arkadaşın intihar etmesi

    7.
  1. bazı bazı mezarının başına gidip cevabını alamayacağı onlarca soru sormasına neden olur insanın...

    nasıl başardın bunu?

    nefret ettiğin halde her gün banklarında oturduğun o parktan nasıl vazgeçebildin?

    seni seven onlarca insan varken nasıl bırakabildin onları?

    o hayran olduğun bir çift gözü nasıl bir ömür yaşlı bırakmaya karar verdin?

    ya annen ve baban? onların üzüntüsünü vicdanında nasıl yok edebildin?

    dostların, yani ben, biz? bizden nasıl kopabildin kendi ellerinle gelip solumuzda acılarını dökerken?

    hatırlar mısın "dolduracaksın acılarını arka cebine ve ellerini ön ceplerine sokup ağzında sığara ile umursamadan hayatı ve insanları umarsızca dolaşacaksın dünyayı, hiçbir karesini hatıra olsun diye saklamayacaksın sadece izleyim o muhteşem manzaraları derin bir nefes çekip ölümünü bekleyeceksin" deyişini? peki neden hayattaki tek isteğini yapmaktan vazgeçtin?

    neydi seni kendinin katili yapan?

    hiç düşünmedin mi o son karar anında sevginin ve seni seven insanların kalbini? hiç aklına gelmedi mi kahkahalar içinde kovulduğumuz cafeler? insanlarla dalga geçişlerimiz? umursamadan kimseyi bağıra bağıra konuştuğumuz yolları? toplu taşıma araçlarındaki çocukça davranışlarımızı?

    hiç düşünmedi mi söyle? hiç aklına gelmedi mi o ilk sevişmen? tapar gibi evdiğin kızı dudaklarından öptüğün an?

    hiçbir şeyi hatırlamayacak kadar mı öldürdün beynini? anlık mutluluklarını anlatırken dolan gözlerinede mi acımadın kapatırken son kez?

    yalvarırım söyle nasıl başardın bunu? neden hiçbir şey söylemiyorsun? bu kadar mı çok nefret ettin konuşmaktan? nasıl unuttun günlerce hiç kalkmadan yaptığımız güncel dünya tartışmalarını?

    tamam sus! knouşmayacaksın yine! biliyorum çok soru sordum neyse unut hepsini ama bu soruma cevap ver lütfen!

    güldün mü son kez dünyaya ve baktın mı gökyüzüne sırıtarak o alaycı tavrınla?
    22 ...
  2. 8.
  3. kıştı geceydi, kör bir vaktiydi gecenin. 03.02 idi camıma bir kuş iki kere gagasını vurdu yarı uykulu idim uyandım. sigaram bitmişti; biraz daha yatakta kalayım uyurum dedim. 20-25 dakika döndüm durdum yatakta. sonra kalkıp benzinliğe dogru sigara almaya giderken bir kalabalık gördüm ara bir sokakta. agaçta sallanan bir gençti; polis yeni gelmişti. ağlayan arkadaşları vardı. arkadaşım değildi tanımıyordum; kim olduğunu arkadaşlarından öğrendim. kız meselesi yüzünden asmış kendini. sonra kız arkadaşı geldi çığlık çığlığa. Tanrım ne arıyordu orada? yaşam boyu zihnin kıvrımlarında akacak bir görüntüyü görmek neden? ve çocuk sen neden kıydın kendine? üzerinde montun vardı. ölüme giderken üşümeyi istememek hala kafamı karıştıran. ve bir başka hüzün, camımı tıklayan kuşun sesiyle kalkıp sigara almaya gitsem o çocugu kurtarabilirdim. bu da benim zihnimin kıvrımlarında yaşamım boyu akacak düşünce olacak.
    9 ...
  4. 2.
  5. çok yakın bir arkadaş ise, kişi büyük bir vicdan azabı duyar...

    uzun zamanlar boyunca nedenlerini kendine sorup, kendi kendini bitirir...

    Neden yanında değildim?

    neden ona destek olmadım?

    neden bunu yapmasına hiç bilmesem de izin verdim?

    ve

    neden bunu yaptı?

    neden?

    neden?

