yusuf hayaloğlu ah ulan rıza şiirinde öyle bir anlatmıştır ki bu duyguyu içini parçalar insanın.
şiirin sonlarına doğru bir yerde öyle içten bir şekilde ''ah dostum, ah..'' der ki gözleriniz nemlenir.
- hemen eski okulun önüne gel herkes orda
+ neden ?
- gel dedim sana ! ( ses ağlamaklıdır ve telefon suratıma kapanır . )
Daha 1 hafta önce yemekte asla birbirimizden ayrılmamak üzerine söz vermiştik . 1 hafta ses soluk çıkmamıştı , dargındım . Aramıyordu , gelmiyordu ....
yemekten sonra sevgilisini motorla eve bırakırken bir araç ile çarpışmışlar ve 1 hafta boyunca hastanede yatmışlar . Gittim ve bana söylediklerinde şok olmuştum zaten psikiyatri tedavisi görüyordum bu olaydan sonra kendime uzun süre gelememiştim . Sevgilisi yaşıyordu . üstünden 4 ay geçti arkadaşımı aldattığı kişi ile sözlendi . 1 sene geçti üstünden ve 16 ocak gecesi Anıl ' ın ölüdüğü gece evlendiler . Ben hala ocak ayında canımın yandığını hissediyorum . Çok özlüyorum onu ! Benle uğraşmasını bile çok özlüyorum . Keşke hala yanımda olsa da benimle uğraşsa diyorum .
bir araba kazasında, gitmeyin etmeyin dememe rağmen yanarak öldüler... sözlük, ben acıklı şeyler yazmayı sevmem. hatta sadece bir entry girdim böyle. fakat bunu içimde tutamam sanırım.
daha taze, geçen sene haziranın onu gibiydi, babam şehir dışına yeni firmalarla görüşmek için gitti, maksat nariman ve ben geziyorduk. akşam oldu bunlar içki içmeye gitti arabayla. dedim yapmayın, içerseniz bile orada kalın, sakın dönmeyin diye... fakat o gece beni dinlemeyip geri döndüler. gecenin bir yarısı babamı arayıp "baba, maksat ile nariman çok geziyorlar. başlarına bir şey gelecek" demiştim.
tam o saatte... yani saat 2:30'da hızla geri gelirken virajı alamamışlar. ertesi gün kapıma manarbek ağa geldi. "oo selamın aleyküm nasılsın aga?" dedim.
-maksat ve nariman öldü.
+nee??
-maksat ve neriman öldü!!
+dur ağa dur ne diyorsun!! otur ne ölmesi ne?
-öldüler, yandılar, kül oldular, yok... bitti...
benden önce görmüş onları morg'da.
o adam psikolojik bunalıma girdi ve şu anda şok içinde. inanın o vücutları görmek istemezsiniz... her tarafı yanmış, yüzü belli olmayan, iç organları tamamen kaybolmuş iki vücut, hemde bunlar dostunuz!! en yakın dostunuz.
ben ise hala onların yüzleri bile belli olmayan o yanık vücutlarını özlüyorum. onlarla çiftlikte gezip kaçan sığırları kovalamayı seviyordum, buzağılara süt vermeyi seviyordum, koskoca adamların çocuk gibi davranmalarını seviyordum...
ben onları arkadaşım olduğu için seviyordum.
hala hatırladıkça aklıma geliyor, üzülüyorum. haziran ayına yaklaştıkça kiminin doğum günü geliyor, kiminin seçim heyecanı, kiminin yeni bir bebeği, kiminin sevgilisi, kiminin ise arkadaşı oluyor. fakat benim anılarımda kalan tek şey yanarak ölen ve vücutlarından arta kalan tek şeyin küller olduğu iki arkadaş.
1 hafta ya oldu ya olmadı. pazartesi günüydü işte. Okula gittim arkadaşımla buluşup. Kolkola girdik okula. Biz ilerlerken arkadaşımı bi kız durdurdu.
