâ horozuyla konuşuyordu. Evin ışıklarının yandığını görünce zamanın geldiğini anladı ve horozuyla vedalaştı. "Üzülme, geri döneceğim." Hızla sabun kolilerini naylona yüklediler. Bu sırada Fikret annesine yanaşıp kulağına fısıldadı: "Horozumu kesersen asarım kendimi!" Bu bir tehditti. Anneye yapılmış bir uyarı... Bir kez konusu geçtiğinden beri Fikret okul için her evden ayrılışında bunu annesinin kulağına fısıldamayı ihmâl etmedi. "Asarım kendimi!" Kendisi için önemli olan bu noktayı belirttikten ve yanlarına almaları gerekenleri aldıktan sonra baba oğul yola koyuldular. Pazar kurulurken şehre varmış olacaklardı...



    c.

    Kim bir çocuğun söylediklerini önemser ki. Çocuk çocukluğunu yapar, söylediğini de yaptığını da unutur çabucak. Ama tüm bunların yanında çocuğun ne zaman ne yapacağı da hiç belli olmaz. Önünü keskin görebilmesi, olabilecekleri farzedebilmesi pek olası olmadığından, koruyucu bir gözün denetimi herkesin selâmeti açısından önemli. Arkasını boş bırakmamalı, her daim çok da hissettirmeden göz ucuyla kontrol etmeli çocuğu.Fikret aynı günün akşamında eve geri döndüğünde gözlerindeki ışıltı ne kadar güzel bir gün geçirdiğini ve beklentilerinin boş olmadığını gösteriyordu. Yorulmuştu ama, ne çıkardı ki bundan. Şehri görmüştü. Artık köyün içinde dolaşırken bile ona farklı bakacaklardı. Şehir demek böyle bir şeydi işte. Horozuna anlatacak kocaman bir yığını vardı şimdi. Yarın tarla-bağ-bahçe gezerken hepsini anlatmak için bol bol fırsatı olacağından hemen yanına gitmedi. Elini yüzünü yıkadı. Çok acıkmıştı. Şimdi yarı aç yarı tok geçirdiği günün ardından iyi bir yemeği hak etmişti. Sofra başına geçtiklerinde babası şehirde olan birkaç şeyi anlatmaya başlamıştı bile. Evdekiler de merak ediyordu tabiî. Fikret ilk lokmayı ağzına götürdüğünde durakladı. "Hangi tavuğu kestiniz?" diye sordu annesine. Annesi bir an ne diyeceğini bilemedi. Sağına soluna bakındı. Baktı olacak gibi değil direk söyleyiverdi: "Senin horozu..." Fikret hiçbir şey söylemeden elindeki kaşığı bıraktı ve yavaşça sofradan kalktı. Yan odaya geçti. Üzerindekileri çıkarıp pijamalarını giydi ve yatağa girip başına kadar çekti örtüyü. Çocuktu nasılsa. Söylediğini de yaptığını da unuturdu çabucak. Biraz üzülür, yeni bir horoz bulurdu kendisine Fikret. Unutulur giderdi saatli horoz. Fakat bunun her zaman böyle olmadığını öğreneceklerdi, sabahın ilk ışıklarıyla tarlalarının yolunu tutan köylülerden biri koşarak evlerine geldiğinde: "Fikret, asmış kendisini!"
    1 ...
  2. ?.
  3. seda sayan'ın erol köse'ye çemkirdiği sıralar ağzından çıkan söz dizisi.
    (bkz: disipline girmiş kadın)
    (bkz: aslanım ben be)
    (bkz: yediği kabı pisleyen şerefsiz adam)
    (bkz: asarım kendimi)
    ayrıca; https://vimeo.com/116053486
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük