ARiSTOTELES: KOZMOLOJi VE FELSEFE
Kozmoloji/astronomi(Uzay Bilimi) ile felsefe arasında herhangi bir bağlantı yok gibi gelir. En azından bugün yaygın haliyle ‘metin yorumlama’, kitabi bilgiyi nakletme şeklinde olan felsefe yapma tarzını dikkate alırsak, Kozmoloji ile felsefe arasında pek bir ilişki göremeyiz, bugün çoğunlukla böyle bir ilişkinin olmadığından hareket edilmektedir. Bunun en iyi kanıtı, kozmologların felsefeyle, felsefecilerin kozmolojiyle nerdeyse hiç ilgilenmedikleridir.
Kozmoloji kavramını burada Astronomiyi kapsayacak ve genel olarak Fiziğin bir alt disiplini olarak alıyorum. Kozmoloji doğrudan gök ve gök tarihiyle, yıldızlarla ve gezegenlerle, gök cisimlerinin oluşumuyla, gelişimiyle ve tarihiyle, evren ve evrenin oluşumuyla, gelişimiyle, tarihiyle ve sınırıyla uğraşıyor. Kısacası Astronomi uzayı gözlüyor.
Peki Felsefe ne yapıyor, neyi gözlüyor? Felsefe doğrudan düşünceyle, kavramlarla, kavram analizleriyle, önermelerle, öğretilerle, kuramlarla uğraşıyor. Neyi gözlüyor öyleyse felsefe? Düşünceyi, düşünce tarihini ve güncel düşünce akımlarını.
Kozmolojiyi ve Felsefeyi doğrudan araştırma ve inceleme konuları bakımından birbirlerinden yalıtılmış olarak aldığımızda aralarında sanki herhangi bir sistematik ilişki yokmuş gibi gözükmektedir.
Oysa filozoflar ve astronomlar veya daha sonraki geniş anlamıyla kozmologlar arasında tarihsel olarak çok ilgin birbirlerini karşılıklı besleyici ilişkiler vardır. Hatta daha ileri gidip tarihsel olarak Felsefenin bilimsel temellere dayandırılması nasıl ki Kozmolojiyi şart koşuyorsa, Astronominin ve güvenilir epistemolojik temellere oturtulması da ancak felsefe ile mümkün olabilmiştir.
Bir filozof olan Platon’a atfedilen “olguların kurtarılması” projesi, yani ilk bakışta sanki herhangi bir kurala dayalı değilmiş, bazı yasalara bağlı değilmiş gibi görünen yıldızların ve gezegenlerin hareketlerinin bazı yasaları olan yörüngelerde olduğunu göstermek için tanımlanan programı bir doğa bilimcisi olan Ptolemaios/Batlamyus tarafından dairesel yörüngeler önkabulünden hareketle gerçekleştirilmiştir.
Ptolemaios, Platon’un önermiş olduğu araştırma programını dünya merkezli bir dünya görüşü çerçevesinde salt geometrik olan bir gezegenler teorisi geliştirerek gerçekleştirmiştir. Eserlerinin dörtte üçü doğa incelmesinden oluşan filozof Aristoteles’in Fizik’i Ptolemaios’un dünya merkezli dünya görüşünü temellendirmiştir. “Skolastik” kavramıyla anılan Avrupa Ortaçağına ait kozmolojik dünya görüşü bu dünya görüşüne dayanmaktadır. Ortaçağda bu dünya görüşüne dayanılarak yeryüzünde ruhani ve toplumsal hiyerarşinin zorunluluğu ve ebedi olduğu gerekçelendirmeye çalışılmıştır.
Ptolemaiosçu dünya merkezli dünya görüşünün Skolastik çerçevesinde işlevselleştirilip dünyadaki toplumsal hiyerarşiyi makul göstermek için kullanılmış olmasını ölçü alıp Ptolemaiosçu-Aristotelesçi dünya görüşünün bilimsel olmadığı görüşüne varmamak gerekir. Aristarkhosçü güneş merkezli dünya görüşü Antikçağda ancak bir hipotez olabilirdi. Diğer bir deyişle bilimsellik bakımından daha güvenilir gözüken gözlemi ölçü alan dünya merkezli dünya görüşü Antikçağda dayanılabilir tek dünya görüşü olabilirdi. Aynı şekilde unutmamak gerekir ki Ptolemaiosçu-Aristotelesçi dünya merkezli evren tasarımı geometrik bir dünya-kozmos bütünlüğünden hareket etmektedir. Bu ise hem güneş merkezli hem de fiziksel bir dünya-kozmos bütünlüğüne dair görüşün oluşmasının önkoşulunu oluşturmaktadır.