    ...
    7 ...
  6. 13.
  7. öncelikle (bkz: intihar)... ne demiş sevgili insanlar bu başlıkta; yok aciz insanlar, yok kendine saygısı olmayan insanlar, yok psikopat, yok aptal, yok yok yok. abuk subuk genellemelerle bu intihar eden insanlara ithamlarda bulunmuşlar, peki neden? çünkü insan en iyi yapmadığı şeylerle ilgili tespitte bulunur. e malum burada entry yazdıklarına göre de hala hayatta oldukları için, intihar denen şeyi kafalarında tasarladıkları gibi yazarlar ve bu eylemi gerçekleştiren insanlara kafalarına göre etiket yapıştırabilirler. ama bunun böyle olmadığını en iyi bir arkadaşınız intihar ettiğinde idrak edersiniz.
    intihar eden insan, hakkında çok fazla genelleme ve sallamaların yapıldığı insandır. evet insandır, en nihayetinde insan...
    peki böyle midir gerçekten bu insan, böyle aciz, böyle çaresiz; kesinlikle değildir. çünkü ben birini tanıdım onlardan ve arkadaşımdı beş senelik arkadaş ki; onu tanımlamaya yeter bu süre. zamanında birlikte gülersiniz, birlikte ağlarsınız, kimi insan arkadaşını olmayan sevgilisi, kimi insansa olmayan babası yerine koyar, kimi olmayan annesi, kimi olmayan kardeşi vs. vs. boşluklar doldurulur, sırlar paylaşılır, işte böyle güzel bir olaydır arkadaşlık. sonra bir gün gelir arkadaşınızla bir konu da ama herhangi bir konuda çelişip ters düşersiniz. bir daha da onu aramaya dahi gerek duymazsınız.
    ama bir tarafınız onunladır, hep duyarsınız bırakıp gittiğiniz o şehirde kalan arkadaşınızın yaptıklarını başka arkadaşlardan, kimi zaman kafasına esmiş gitmiştir başka şehirlere, kimi zaman sağda solda olay çıkartmıştır, kimi zaman eski sevgililerin peşi sıra sürüklenmiştir. derdini dinlemeye tekrar görüşmeye gerek duyulmaz, "bana kattığı bir şey yok ki artık" mantığıyla bakılır. taki bir gün yaşadığınız şehirde karşınıza çıkıncaya dek.
    işte ben de böylece ikinci kez karşılaştım arkadaşımla, ikinci kez tanışmış gibi sanki. bir öğrenci lokantasında bol ekmek, az çorbayla karnını doyurmaya çalışıyordu. "ne işin var burda" diye sormadım bile gerek yoktu çünkü, ne zaman nerede olacağı belli olmazdı. hiç bir şey yokmuş gibi kaldığımız yerden olmasa da, eskisi kadar sıcak olmasa da bir şekilde devam ettik muhabbetimize. evlere gidildi, evlerde kalındı, eskiler anıldı, sonra yine eski hale dönüldü. melankolik, depresif, asabi hallerden bıkıldı. "görüşürüz" dendi. bir daha görüşmemek üzere.
    ve bir ay sonra alındı haberi, doğduğumuz yere, bıraktığım, ama bir tarafımın da hep orada olduğu şehire gitmiş,uzun bir aradan sonra gitmediği evine gitmiş, kapısının önüne çıkmış, kim bilir belki de son kez gökyüzüne bakmıştır, belki ilk kez solur gibi çekmiştir havayı, hani şu hep sorun çıkaran ciğerlerine, belki seviştiği kızları düşünmüştür son kez, belki de hayal meyal hatırladığı babasının yanına gidip gitmeyeceğini, ya da ne bileyim işte; belki de birlikte marinanın çimenlerine yayılıp denize karşı içtiğimiz köpeköldürenleri düşünmüştür ya da sevdiği bir şarkının solosunu son kez geçirmiştir aklından...
    çıktı kapının önüne hakan, silahı dayadı kafasına ve tek kurşunla kısa hayatına son verdi. hiç kimseye sormadan öylece çekip gitti. geride ne bir not, ne bir söz, ne de arkadaşlarına bu dünyadan bıkkınlığını belirten bir sır... dedim ya işte öylece gitti... hiç unutmam bir gün yine böyle içerken bir şarkı istemişti hakan benden o şarkının sözleri gelir hep aklıma bir de onu anınca;
    vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni
    değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez
    ...
    vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama
    seni yalnız komak var, o koyuyor adama...