- hani bi kız vardı bizim sinir olduğumuz sevgi ydi adı. o ölmüş.
dedi.
ne hale geldiğimizi bilmiyorum. o an için hatırladığım bir şey varsa o da arkadaşımla birbirimizin gözlerine bakıp kalmamız.
arkadaşıma dur dedim hemen koyverme kendini. ben öğreneceğim aslını. sınıfa gittim. çok yakın bi arkadaşım var seval. gözleri şişmiş ağlamaktan. yanıma geldi. asmış kendini dedi. sarıldık birbirimize sımsıkı. ben böyle acı bilmiyorum sözlük. daha önce ölümü hiç yakınımda hissetmemiştim. sonra bizi yakın arkadaşlarını bi sınıfa götürdüler. resmen ağlama sınıfı yapmışlar. gelen yere çöküp ağlıyor orada. ağlıyoruz ama neye ağlıyoruz inanamıyoruz ki. haber geldi dün gece asmış kendini. 12 gibi falan cenazesi varmış. sabahın köründe çıktık okuldan bütün arkadaşlar. yürüdük cemevine. bizi geri çevirdiler daha var diye. her neyse zamanı geldi tekrar gittik. yanımızdan cenaze arabası geçti. o andı işte beynimden vurulmuştum resmen. gitmiyordu ayaklarım bir adım daha. zorla girdik cemevinin bahçesine. yıkamaya götürdüler. isteyen yanına girebiliyordu. istemedim ama gidemedim bakamadım yüzüne. görenlerin söylediğine göre boğazına kadar dikmişler. ayak başparmağında kırmızı ojesi duruyormuş.. ertesi gün mezarına gittik. o artık orada. fotoğrafları odamda aslı yüreğimde. allah affetsin mekanını cennet eylesin güzel kardeşim.
Bir gece yarısı
Daha onsekizindedir ölüm
Bir yandan birileri açar gözlerini
Diğer yandan başkaları kapar.
Sessizdir bir o kadar da çığlık çığlığa
Daha onsekizindedir ölüm.
Fotoğraflar bazen anlatmaz her şeyi
Ataş düştüğü yeri yakar çoğu zaman.
Feryat figan gider bir umut uğruna
Halbuki daha onsekizindedir ölüm.
Sadece ojeleri kalır vücudunda
Sapsarı saçları kesilir bir bir düşer kollara
Yakışmasa da intiharın pençesi
Daha onsekizindedir ölüm.
ne olursa olsun hep desteğini yanınızda hissettğiniz, bazen günlerce birbirinizi arayıp sormasanızda onun olduğunu bilmek bile size güven verirken bir sabah uyandığınızda artık onun olmadığını ve olamayacağını öğrenmek.. o arkanızda hep hissettiğiniz desteğin artık yok olması.. nasıl anlatılır, ifade edilir ki bu durum yaşamadan nasıl anlanır. kimsenin anlamamasını umarım.
gelen telefon; *
-ya bişey sorcam, barışla konuştun mu hiç?
-hayır çok uzun zamandır hiç konuşmadım, nolmuş bişey mi olmuş?
-barış öldü.. trafik kazası, öleli 10 gün kadar oluyor, aslında sana daha önce söylicektim ama b..**
ölüm o kadar yakın ki, daha çok gençti. bende daha gencim ve buna rağmen etrafımda ölen birsürü insan oldu bu zamana kadar..
ne zaman birisi ölse, benim de öleceğim aklıma geliyor, ne zaman birisi ölse üzülüyorum ama elimden bişey gelmiyor..
olm senin yerin burasıydı nereye gittin??
mekanın cennet olsun diyorum* umarım hayatta olduğun zamankinden daha çok canın yanmıyordur orada..
sahurdan sonra gamyun'a sardım gene. saatlerce, şuursuzca, konuşmadan, etmeden oyun oynayıp durdum, malum ramazan ya akşama kadar uyuyabilmek için sabaha kadar oturuyorum. ne kadar niyetlensem de beğendiremedim babama. akşama kadar uyumayla oruç olmazmış. çok da tın, sanki o verecek sevabını.
neyse oyun bitti, facebook sayfasını yeniledim her internet manyağı gibi. birden adına açılmış bir albüm ve mekanın cennet olsun yazıyordu. dondum birden arif be kötü oldum ama bozuntuya vermedim, şakadır lan dedim bizim miroğlu nasıl olur da göçer gider. sonra bir hışım profiline baktım, gözlerim doldu. herkes başsağlığı dilekleriyle doldurmuştu duvarını.
hala inanmıyorum da biliyor musun, nasıl olur ki biz taş çatlasın bir ay önce konuştuk senle, ben bandirmya gelince iki tek atacaktık, köye götürcektin lan beni hani. yakıştı mı sana. ellerim tirtir titriyor hala. çok erken değil mi gitmek için ben bile o o kadar trafik kazasından sağ çıkmışken yakıştı mı sana.
içim sızlıyor be arif, şu an merhameti, affediciliği olan bir tanrı olduğuna inanmıyorum, ağustos ayında yağan bir yağmur ve sırf telefonu çaldı diye üzerine yıldırım düşen bir genç. olur mu lan, hani adaleti nerde, bana kimse ölüm vakitsiz gelir demesin. ölüm seni değil gitsin doksanı devirmiş ihtiyarlarla uğraşsın, ağustos ta yağmur mu olur be kardeşim. aklım almıyor sindiremiyorum.
sana yakıştıramadım, mekanın cennet olsun da demicem, mekanın burası oğlum, bandırma. mendirekti senin mekanın takıldığın kafeydi, üç beş balya toplamak kaldırmak için gittiğin köyündü. burlarda kal kardeşim. unutulma...
olmadık zamanda akla gelir, keyfi götürür, diyaloğun, ortamın içine sıçar, yakınları yıkılırken muhabbetin dağıldığını düşündüğünüz için vicdan azabı yaratır.
pişmanlık denen o kısa süreli ama ömür törpüsü sürece girilir. akla, aynı üniformayı giymenize rağmen it gibi dalaşmanız, iki dakika sonra da cebindeki son sigarayı size uzatması gelir.
bir yenisini duymamak için haber alınan arkadaşı aramaya korkar insan. netten haberleri bulunur, ailelerinin perişan olmuş fotoğraflarına yarım saniyeliğine bile zor bakılır. tepeden enseye bir karıncalanma iner. sigara içilir, ilaç alınır, uyunur, gözler kendiliğinden küt diye açılana kadar..
güzel bir günde arkadaşımın öldüğünü öğrendim,mesajla inanmadım görene kadar, neden ölsünki bu yaşta..
çoçukça düşünceler işte..gidiyorsun evine ve karşılaştığın manzara bir yığın insan herkes ağlıyor şoka giriyorsun gözünden bir damla bile yaş gelmiyor. cenaze aracı geliyor buz gibi oluyorsun senin canın dediğin herşeyini paylaştığın aynı sırayı aynı mahalleyi paylaştığın arkadaşın o saçma küçüçük kutunun içinde.donup kalıyorsun.. ben şimdi kiminle voleybol oynuycam kiminle derdimi paylaşcam kimin omzunda ağlıycam kim bana oje sürcek diyorsun ama o çoktan gitmiş.kızıyorsun ona neden o duşa girdin neden kapıyı kilitledin diye. ama bir faydası yokki.. sonra annesinin o çığlıklarını duymak istemiyorsun babasının yanına gidiyorsun bakışıyorsunuz ve sana öyle bir sarılıyor ki işte ilk göz yaşı o zaman damlalar halinde geliyor..artık sizde benim evlatlarımsınız diyen gözlerinin altı şişmiş bir baba.
tutamıyorsun kendini hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun fotoğraflarınıza bakıyorsun inanmak zor geliyor inanmak istemiyorsun sanki herşey bir rüyaymış gibi..onun odasına giriyorsun heryerde onun kokusu,en kötüsüde o banyoya girmek giriyorsun içeride ağır bi tüp kokusu yerde hala sular var en son onun bedenine değmiş olan ,değiyorsun suya için ürperiyor, duşa girmeden önce çıkardığı küçük tokası orda bakıyorsun tokaya beraber almıştık diyorsun ve gözünden yaşlar geliyor.. en kötüsüde sevdiği çoçuğa yazdığı mektubu veremeden gitmesi ne çok hevesle yazmıştı onu ne kadar çok heycanlanmıştı..demeki kısmet değilmiş.senin yerinde sıranda fotoğrafın ve çiçekler var sınıfa giriyoruz ve kimseden çıt çıkmıyor herkes usulca bakıyor kimse bişiy demiyor sadece bakıyorlar..
seni hiçbir zaman unutmadım fotoğraflarına hep bakıyorum evinizin önünden geçerken seni düşünüyorum pencerene bakıyorum sanki sen hala oradasın pencereyi açıp napıyosun diyip el sallıcaksın. zor tutuyorum kendimi ağlamamak için düşünüyorum eski günleri özlüyorum.neden bu kadar erken yaşta gittinki daha ne çok hayallerimiz vardı.. huzurlusundur inşallah orada melek gibi gülüşünü ,gülerken yanaklarında çıkan gamzelerini çok özledim.
huzurlu uyu benim bitanecik arkadaşımmm..
başta birşey anlamazsın, tepki vermezsin, belki üzülemezsin. bu şaşkınlık ve şok geçirme anı, onu toprağa verdiklerini görürken son bulur, ne oluyor? nasıl olur? hayır, hayır.... birkaç gün bu gidip gelme sürer...bir an başka birşeyle meşgul olursun, tekrar gelir aynı hüzün çöker. aslında insanın koruyabilmesi gereken ruh hallerinden biridir. öleceğiimizi hiç düşünmeden yaşıyoruz çünkü, ölümü kendimize hiç yakıştıramıyoruz. halbuki bu yazdığımız kelimeler, cümleler kadar bile uzun değil belki de ömrümüz. belki bir gün girilen entry lerime +/- verilirken ben burada olmayacağım.
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz(Enbiya Suresi35).
yanağımda tırnak izlerini taşıyorum kardeşim, senden bana miras tek yaşayan hediye gibiler. duruyorlar öylece sol yanağımda yan yana. aynaya her baktığımda seni görüyorum...
çocukluk arkadaşımdı. daha 4 yaşında iken komşuluk sebebiyle arkadaş olmuştuk. anaokuluna ve ilkokula beraber gitmiştik. aynı sınıfta okumuştuk. ortaokul zamanı mahalle maçlarında görüşürdük. lise de ise bağlarımız tamamen kopmuştu. hangi liseye gittiğini bile bilmezdim. üniversiteye başladığımda, annemden k.'nin eroin bağımlısı olduğunu öğrenmiştim. annem bayağı üzülmüş, ben ise pek umursamamıştım. aradan 4 sene geçmişti. üniversite son sınıfta iken, bir cuma gecesi eve dönmüştüm. annem ağlıyordu. "k. vefat etmiş" dedi. sadece omuz silktim. belki kızgındım ona. bilmiyorum. belki bir hafta sonra, bir gece vakti gözlerimden birkaç damla yaş aktığını bilirim. onun ölümüne mi, yoksa taş kalpli reaksiyonum için kendime mi akıttım o yaşları, 12 sene geçmiş olmasına rağmen bilmiyorum. tek bildiğim, hala kızıyorum ona...
serhat’la trabzonlular iftarında tanıştım. kısa bir görüşmede ne konuştuk ne paylaştık hatırlamıyorum ama öyle kaynaşmıştık ki yıllardır hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve trabzonsporlularla maç izlemeye gittim.
dakka bir gol bir yaptık, sevinç çığlıklarımız alkışlarımız daha kesilmeden ikinci golü de bulmuştuk.
-serhat: trabzonsporumuzun golüüü, dakika altııııı yatttaaarraaaa , diye bağırarak coşkumuza coşku katıyordu.
-sarı saçlarını deli gönlüme, bağlamışım çözülmüyor yattara yattara diye devam ediyorduk…
nasıl olduysa 3-2 yenilmiştik. hepimiz hüzüne bozulmuştuk, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu ki serhat’ın sesi duyuldu.
trabzonsun sen bizim canimiz bordoyla mavi akar kanimiz
seviyoruz seni cani gönülden trabzonsun sen bizim canimiz
mağlup da olsak coşkusunu kaybetmeyecek kadar hayat doluydu.o’nun farkı buydu.
maçı kaybetmişsek bile içimiz buruk ama başımız dik iniyorduk çarşının merdivenlerinden, sloganlar eşliğinde.
hacı bekir lokumlarımız vardı; bordo ve mavi meşalelerimiz, trabzonspor’un bizi sevindireceği günlerde kullanmak üzere saklardık.
bir de ikimizin sloganı vardı. kübra sevmese de gırtlağımızı patlatarak söylerdik.
asker oluruz terör vururuz.
polis olur vatan koruruz.
kafamiza eser papaz vururuz.
insan değiliz trabzonluyuz!
sürekli konuşur, danışır, dertleşirdik.
yafru, diye seslenirdi hep.
kandillerde , bayramlarda hiç unutmazdı.
birlikte hiç maça gidemedik.
samsun’da bir türlü buluşamadık.
işe başlamasını kutlayamadık.
acı haberden üç gün önce görüşmüştük internetten.
-bünyaminler, maça gelecek sen de gel, demişti.
-sınavım var gelemem, demiştim.
sınav bahaneydi, esasında onlar kadar yürekten bağlı olamamıştım hiçbir sevdaya.
hamid arayıp serhat’ın kaza geçirdiğini ve arabadaki herkesin hayatını kaybettiğini duyduğunu söylediğinde inanmadım, inanamadım. hiçkimse inanamamıştı.
ölüm uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar zor olmuştu benim için.günlerce oyy bünyamin, oyy serhat diye gittim yatağa, sabahlara kadar uyuyamadım.
acı ama gerçekti, onlar düşler ülkesine gitmişti artık.
bizler , geride kalanlar arkalarından ağlayacak, yas tutacak ve sonra unutacaktık. hatırladıkça tekrar duygulanacak gözyaşlarımızı tutamayacaktık. kimilerimiz çocuklarının adında yaşatacaktı, bünyamin’i serhat’ı, muhammet’i, mesut’u.
böyle olmamalıydı.
birlikte maçlara gitmeli, galibiyetimizin şerefine hacı bekir lokumlarımızı yakmalı, sloganımızı haykırmalıydık.
aileler kurmalı, çoluk çocuğa karışmalı, çocuklarımızı kaynaştırmalıydık.
yıllar sonra bir araya gelip eski günleri , hatıraları anmalıydık.
birimiz diğerimizin arkasından değil, ortak acılarımıza ağlamalıydık birlikte.
böyle olmamalıydı.
inanmadım, inanamıyorum.
kabullenemiyorum, isyan da edemiyorum.
kaderin karşısında aciz kaldığımızı gördükçe sağdece ağlıyorum.
insana hayatın gerçeklerini yüzüne yüzüne çarpan durumdur.
öncelikle belirteyim, arkadasım hemofili hastasıdır. bildiğiniz üzere bu hastalığın tedavisi yoktur ve ilaç bağımlılığı gerektirir.
bu arkadasım 1986 doğumluydu ve sürekli bu hastalıkla mücadele etti. en ufak bir darbede ayakları balon gibi siserdi. her gün kendi kendisine iğne vurar ve çok tesirli ilaçlar alırdı.
tarih: 23 ekim 2009
sıradan bir gecenin ardından yatılan geç bir vakit. sabah yine geç saatlere kadar yatılacaktır. malum üniversite hali. sabah bir telefon titresimi duyulur. hiç huyum değildir seslide tutmak telefonu. arayan fatih abi'dir. aman bosver denilir açılmaz telefon. 1 saatlik uykudan sonra uyanıldığında tekrar çalmaya baslar telefon ve fatih abi'nin ağzından dökülen ilk cümle:
- recep vefat etti.
recep'in ablası ankara'dadır, recep'in öldüğünü bilmemektedir, sadece acilen antalya tıp fakultesine sevkedildiği söylenmistir ve benim arabam vardır. cenaze antalya'nın bir ilçesinde defnedilecektir.
bundan sonraki olaylar sanırım hayatımda yasadığım en acı 3 günün tarifidir:
8 saatlik antalya yolu.
ablasının receple ilgili sürekli bir seyler sorması.
sürekli kaçamak cevaplar.
güçlü görünmeye çalısılmalar.
ablasının antalyaya 1 saat kala uyuması.
antalya'nın sessiz biçimde geride bırakılması.
ablasının kemer yolunda uyanması.
neden antalya'da durmadık diye haykırısları.
yine kaçamak cevaplar.
bitmek bilmeyen son 100 km.
yolun artık dayanılmayacak seviyeye gelmesi.
recep'in evine 10 dakika kala kuzeninin ablasını araması ve recep'in öldüğünü söylemesi.
10 dakikalık yolun bir döngüye girmesi.
ablasının feryatları.
eve varıs.
evdeki durumu tahmin edebiliyorsunuz sanırım, hele ablanın gelmesinden sonraki durumu. hiç ağlarken görmediğim amcamın bile hıçkırıklar ağlaması.
ben ise hala tutuyorum kendimi. güçlü olmak zorundayım çünkü. kendimi bıraktığım anda eminim birçok kisi bana sarılıp ağlayıp bayılacaktı.
recep erzurum'da vefat ettiği için antalya'ya transferi biraz zor oldu. önce trabzon'a otopsiye gönderildi. oradan da bir gün sonra antalya havalimanına geldi.
gece saat 2.30
yasamım boyunca unutamayacağım bir an. en yakınlarından birinin tabutunu görmek kadar üzücü bir sey yok sanırım. nedense kaçtım tabuttan. anlamsız bir korkuya kapıldım. arkadasın onun içinde yattığını bilmekten sanırım. sanki tabuta dokununca yığılacak gibiydim. tarifsiz bir duygu. daha sonra kuzenimin yardımıyla kendime geldim. tabutu araca koymada yardım ettim. zaten bir daha da dokunmadım tabuta.
gece saat 4.30 - cenazenin eve ulasması
aman allah'ım. ablasının feryatları, annesinin haykırısları, babasının ağlaması, ablamın bana sarılması, cenazeyi trabzondan getiren babamın tarifsiz dakikaları, diğer arkadaslarımın sinir krizleri geçirmesi. benim ise hala ağlamamam.
sabah saat 9
artık cenaze vakti. gece geldiğinde açılmayan tabut, sabah açılıyor ve arkadasım son kez gösteriliyor ailesine, arkadaslarına. o anki feryatlar hepsinden beterdi. tabutuna dokunamayan ben, onun cansız yüzüne bakmaya nasıl cesaret edebilirim ki.
cenaze yıkandı, namazı kılındı,tasınarak mezarlığa götürüldü ve defnedildi.
ne kadar garip değil mi? yasıyorsunuz ve ölüyorsunuz. 2 metre derinliğinde bir çukur kazıyorlar, beyaz bir torbanın içinde sizi o çukurun içine koyuyorlar. üzerinize dört bes tahta yerlestiriyorlar ve üzerinize toprak atıyorlar.
bitti iste hayatınız. hiçbir seyin anlamı yok artık.
belki de ilk defa bu gerçeği görmenin etkisiyle, mezarın basında oturup kalmısım. o ana kadar ağlamayan ben, hıçkırıklara kapılıp ağladım. belki rahatlamaydı belki de baska bir seydi. belki de arkasının gülümsemesinin gözümün önüne gelmesindendi. belki de onunla batak oynayısımızı hatırlamamdı.
bitti her sey. o artık yanında değil. 4 tane tahtanın altında, üzerinde toprakla.
2 ay sonra otopsi sonuçları geldi. arkadasım akciğer kanamasından dolayı hayatını kaybetmisti. muhtemelen yine attığı o ilaçlardan dolayıydı.
en kötüsü de ne biliyor musunuz? arkadasım 2 sene önce ayağından ameliyat geçirmisti. ve bu sene ilk defa futbol oynamaya, voleybol oynamaya baslamıstı. daha tadını çıkaramadan hayata gözlerini yumdu.
onu en son 5 ekim'de görmüstüm. halbuki ne kadar da huzur dolu ve mutluydu gözleri.
sabah bakkala ekmek almaya gidilir.
yolda karşıdaki sitenin bahçıvanının oğlu dinçer abi görülür.(abidir ama abiliği, yeşil yoldaki karakterimize benzer bir yapısı olmasındandır. aslında 2 yaş büyüktür.)
her sabahki gibi fıskiyeleri açmak için motoru çalıştırmaya gidilmiştir. küçük bir sohbet edilir. ardından evde ateri oynanmaya başlanır.
abim soluk bir suratla geldiğinde ve dinçer ölmüş dediğinde şaka zannedilir. fakat evinin önüne gelince duyulan feryatlar şaka olmadığını gösterir. olay duyulunca iyice şok durumuna geçilir.
sabah motoru çalıştırırken elektrik kaçağı çıkmış motorda, zemin ıslak ve dinçer abinin ayaklarında da sadece bir terlik olduğundan, kısa bir sürede hakk'ın rahmetine kavuşmuş.
uzun süre üstümden atamadım olayı: unutmaksa hala gerçekleşmedi.
yıllar sonra trt yeşill yolu verir ve yeşil yol izlenir, elektrik verilme sahnesinden sonra 5 gün konuşulamaz. arada bir kekeler gibi çıkan laflar hariç.
hele en sevdiğinizse daha da yıkıcı olan durumdur. 1,5 sene önce bir arkadaşımla facebook'ta yazışmış ve kanser tedavisi gördüğünü öğrenmiştim. daha işletme doktorasına başlamamışım. meğer bu yazışmamız, son yazışmamızmış. 2 ay sonra bir başka arkadaşım ölüm haberini verdiğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş, üstüme bir soğukluk çökmüş ve gözlerim kuruyana kadar ağlamıştım. hele ölümünden bir hafta sonra arkadaşımın ailesinin yenibosna'daki evini birkaç arkadaşımla ziyaret ettiğimizi ve ailesinin acısını teselliye çalıştığımızı daha dün gibi hatırlıyorum. nur içinde yat anıl deniz.