dokuztaş oynamanın keyfini ve alman kale, dokuz aylık gibi oyunların zevkini tadarlarsa bir zamanlar bizim yaptığımız gibi evlere girmeyecek çocuk modelleridir.
lan ne acı bir durumdur aslında. derinlere inip bakınca ne kadar sinir bir durum olduğunu göreceksiniz. şimdiki aptal nesilin anladığı tek şey knight online, metin 2, line age.. lan bir ara mahallede top oynanırdı? 9 aylık falan.
ama suçlamamak lazım. nesil teknolojiyle bir hareket ediyor. onların bir bahçesi yokki yakar top oynamak için. ya da piknik yapmak için. her yer beton. evet klişe ama gerçek.
e şimdi çocuklar ne yapıyor? bir şeyleri eksiliyor mu? hayır. sadece bizim tattıklarımızı tadamıyorlar.
mahalle bakkalının yok olması gibi birşeydir. hiçbir grossmarket bizim murat amca kadar yakın olamadı bana. ne biliyim kutudan kilo ile sattığı bisküviler, akşam ondan aldığım ekmeğin o hafif kuru kenarlarını kemirmek...
çocuk olmak özgür olmaktı sorumluluğun olmamasıydı rahatlıktı kıymetini bildim pişman değilim. şimdiki çocuklar benim yaşıma geldiklerinde bunları söyleyip pişman değilim diyebilecekler mi? beklemek lazım..
-yola iki tane taş koyup kale yapılır birisi topa vurduğunda taşın üstünden mi gitti yanından mı gitti hep tartışılırdı siz o kavganın ne kadar güzel birşey olduğunu bilirmisiniz?
-direkler olmazdı top üstten giderdi, kaleci ona yetişirdi lan diye yüksek bir ses duymanın zevkini bilirmisiniz?
-bakkaldan çalınan süpriz yumurtanın içindeki oyuncağın kimde kalacağı sorunsalını çözmenin tadını..
-annnnee karnım acıktı ekmeğin arasına birşey koy at deyince annenizin gel kendin al şu elinin yüzünün haline bak tüüüh demesindeki tadı..
-bayramlarda kalitesiz şeker verenlerin şekerini direkt dışarı atmanın tadını..
-yada karşı mahalledeki çocukların birisinin sizin arkadaşınızı tartaklamasını sonucu çıkan kavgadan sonra birde anneden dayak yemenin tadını..
-taksi zillerine basıp gelen taksiciye abi bir kadın bastı sonra gitti bilmiyoruz demedeki heyecanın tadını..
-topunuzu kesen zemin kattaki teyzenin camını kırmak için yapılan planın tadını..
-bir kızın elini tutunca lan kızın elini tutmuş vayy bee diyen arkadaşlarınızın o gözlerindeki sıcaklığı..
- eve geç gelince annenizin artık ağzına biber sürücem demesi seninde yok ya hep aynı şeyi söylüyorsun daha hiç sürmedin demesi üzerine annenin ağzına biberi sürüp banyoya kilitlemesindeki o zamanki acıyı şimdi tadı..
bilirmisiniz ? bilebilecekmisiz çok üzülüyorum. büyüyünce zaten yeteri kadar sahtekarlık içgüzarlık görüceksiniz şimdi de internet kafelerde zaman geçirip ilerde anlatıcak anıları oluşturamıyorsunuz.. siz mi öndesiniz ben mi? ben öndeyim çünkü benim insanlarla paylaşacak o kadar çok seyim varki.. size de suç bulmuyorum sizin de suçunuz yok aslında..
bunun bi kötü versiyonu vardır ki o da o sokaklarda birlikte oynadığın arkadaşların artık yabancılaşmasıdır, karşı apartmanında oturur yüzüne gülümsersin başınla bi selam çakarsın oralı bile olmaz.
etrafta sokak kalmamasının, sokağa çıkan çocuğun ölüsünün allah korusun dere kenarlarında falan bulunmasının teknolojiden çok daha etkili olduğu durum.
sokak mı kaldı lan! bilgisayar, bilişim, enfernasyon çağı diye diye kafa sikip durmadınız mı yıllar yılı? her çocuğuun laptobu, bilgisayarı şeysi var artık. hala sokakta yağmur dindikten sonra oluşan çamurda çivi mi oynasın veletler. sokaklar ölüm kusmuyor mu hem? ne sokağı! hangi sokak! herkes cinnet halinde, adam evin içinde bile çocuğunu, karısını sonra da kendini kesebiliyor, bu damların bulunduğu sokağa -kimse kusura bakmasın- ben çocuğumu gönül rahatlığıyla yollayamam zaten. artık sokaklarda oynayan çocuklar kalmamış da bilmem kimin boklu kasesi... sokak mı kaldı ki sokakta oynayan çocuklar kalmamış olsun? bir dönemin sokakta oynayan çocukları büyüyüp dünyayı yüzlerine gözlerine bulşatırmasaydı da o çocuklar da çiviyi çamura saplamaca oynayabilselerdi keşke. zamanın sokakta oynayan çocukları ortalığını amına koyuyor şimdilerde, kimisi iş adamı, kimisi ıvır, kimisi zıvır, kimisi berduş... ortak özelllikleri maç yaptıkları, saklambaç oynadıkları, kumda eşindikleri arsanın ruhuna ihanet etmek. plastikten ağaç yapar anca bu kartlamış çocuklar...