    bir ay önce onu öyle bırakmasaydım, dertleşmeye çalışsaydım bu durum değişir miydi? onu biraz tanıyorsam tabi ki hayır. ama ben de kalan bu sızı, elinden geleni yapamamanın bıraktığı vicdanımdaki sızı belki olmazdı. hem zaten elimden geleni de yapardım buna eminim. şimdi ne zaman hatırlasam adını, yüzünü ya da yaptıklarımızı, hep kaşınır o yara, kanar, sonra da sızlar işte bir arkadaşın intihar etmesi böyle bir şeydir.
    7 ...
  8. 40.
  9. bir zamanlar bir dal sigaraya aynı dudakları değdirmiş, aynı yatağa iki yastık koyup koyun koyuna uyumuş, o çok seviyor diye nefret ettiğiniz şeylere katlandığınız, siz çok seviyorsunuz diye nefret ettiği şeylere katlanan, aynı hırkayı birlikte giydiğiniz, ailenizin oğlum/kızım diye hitap ettiği biriyse;

    her şeyi paylaşıyorken bunu size neden söylemediğini, bunu kendine, size ve ailesine nasıl yaptığını sorup durduğunuz karman çorman hisleri yaşatacak olaydır.

    dört sene geçiyor üzerinden mesela aklınıza kendinizce ona taktığınız lakap geldiyor, yeşil gözlü o güzel kız toprak olmuş ve birlikte onca şey paylaştığınız şehirde değil toprağı, ikinci kez ne zaman uğrarsınız meçhul... sesi kulağınızda çınlayınca sanki yanıma gel der gibi.

    yaptığı yanlış da olsa ölüm hasret gibidir ve hasret acı.
    7 ...
  10. 9.
  11. artık hatıraları cafe, bar ya da evler de değil de bir mezarlıkta hatırlatıp yad ettirir...

    - üzerini örten toprakta söndürdüğüm sıgaranın ateşini hisseder misin o toprağın beş karış altında? canın acır mı hiç? peki hiç gözlerin yaşardı mı? saatlerce mezarının yanında saçmalayıp giderken ben arkamdan baktığında?
    7 ...
  12. 39.
  13. çok tuhaf hissettirir ve hayatta hiçbir şeyi ertelememek gerektiğini hatırlatır. birlikte kahvaltı planı yaptığınız ama ertelemelerden gerçekleştirme fırsatı bulamadığınız arkadaşınızla cenazesinde buluşursunuz.

    hayat dolu görünerek hayata tutunmaya çalışmanın ne kadar zor olduğunu acı bir şekilde gösterir.
    7 ...
  14. 10.
  15. hayatınızdan bir kişinin daha gitmesidir. gece oğlanın eski kız arkaşından duyarsınız haberi ulaşamıyorum, bir şeyler yapmış olabilir kendine çok korkuyorum.... daha uyku sersemliği ni atamadan kendine mi gelmeye mi çalışırsın, olayı anlamaya mı, onu sakinleştirmeye mi? uzun aramalar sonunda ulaşırsın ailesinden bir yakınına ufak bir umutla ama...
    garip gelir insana daha iki gün önce msn de kanka moralim bozuk la şöyle oldu böyle oldu diye derdini paylaşır, sen moralini biraz düzeltmeye çalışırsın... demek ki yeteri kadar düzeltememişsin.....
    kendi kendine dersin neden lan neden değermiydi? artık sadece o eğlenceli güldüğümüz fotolar da varsın...
    5 ...
  16. 1.
  17. doğalgazı açıp gitmek en kolayı belki, hiç bilmediğimiz yaralarını da gömmek toprağa bedeninle beraber ama hayatı boyunca bu genç ölümü unutamayacak insanlar bırakmak arkada bencillik...
    6 ...
  18. 30.
  19. inanamadığınız, nasıl böyle bir şey yapar diye kendinizi yediğinizdir..

    Mayıs 2008'di. 4 sene oldu. hala neredeyse hergün aklıma getirtecek bir şey oluyor. alıştım tabi artık. ilk günlerki kadar başıma ağrılar girip, okuduğum yasin biraz olsun azabını azaltır mı diye düşünüp ağlamıyorum eskisi gibi.

