1948 bursa dogumlu sairdir.ankara universitesi siyasal bilgiler fakultesini bitirdi.bir donem trt de kurgucu olarak çalisti.12 mart doneminde gordugu iskenceler nedeniyle vucudu hasar gordu ve 1973 yilinda beyin kanamasi gecirerek vefat etti.siirleri arkadaslari tarafindan bir kitapta toplanarak basilmistir.
(bkz: sevdadir)
charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı
çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken
yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara
biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı
lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı
yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz
al işte sana böyle yüze böyle güz
demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda
bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim
ben ettim siz etmeyin sakal veririm size
iğne iplik elimde bıyık dikerim size
yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz
sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış
bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine
sakalınız uzamış inmiş ta belinize
at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz
kedinizin bıyığını usturayla kesiniz
yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz
yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben
sizde güneş bulunur mu biraz kaktüs alıcam
saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de
çok üşüdü güneşten şizofreni olucak
çabuk olun lütfen dikenleri solucak
yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz
yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple
elimde bir baş soğan bir baş sarımsak
ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınız mı
olmak ya da olmamak bütün sorun bu
yanaklarım yul bryner şimşir tarak ister misiniz
25 yıllık yaşamında yazdığı şiirlerle "yaşasaydı nazım olurdu" dedirten devrimci şair.
Aynı zamanda, "zeki müren'i seviniz" ya da "can canı sever bunun ötesi yok çocuk" diyerek eşcinsel kimliğini ifade eden "sakalsız bir oğlan"dır.
solmuşsun,
benzin sararmış,
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün,
öyle bükük bakma bana.
çam kolonyası getirdim sana,
kentli dağlıların haklı sevdasını,
bolu ormanlarından çarpan bir koku,
sanki köroğlunun ter kokusu,
aman kokusu, billah kokusu,
canlarım, canım benim,
üzme kendini bu kadar,
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var,
bak yeryüzü ne kadar geniş,
ne kadar dar,
Dur ,
akıtma gönlüm yaşını,
gözünden öpecek bir yer bırak,
oy bana en yakın,
bana en uzak,
sevgili yar,
Hasretine vur beni,
Giyecek çamaşır getirdim sana,
adettir diye değil, sevdim diyedir,
bağışla, eski biraz,
bedenim uygundur diye bedenine,
elimle yıkadım, ütüledim,
elma ağacında kuruttum,
Günler sarmal bir yay gibi,
bunu unutma,
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir,
bunu unutma,
Seni ben her yerinden öperim,
bunu unutma,
kadere inansaydım,
sana inanırdım,
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben,
öyle kırık bakma bana,
Caddeler nasıl da genişliyor,
sana bunu söyleyecektim,
Bileyli bir makas vardı yanımda,
sana bunu söyleyecektim,
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri,
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim,
deliren sevdamızın kısrak huyunu,
Elimi tut,
tuttururlar, o kadarına izin verirler,
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu,
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız,
sen içerde,
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...
1948 yılında Bursa'da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. TRT'nin Ankara bürolarında çalıştı. 1970 öncesinde okulunun polislerce basıldığı bir gün, çıkan olaylarda başına ağır darbeler aldı. Aradan yıllar geçtikten sonra 5 Mayıs 1973'te sokakta ölü bulundu. Beyin kanamasından öldüğü belirlendi. Arkadaşları, ölümünü okulun basılması sırasında başına aldığı ağır darbelere bağladılar. Dergi ve gazetelerde yayınlanan şiirleri ölümünden sonra "Şiirler" adlı bir kitapta toplandı (1974). Daha sonra aynı kitap "Sevdadır" adıyla Mayıs yayınlarınca Mart 1988'de yayınlandı. Şiir yazdığı yıllardaki üniversite ortamının da etkisiyle ölüm konusunu sık sık işledi.
antolojilere ve bilimum diğer toplama şiir kitaplarına arkadaş z. özger ismi ile girmiş şairdir. zekai adı neden yazılmamaktadır merak konusudur. şairin kendi isteği midir? yoksa başka bir sebeple midir anlaşılamamıştır tarafımca. yahya kemal beyatlı v.s. şairler tam ismi ile girebilirken arkadaş zekai özgerin garip bir şekilde ikinci ismi kısaltılmaktadır. ilginçtir.
"hayat trajik bir homoseksüeldir" demiş, diyebilmiş şair. ikinci yeninin artık vadesini doldurduğunu ve kolayca taklit edilebileceğini savunmuş, bunu ispat için ünlü ikinci yenicilerden edip cansever, cemal süreya gibi isimleri taklit ederek şiirler yazmış, başarılı da olmuştur. ayriyeten sığıntı kuşu okunmalı, eşe dosta tavsiye edilmelidir.
cavit kürnek 'e mektubundan:
"yürek bayağı bir organ değildir.
bazılarında bile olsa.
yürekler yoktur. yürek vardır. tek yürek. iyi, güzel. ama onu çirkinleştiren içinde taşıdığı kandır. kanın dolaşım biçimidir. kanın yürekten / duygudan / beyine / düşünceye / beyinden yüreğe vuruş biçimidir.
ola ki bu yanlıştır. bir zorlamadır.
herkesin damarları aynı genişlite değildir."
( yeniden sınamalı, şiir nedir? )
Hayatıma anlam veren, diğer şiirlerinden bir tanesi Beyaz Ölüm Kuşları'dır.
Beyaz Ölüm Kuşları
Sonra bir gün anneler de ölür
Böcekler ve kertenkeleler ölür
Boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
Sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür
Sonra o gün çocuklar da ölür
Biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk
Sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
Balçıktan bir külçe olan dölleri
En iri elleriyle kepçeliyen
Ve biçimliyen
Ve hep önce kendidiyle biçimliyen
O dehşetli yontucuyu
Doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
Sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
Anneyi o usta nakkaşı
Unutmadık
Önce anne doğurdu çocuğu acıya
Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
Sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu
Geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denen annenin
Sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
Hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
Acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri
Böyle vardı bir ırmak kıyısına
Anne bir tedirginliktir nerede olsa
Bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
- bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günay
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya
ama bir gün anneyle de hesaplaşılır
çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah baba
niye baba
ve bir gün babalar ölür
tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı
böylece o gün tanrı da ölür
şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da
sonra bir gün anneler de ölür
gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek
işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan
yanlarını
kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek
sen iyilikler ve güzellikler uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat canbazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır
bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren
güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.
Sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı
Var kılan umut
Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
Can canı sever ötesi yok bunun çocuk
Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
Ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
Bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı
Hayır?lara evet?lerle direten
Çirkini öptüren kötüyü sevdiren
Aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
Kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
O saygın bir insandır
Herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
Böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
Böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
Elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
Ama elbette her aşk kendine sorumlu
olunca
bir gün aşk da ölür
ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur
boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
işte o gün her şey ölür
şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara
ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.
hayatıma girişi bir ders kapsamında olmuştur. lisede, hazırlık sınıfındayken hoca bir şiiri ezberleyip okumamızı istemişti. sonra o şiiri yorumlayacaktık. eve gittim, bir edebiyat dergisi vardı. aldım, öylesine karıştırıyordum. o dergiyi karıştırırken arkadaş zekai özger'in bir şiirine denk geleceğimi hiç hesaba katmamıştım. o sıra aklımdan "nazım hikmet'in bir şiirini okurum ama herkes onu okur herhalde" diye geçiriyordum. sonra birden o şiiri gördüm. evet kesinlikle bu şiiri okumalıydım. şairi ve kimliği ilk anda umurumda dahi olmadı ancak şiir tüylerimi diken diken etmişti. şöyle başlıyordu şiir;
"yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman"
günler perişan adlı şiiriydi bu arkadaş zekai özger'in. ezberledim ve derste kalkıp tahtaya okudum. tüm sınıf ayakta alkışladı. "şiiri yorumla şimdi" dedi hoca. ben ona arkadaş zekai özger'i anlattım, hayatını ve ölümünü. sonra dedim ki "bu şiirde şair devrim uğruna ölenleri anlatıyor hocam" devrime dair hiçbir şey bilmiyordum üstelik.
devrim deyiverince tabi rengi attı hocanın. kızardı. daha o yıllarda pek bilmezdim devrim denilen şeyin insanları bu kadar korkuttuğunu, daha bu yıllarda hala anlamam devrim denilince insanların neden bu kadar korktuğunu. kıpkırmızı kesilmiş yüz ifadesiyle "teşekkür ediyoruz, yerine geçebilirsin" demişti. sonrasında müdürün yanında almıştım soluğu. "oğlum neler söylemişsin sen öyle derste?" neler söylemişim farkında değilim ama belli ki bu insanlara ters gelen bir şeyler söylemişim.
üniversiteye gelmiştim artık. büyümüştüm. o türkçe dersi, devrimden korkan o türkçe hocası ve dahi o müdür çok eskilerde kalabilirdi artık. kalmadı! bir gün sınıfta oturmuş bir şarkı dinliyordum. grup yorum'un en sevdiğim şarkılarından biriydi, albümdeki adı isyan olsun idi, arkadaş zekai özger'in aşkla sana adlı şiiriydi yani. dinliyordum ve bir çocuk yaklaştı yanıma. aldı kulaklığımı ve dinlemeye başladı. dinleyip bitirince hiçbir şey olmamış gibi baktı yüzüme boş boş. dayanamadım ve ona arkadaş zekai özger'den bahsettim. "devrim"den bahsettim. korktu, aynı okulda olmamıza rağmen uzunca bir süre sadece selam vermekle yetindi.
şu zembereği kırık düzen değişsin diye çabalayanlar ve onlardan korkanlar diye sınıfladım insanları ve ben hep bu çarpık düzen değişsin diye urağaşanların, bu uğurda bedel ödeyenlerin şiirlerini okudum. ama içlerinde en çok arkadaş zekai özger'i başucuma koydum. kendimi sınırlara bürüdüğüm ve o sınırlara hapsettiğim her gece hep onun dizeleri canlandı yüreğimde;
"pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
kokusu hayatı yıkasın diye"
penceremi açtım, karanlığı yıkıyor soluğum. ben büyüttüm ciğerimde onu. iyi ki bir vakitler bu dünyaya bir zaman diliminde iştigal edip bana seni, bana öfkeni, bana devrimi, bana yüreğini anlatan şiirlerini okutmuşsun arkadaş. şimdi bizim hayatı yıkayan soluklarımız seninkine kavuşsun ve birleşip şu köhnemiş düzeni yaksın cayır cayır...
ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı ve kedileri çok severiz
hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
çünkü bütün sarhoşluklar biraz
freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır
siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
çünkü ben okumuştum muydu neydi
bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını
ah canım aristophones
barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
ve bir gün hiç anlamayacaksınız
güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüverecek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müren'i seveceksiniz
(zeki müren'i seviniz)
kalbi yakalayan şair.
kalbi yakalayıp esir alan şair.
esirine iyi bakarken onu paramparça eden şair.
"ve oturup ağladık yine
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim, çok doğru,
tanrı da mı hiç görmedi bizi..."
"biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız
kara yeller ak yerleri dövende
sevdanı yüreğine kuşat
al sesini vur kanının gümbürtüsüne
zamanıdır dağları delmenin, ferhat
dağların başı yaslı
ferhatın sevdası kan ağlar
yüreğin sağlam, bileğin güçlü Ferhat
istesen dağlar dağlar...
ateşi üfle ferhat körüğü iyi kullan
bu can bunca hasrete dayanır
soludukça içimde sevdan
sevdan ki bir yakacı kuştur yüreğimde
gümbürder zulme karşı kan gibi
ölürsem dağlar için ölürüm ferhat
kalırsam vuruşkan şahan gibi.