Antikçağda felsefe Ptolemaios’un yardımına koşmuştu. Yeniçağda ve modernlikte Felsefeye bir ölçü olarak hizmet eden ise, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nden bildiğimiz üzere Copernikusçu analojdir: Felsefede “Kopernik-Devrimi”. Burada Felsefeye bilimsellik ölçüsünü Kozmoloji sunmaktadır.
Dünyada köhnemiş toplumsal hiyerarşinin ve ilişkilerinin değişebileceğinin, diğer bir deyişle insanın dünyada özgürlüğünün mümkün olduğunun bilimsel olarak temellendirilebilmesi için evrenin statik ve dingin değil, dinamik, kendi kendini hareket ettiren ve değişken olarak düşünülebilmesi gerekiyor. Bu kozmolojik tasarımın oluşmasını öncelikli olarak Astronomide, Kozmolojide ve Fizikte Copernicus’tan Newton’a, Kepler’den Galileo’ya kadar yaşanan bilimsel gelişmeye borçluyuz.
Büyük Alman filozofu Kant’ın felsefede en temelde Kopernik-Devrimini ölçü alması rastlantısal değildir elbette. Ünlü ingiliz Filozofu Thomas Hobbes, toplumsal ve siyasi ilişkilerin ve düzenin değişebileceğini Galileo’nun iki Büyük Dünya Sistemi’nden hareketle, yani evrende her şeyin hareket halinde olduğuna ve (Nietzsche’nin hala dogmatik bir şekilde dört elle sarıldığı) dairesel hareketin (döngüsel benginin) mükemmel hareket biçimi olmadığına dair gözlemden ve düşünceden hareketle temellendirmiştir.
Aynı şekilde bilimlerde “önceden-belirlenim-teorisi” olarak anılan ve halk arasında “kader” kavramıyla karşılanan insanın varlıkta/evrende özgürlüğünün temellendirilebilmesi için evrenin kendisini içkin olarak hareket ettirdiği düşüncesinin bilimsel olarak temellendirilmesi gerekiyordu. işte, bunu Newton’un klasik mekaniğine ve yerçekimi teorisine borçluyuz.
Hegel Mantık Bilimi’nde en başta “varlık” kavramını tanımlarken, yani varlığı kendi başına içkin hareket eden olarak ele alırken dayandığı teori Newtoncu yerçekimi yasasıdır. Bu nedenle kendi başına içkin hareket edebilme kapasitesi Mantık Bilimi’nde insanın özgürlüğünün ontolojik temellendirilmesine olanak sunar. Bu olanağı Kozmolojinin Yeniçağda yaptığı epistemolojik devrime borçluyuz.
Astronomi teker teker gök cisimlerini, yapılarını ve tarihlerini incelerken Kozmoloji evrene ve evrenin oluşumuna bütünlüklü olarak bakar. Evrenin kökenine ve cevherine ilişkin soruya ilişkin Thales’in verdiği dünyevi yanıt, insanın düşünme tarzının mitolojik düşünmeden bilimsel düşünmeye geçişini imler ve bu aynı zamanda felsefenin başlangıcıdır. Eş deyişle yeni Thalesçi kozmolojik yaklaşım felsefenin başlangıcıdır.
Öyleyse Astronomi/Uzay Bilimleri ve Felsefe sanıldığı gibi birbiriyle alakasız değildir. Astronomi ve Uzay Bilimlerinin evrene bütünlüklü olarak bakabilmesi için felsefenin kavramsal ve kuramsal araçlarına ihtiyaç duyduğu gibi, felsefenin insanı ontolojik olarak özgür bir varlık olarak tanımlayabilmesi için insanın evrendeki yerini ve durumunu kavrayabilmesi gerekir. Felsefe en geç burada genel olarak Fiziğin yanında Astronomiye ve Uzay Bilimlerine ihtiyaç duyar.
Bugün burada Prof. Dr. Abdullah Kızılırmak’ı anmak amacıyla düzenlenen bu toplantıda yapacağım konuşmanın amacı, Astronomi/Uzay Bilimleri ile Felsefe arasındaki ilişkiye Doğu’da ve Batı’da yaşanan bilimsel gelişmeleri aynı zamanda dikkate alan bir yerden Aristoteles’ten hareketle bakmaktır. Bu h