insana acı veren olay. biz eskiden sokakta top oynardık, şimdikiler bilgisayarda fifa, pes oynuyor. biz tabancalarla hırsız polis oynardık, onlar counter strike oynuyorlar. her şey sanallaştıkça sanallaşıyor, çocuklara gerçeği unutturmaya çalışıyorlar. bir önlem alınmazsa yeni nesil çok fena tökezleyecek çok.
sırf bu yüzden çocuk yapma isteğim kalmıyor.çocuğum benim gibi büyüsün,koşsun ağatça uyuya kalsın,toprakla haşir neşir olsun,kendi oyuncağını kendisi yapabilsin ,üretsin biraz...bunlar olmayacak benim çocuğum olsa ben sokağa bırakmayacağım,korkacağım ve o da bilgisayara yönelecek...
insanı hüzünlere ve şükürlere sürükleyen durum.
iyi ki bu zamanda çocuk değilim diye düşündürür insanı. ya arkadaşlarla istop oynamanın, yakartop oynamanın ya da en basitinden sek sek oynamanın tadına varamasaydım dersiniz içinizden.
sonra da yeni nesile acırsınız. bu duygulardan mahrum oldukları için ve gururlanırsınız bir anda çünkü sizin aklınıza gelecek çocukluk anılarınız vardır. ancak onlar ilerde büyüdüklerinde sadece "counter strike da seni nasıl öldürmüştüm ama" diyebilirler bunun da ne kadar güzel bir anı olduğu tartışılır.
hatta bu sokakta çocuk görmeme olayı insanı korkutur dersiniz benim çocuklar zamanına nasıl olur acaba.
sonra da bir dilek dilersiniz içinizden " umarım bir gün sizde arkadaşlarla ip atlamanın rahatlığını, oyunun en heyecanlı yerinde annenin balkondan x ekmek al diye bağırmasının sinirini, bir arkadaşınız oyunu bozduğunda mızıkçıı diye alay etmenin keyfini ama ne olursa olsun yarın gene onu oyuna alıp oynatmanın gurursuzluğunu, arada bir neden çocuğumla alay ettiniz diye gelen anneyle laf dalaşına girmenin saygısızlığını, oyundan vazgeçemeyip ekmek arası almak istediğinizde olan var olmayan var diyen annenize küsmenin lüzumsuzluğunu, parkta salıncakta sallanırken şarkılar söylemenin özgürlüğünü, ben büyüyünce şu olacam şöyle yapacağım diye hayaller kurmanın uçukluğunu yaşarsınız. kısacası umarım bir gün gerçekten çocuk olursunuz."
yeşil alanlara tarlaları söken domuz gibi giren gözünü para kazanma hırsı bürümüş olan insancıkların neden olduğu durum. çocukların oyun oynayabileceği alanlar mı var? bir arsa aldığın zaman belediye sana yoldan 5 metre çek binanı kondur diyor, eğer dayın varsa orada da hile yapabilirsin. çocuk oyun parkı, yeşil alan, oksijen kimin umurunda? hollanda'da binanın işgal ettiği yerin yamulmuyorsam eğer dörtte biri kadar yeşil alan oluşturulması için kanun var, herkes için bağlayıcı. adam balkonunda, binanın çatısında oksijen üretmek zorunda. türkiye'nin her tarafında bir rant kapma savaşı yaşanıyor, çocuklar betonların arasında kalmış durumda. çocuğu bilgisayarın başından kaldıracak bir ortam yok dışarıda, belki de bu yüzden görünmez oldular.
çocukluğunu yaşayamadıklarını düşündüren durum. mahalle maçları yapan yok, terledikten sonra çeşmede su içme sırasına giren yok, macera yok, paylaşım az.. konsollar, bilgisayarlar saolsun.
Teknoloji geliştikçe dünya kirleniyor... ne kadar hayatımızı kolaylaşırıyor gibi gözükse de yalnızlıklara ortam yaratıyor.. erik çalınan komşu bahçeleri; karanlık olana kadar oynanan saklambaçlar, kırılan camlar, bahçelere kaçan toplar, çalınıp kaçılan ziller, çocukca aşklar, toprakla yapılan yamuk çanak çömlekler, akşam sefalarını sıkıp yapılan yalancıktan meyve suları bunların tek şahitleri hep o unutulan SOKAKLAR... leğenlerde kaymayı özlüyor insan, istemiyor kayak tesislerini, özlüyor sokaklarda saklambaç oynamayı, istemiyor çalışmayı... sokak köşelerinde çocukluğunu özlüyor... şimdi dışarı çıkmıyor çocuklar... korku endişe içinde tedirgin; bilgisayar başında büyüyorlar, oyunlardan mahrum, gün geçtikçe betonlaşan; betondan hapishaneler içinde yaşıyor. ne mümkün motorlu araçlardan sokakta oynamak. evlerde bahçe yoksa, parka gidecekler ve yalnız gidemedikleri için parka kim ne zaman götürürse o zaman.
Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Heryere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki. En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmekarası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdi, kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura,falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş..hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Ben kapılarında 'vale' lerin, 'bady'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş ve çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk. iyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
top oynadığınız, koşuşturduğunuz o eski günleri akla getiren durumdur. çünkü artık bilgisayar vardır, teknoloji gelişmiştir ve gelişiyordur. çocuklar sokağa çıkmak yerine evlerinde ya da cafelerde çeşitli oyunlar oynarlar. zamanın geçtiğinin farkına vardıran, iç burkan olaydır.