    2007 yılında bir işe girmiştim. yeni bir ortama girince ilk günler biraz ezik olursunuz ya, ben de sessiz sessiz ortamı tanımaya çalışıyordum. bana ilk yakınlık gösteren oydu. gönül.. benim çalıştığım bölümün sorumlusuyla arası iyi değildi. zira o sözünü esirgemezdi. haksızlığa katlanamazdı. bu yüzden sevmeyeni çoktu. arkasından konuşanları da. ilk günler bana iş yerini anlatan, insanlarını tanıtan da oydu. ve hergün birlikte kahvaltı yaptığım insan da.. öğlen yemeklerinde eve giderdim ben. yakındı. bazen onu da götürürdüm. naz yapardı, rahatsızlık verir diye düşünürdü. bağıra çağıra getirirdim. bazen de o öğle yemeğine işyerinde kalmamı isterdi, kalırdım. uzun uzun konuşurduk. zamanla sırdaş olmuştuk. ve zamanla nasıl bir aile içinde yaşadığını öğrendim. kardeşi de bizim işyerinde çalışıyordu. ama araları pek iyi değildi. zira ailenin şımarık kızıydı kardeşi. her şeyin sorumluluğu başına yıkılan da gönül'dü.

    çalışmak istemiyordu aslında. okumak istiyordu. ve zeki biriydi de. bir aralar fransızcaya sarmıştım, lisede yabancı dilimi değiştirip fransızca yapmıştım. ve kendime notlar çıkarmıştım. ben gönül'e bunları anlatırken, notlarımı istediğini söyledi. şaşırdım. "ne yapcaksın ki sen onları" dedim. "çalışıcam, ben de öğrenmek istiyorum" dedi. tuhaf bir şekilde sevindim. daha önce hiç ilgilenen olmamıştı bu derece bu konuyla. "he" der geçerlerdi. ertesi gün götürüp verdim. o sıralar aynı bölümde çalışıyorduk. hatta karşı karşıyaydık. sözlüğümü de götürüyordum artık. birbirimize sorup, cevaplıyorduk. çoğu zaman bölüm sorumlusu bizi konuşurken yakalayınca uyarırdı. arkasından az sövmemişimdir. sanki işimizi aksatıyoruz da.. neyse işte.. biz de bu gıcıklığa karşılık, namaz molası verdiğimizde süreyi biraz uzatırdık. abdest almaya yukarı çıkınca, muhabbet ede ede yavaştan gider-gelirdik. arasıra kuşdili konuşurduk aramızda. o bana başka bir şifreli konuşma öğretmişti.

    bu iş yerine gelmeden önce bursa'da çalışıyormuş. o zamanlar ailesi de ordaymış. hep anlatırdı o günlerini. ve sevdiği bir çocuk vardı. sevgilisi yani. bursa'dan buraya gelince ayrılmışlar. yazın tekrar bursa'ya gideceğini ve orda çalışıp onunla birlikte olacağını söylerdi. sürekli bir bursa muhabbeti yani.. aylar geçti.. şubat'tı. bizimkiler ablamın yanına istanbul'a gideceklerdi. ve tabii ki ben de. bu yüzden işten süresiz izin aldım. tekrar çalışcağım da kesin değildi yani. ne zaman geri geleceğimiz de belli değildi. son günlerimde, ben gidince nasıl haberleşeceğimizi konuşuyorduk. telefonu yoktu gönül'ün. hattı vardı. telefon bulduğunda takar, öyle haberleşirdik çalıştığımız sıralar. yine öyle yaparız dedim, numaran var. "ben bursa'ya erken gidebilirim" dedi. "yani sen gelince görüşemeyebiliriz, ama gelicem geri. gidince telefon bulur haber veririm sana" dedi. öyle ayrıldık. ben istanbul'a gittim. birkaç defa aradı görüştük, hala aynı işyerindeydi. memlekete geri geldim. arıyordum, kapalı. 2 aya yakın bir süre kalmıştık istanbul'da. geri dönünce de hemen işe girmemiştim. haziran'da girerim diye düşünüyordum. ki öyle de olmuştu. ilk çalıştığım bölüme girmiştim yine. bu sefer rahattım tabi. herkesi tanıyorum. ikinci günümdü. bölüm sorumlusu da yanımdaydı. ben işime odaklanmış çalışıyordum, o da diğerleriyle konuşuyordu. sonra birden bana dönüp:

    -ecellizz? sen duydun mu? dedi, yavaş bir tavırla, gözlerimin içine bakarak. "neyi?" dedim. "gönül. intihar etmiş.".. o an, intihar etmeye kalkışmış olarak düşündüm. "neden!? ne zaman?!" dedim. "mayısta, geçen hafta. bursa'ya gitmişti. orda işyerinin balkonundan atlamış, hemen ölmemiş ama.." diye devam ediyordu ki, bu son cümleyi söyleyince artık yaşamadığını anladım. fakat olayı hala idrak edememiştim. beynim kabul etmedi. ve sanki başka bir gönül'den bahsediyor gibi geliyordu bana. ben öylece tepkisiz kalınca, "haberi de çıkmış. istersen bakalım internetten" dedi. yazıhaneye girdik. patronun oğlu ordaydı. olaydan haberi varmış. hatta habere de bakmış. "fotoğrafları da var" dedi. ama o tavrı.. sanki dalga geçer gibiydi. üstüne atlayıp gırtlağını sıkasım geldi. haberi görmek için sabrediyordum. onu görmeden inanamayacaktım zira. o sayfaları açtıkça yerimde durmakta zorlanıyordum. içimde o kadar şey olurken, halimi muhafaza ediyordum. zaten böyle duygularımı hiç dışa vuramam ben. sayfanın gelmesini beklerken sürekli kendime direktif veriyordum. "sakin ol, sakin ol, sakın ağlama, sakın, sakın, sakin olmalısın..". ve haber açıldı. patronun oğlu sesli okuyordu.

    --spoiler--
    Bursa'nın merkez Yıldırım ilçesinde, bir tekstil atölyesinin balkonundan atladığı öne sürülen genç kız, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

    Alınan bilgiye göre, Ortabağlar Mahallesi Dilek Sokak'ta 4 katlı bir binanın 3. katında faaliyet gösteren tekstil atölyesinin balkonundan bir genç kızın düştüğü ihbarı üzerine harekete geçen güvenlik güçleri, olay yerine gittiklerinde Gönül Yılmaz'ı (18) baygın bularak, durumu 112 Acil Servis ekiplerine bildirdi.

    Çevredeki vatandaşlar, ambulansın geciktiği gerekçesiyle güvenlik güçleriyle tartışmaya başladı. Daha sonra olay yerine gelen 112 Acil Servis ekibine de tepki gösteren vatandaşlar, yine güvenlik güçleri tarafından sakinleştirilmeye çalışıldı.

    Zaman zaman gergin anların yaşandığı olayın ardından Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi'ne kaldırılan Gönül Yılmaz, kurtarılamadı.

    Tekstil atölyesinde çalışan kardeşini ziyaret ettikten sonra balkondan atladığı öne sürülen genç kızın cesedi, otopsi için Bursa Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

    Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

    Kaynak : http://www.haber3.com/gen...376058h.htm#ixzz23SpcZ4yU
    --spoiler--

    sanki başka birinin haberini okuyor gibi geliyordu hala bana. ta ki fotoğrafları görene kadar.. kaldırımın kenarında yatıyor. bir sürü insan etrafında. yüzüne bir yazma örtmüşler. "onun kıyafetleri.." diyorum içimden. "gönül.. ne yaptın sen..nasıl yaptın..neden..ne oldu, neden beni aramadın, hani ariyacaktın bursa'ya gidince? söz vermiştin! arayacaktın! böyle anlaşmamıştık seninle gönül biz!".. içimde bu bağırtılar koparken, kendimi işimin başına attım hemen. nasıl durdum bilmiyorum. o halimi hatırlıyorum hala. nasıl o kadar tepkisiz kalabildim? ama eve gitmek için dakikaları saydım. eve girer girmez kendimi bırakacaktım çünkü. dua edecektim ona, kuran okuyacaktım. allah'a yalvaracaktım onu affetmesi için. mesai bitti ve hızlı hızlı eve gittim. girer girmez banyoya koşup abdest aldım. daha fazla dayanamayarak yavaştan ağlamaya başlamıştım. ama ağlamanın faydası yoktu. çok dua etmem lazımdı, çok. yine toparladım kendimi. odama çekilip yasin okumaya başladım. bir-iki yaprak derken.. birden okuyamaz hale geldim. "ne yapıyorum ben?" dedim kendime. "gönül'e yasin okuyorsun" dedi içimden biri. "o öldü mü?" dedim. "o nasıl öldü? nasıl ölebilir? ben nasıl ..yani ben onun ruhuna mı oku.."..daha fazla içimden bile konuşamadım. başımı kurana gömüp ağlamaya başladım. sanırım sessiz olamadım. annem gelmişti biraz zaman sonra. yüzüme bakmak için kafamı kaldırmaya çalışıyordu. sürekli "ne olduu? ne oldu yavruum?" dedikçe ben hiç cevap veremeyecek gibi oluyordum. nasıl diyecektim ki. "gönül intihar etmiş", bu cümle bir nefeste nasıl söylenirdi? ve söyleyemedim de zaten. ben kıvrandıkça, annem daha da ısrar ediyordu. kendimi zorladım ve hıçkırarak kesik kesik söyleyebildim.. "gözümün önünden o fotoğraf gitmiyor anne" dedim. gitmiyor..

    ertesi gün kabullenmiştim artık. gönül beni bir daha hiç arayamayacaktı. işyerinde yine bu mevzu açıldı. sahi nerdeydi gönül'ün mezarı? sordum. aldığım cevap ikinci kez üzdü beni. "buraya getirceklermiş cenazesini, köydeki yer, toprak amcasınınmış, izin vermemiş gömülmesine, ailesi de getirememiş buraya. oraya gömmüşler". bu nasıl vicdansızlık?! mezarlığından iki metre kare versen neyin eksilir? bu nasıl bir kindir?! uzun zamandır aralarında bir husumet vardı zaten. gönül sürekli anlatırdı. yaptıkları eziyetleri ve kendisinin aile içindeki durumunu. ben neden intihar ettiğinin cevabını ararken bunları da duymam biraz tahmin yürütme fırsatı verdi bana. ailesiyle arası iyi değildi ve eğer gittiğinde sevgilisini de başkasıyla gördüyse.. ki başka bir kızdan da bahsederdi hep, ona yakın durduğundan falan.. sanırım böyle bir şeydi. ama yine de değmezdi ki gönül! neden aramadın beni?! yanında kalmamı istediğinde kalmadım mı? ne kadar anlattıysan sesimi çikarmadan dinlemedim mi? yardım istediğinde koşmadım mı? beni bırak hadi, allah'a bunu nasıl yaptın? inancını nasıl yitirdin bir anda? ...

    birkaç gün daha geçti.. artık her olayda, her yeni bir şey öğrenişimde, her yeni güzel bir şarkı duyuşumda aklıma gönül geliyordu. "bu şarkıyı sen de duyabilirdin gönül. duysaydın severdin eminim.." diyordum içimden. "nasıl bir şey ölmek? yeni şeyler öğrenmenin son bulması? orası nasıl? çok acı çekiyor musun? nasıl kurtarıcaz seni ordan? ..

    "utanıyorum gönül. ve elimden hiçbir şey gelmiyor. senden sonra yine profiterol yaptım. işyerine götürdüm. kabın ağzını açarken gözlerim seni aradı. kızıyorum sana. çok kızıyorum. bir o kadar da acıyorum. beğenmiştin profiterollerimi.. bir dahakine daha çok getirecektim. bu hesapta yoktu gönül.. ".

    sonraki sene bursa'ya gittim. işyerindekilerle ilişkim tamamen kesilmişti. kapanmıştı zaten orası. nasıl yapsam da mezarını öğrensem diye düşündüm. ama bulamadım. oraya kadar gitmişken, yanına gidemedim. bu da koydu bana. suçlu gibi hissettim kendimi. hala aklımda, bir şekilde öğrenmem lazım nerede olduğunu. ve söyleyemediklerimi sana söylemem lazım.. inşallah duyarsın beni.
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük