partiler ya da sloganlar üstü düşünebilen "çok" az sayıdaki entelektüel yurtseverlerden... alıntıladığım girisinde bahsettiği şeylerin aynısını yazdığım uzun bir entry'i aradım ama bulamadım maalesef. alıntılayabilseydim eminim kendisini de gülümsetirdim. iç anadolu'nun güneyi, doğu anadolu, güneydoğu anadolu ve adapazarı rize ekseninin hem kurtuluş savaşında hem de cumhuriyetin ilk yıllarında nelere sahne olduğunu bilen daha fazla olsaydı bir çok şey de değişik olurdu....
türkiye'de yaşıyorsanız irrasyonalite rutindir. sistem akılsızların anlayacağı adamları suyun başına oturtmaktır.
amerikan entelijansıyası "tanrım ne yapsak da medya elitlerinin aptal yemi programlarından halkı korusak?" derdindeyken türk toplum mühendisliği iğrenç tv programlarını, kültürel birikimi veya kerhaneye dönmüş toplumsal bilinci sokaktaki avamdan bile hızla bozmakta ve değersizleştirmektedir.
bir gün merak ederse arbutus, ona tanzimatçı dünya görüşümü de anlatırım. ama 100 yıl önce kaybedilmiş bir davayı savunan salak demesi de mümkün tabii ki.
magazin düzeyinde antropoloji bilen biri bile fethullah gülen'in fenotipinin ermeni ırkını yansıttığını anlar, bilir.
renkli gömlek giyene bile "ermeni" diyen sözde milliyetçi iç anadolu kırosundan da, sinan çetin için "kürt diil o bi kere tımamm mığ" diyen sözde okumuş boş beleşlerden de eşit derecede nefret ediyorum...
aslolan cehalet. cahil insan midemi bulandırıyor.
yani arbutus kardeşim nevzuhur kürtçü tipitiplerin bu iğrenç figürlerin aslında türk kanı taşıdıklarına dair söylentilerene ve propagandalarına kulak asma...
1839 ile 1876 arası bu toprakların ve şimdi elimizde olmayan milyonlarca kilometrekarelik coğrafyanın ve bu bölgede yaşayan halkların tarihi bir fırsatı ıskaladığı çok acı bir zaman dilimidir.
250 sene boyunca adeta otarşik bir yapıda yaşayan osmanlı toplumu (izmir, istanbul, trabzon, beyrut, kudüs gibi şehirleri hariç) dünyadan habersiz, kıtlıklarla boğuşan, devleti ancak vergi toplayan ve askere alan bir kurum olarak tanıyan neredeyse ortaçağ'ı yaşayan bir toplumdu. devlet ise bizans'ın daha değişik bir versiyonuydu. idari açıdan istanbul dışında bir devlet otoritesi veya işlerlik yoktu.
ordu istanbul'a yığılmış, tersaneler istanbul'a yığılmış, donanma, eğitim, adalet, yasa her şey istanbul'da üstlenmiş ve bu şehirle sınırlıydı. avrupalılar ve diğer dinlerin mensupları kendi içlerinde hukuk sistemlerini kurmuş sosyal düzeni cemaat bağlarıyla sağlamaya çalışıyorlardı. deniz aşırı topraklardan gelen sembolik vergiler en basit idari masraflara bile yetmezken anadolu'dan ya da balkanlardan ihale ile vergi (iltizam) toplanması yüzünden hem yeterince vergi toplanamıyor hem de aracı mültezimlerin zulmü yüzünden halk müslümanıyla, hristiyanıyla, alevisiyle osmanlıdan soğuyordu. millet bilinci fransız devriminden sonra dahi çok fazla nüfuz etmemişti osmanlı coğrafyasına ama özellikle anadolu'da müslüman memurların din üzerinden yaptığı ayrımcılık ve zulüm yüzünden özellikle ermeniler din ekseninde bir kopma yaşadılar. osmanlı olmaktan en memnun görünen millet-i sadıka osmanlı devletinin kendilerini korumaması yüzünden avrupa devletleri ile ilişkilerini sıkılaştırdı.
meşhur "ermeni meselesi" uluslararası platformda ilk kez berlin konferansı sırasında iki ermeni asıllı osmanlı bakanın batılı hükümetlere şikayeti ile konuşulmuştur.
klikya, doğu anadolu ve güneydoğu anadolu'da kürt ve çerkezlerin ermenilere karşı saldırı, soygun, cinayet ve tecavüzlerine osmanlı'nın yerel memurları müdahale etmiyor ya da çoğu zaman saldıranlardan yana saf tutuyordu. 18. yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl ortalarına dek çöken anadolu ekonomisinin aksine iktisadi bir devrim yaşayan bitlis, kelkit gibi yerleşim birimleri ve buradaki sanatkar gayrımüslimler anarşi ortamından bunalıp önce lübnan'a oradan da amerika'ya toplu olarak göçmeye başladı. hrant dink'in kürtçü cemaatin emriyle öldürülmesinin sebebi bu gerçeği ölümünden önceki bir, bir buçuk yıl boyunca defalarca dile getirmesidir.
özellikle 1. mahmut döneminde başlayan osmanlı idaresindeki müslümanlaştırma osmanlıyı bir dünya imparatorluğu yapan dinamikleri paramparça etti. en görünür darbe o döneme kadar fener rum beylerinden 3 ailenin dönüşümlü idare ettiği "tercüme dairesi" (bugünün dışişleri teşkilatının dengidir) nin kadrosunun arap, arnavut ve türk unsurlara devridir. ermenilerle ikame edilmeye çalışılsa da fatih'den beri avrupa hanedanlarıyla yakın ilişkileri hatta akrabalıkları olan bu kadronun tasfiyesi osmanlı'nın sonunun da başlangıcıdır. ardı ardına patlayan savaşlar ve diplomatik rezaletler bu dönemin eseridir. ingiltere, Prusya ve ispanya araya girip yaş anlaşması'nı imzalatmasalar osmanlı belkide 1923'den de önce yıkılacaktı. bu devre çok benzer o zamanlar da... özellikle ahmet davutoğlu ve mehmet şimşek çok hatırlatıyor o zamanları.
ermeni latinler ve ortodoks ermeniler arasındaki ayrımdan dahi habersiz yeni nesil taşra kökenli anadolu bürokrasisi imparatorluğun en önemli unsurlarından ermenileri geri döndürülemez bir kopuş sürecine adeta zorla ittiler. bugünde örneğini çok gördüğümüz bu kasaba kıroları enderun da dahil doğru dürüst bir devlet idarecisi yetiştiren kurum olmaması yüzünden ve memuriyetlerin artık adeta babadan oğula, damada geçmesinden dolayı yönetimde üst noktalara geldiler.
bu osmanlı'nın avrupa devleti olmaktan çıkışının birinci dönemidir. moskof mahmut nedim paşa (bir çeşit kemal unakıtan), Mütercim Rüşdü paşa ve adını sayamadığım bir sürü menfaatperest alçak tarafından koskoca devlet sirk çadırı gibi yönetiliyordu artık. yönetenler zenginleşiyor (padişahtan bile zengindi çoğu), halk yoksullaşıyor ve birbirine düşman oluyor, devlet parçalanıyordu.
arka arkaya gelen askeri başarısızlıklar yüzünden sadrazamlar ve vezirler (sonrasında nazırlar) habire değiştirilse de aslında işler "hoca ali, ali hoca" şeklinde yürüyordu. gidenle gelen arasında çaldıklarının miktarı veya adı dışında bir değişiklik yoktu. devletin en tepesinde hayatı boyunca bir satır dünya klasiği okumamış, parmak hesabı dahi yapamayan köylü kurnazları vardı. şimdi uzaktan uzaktan ağızlarımız sulanarak seyrettiğimiz yalılar konaklar o devrin istanbul'u için yöreye açılmış fabrikalar gibiydi. bir vüzera konağında yanaşmalar, hademeler, uzak yakın akrabalar, muhafızlar derken yüzlerle insan bulunur buraları hem devlet dairesi hem de bir karargah gibiydi. çoğu zamanlar bu konaklar istanbul'a yakın (şimdilerde istanbul içi bu yerler) ama tenha eski çiftlik arazilerine ya da azınlık vakıflarının arazilerine kurulurdu. bu konakların inşaası yöre semt veya köy için bir nimetti. bostancısı, kasabı, mandırası sair esnafı hemen bu yeni konağın etrafına kümelenir bundan geçim sağlardı. konak sahibi paşanın azli veya sürgünü sözkonusu ise semt sakinleri ve köylüler nümayiş yapıp, padişaha arz-ı hal edip paşayı görevde tutmaya çalışırlardı. hala 3 kıtada toprakları olan koca imparatorluğun idarecilerini bir mahallenin halkının sözleri yerinde tutabiliyordu pek çok zaman. osmanlı neden çöktü diye çok da düşünmemek lazım yani. belediye yönetir gibi imparatorluk yönetmenin sonucu elbet parlak olmayacaktı.
bu paşa konakları türk edebiyatında bazı ucuz romanlara klişeler sağlamak dışında faydası olmayan kurumlardı. içeride çoğu zaman ecnebi hanımların piyano çalıp, danslı salon eğlenceleri tertiplediği bu konaklar ramazanda, cülus yıldönümlerinde kurbanda harçlık, iftar vesilesi olur civar halkı avanta ve hediye ile kendine bağlardı. oysa avrupada imparatorlar, kraliçeler bile fabrikalar açıyor ülkesinde üretilmeyen porselenden askeri mühimmata, kumaştan tıbbi malzemeye kadar bir çok ihtiyacın ülke sınırları dahilinde karşılanması için kendilerini parçalıyorlardı. 18. ve 19. yüzyıl müziğin altın çağı olmuştur gene benzer sebeplerden. avrupa aristokrasisi ve bürokrasisi saraylarında besteciler ağırlayıp yazdıkları eserlere ve bestecilere, kompozitörlere hamilik ederken bizim devlet erkânımız fasıl & işret düzeyinden öte geçememiştir. anlatıla anlatıla bitirilemeyen direklerarası (şehzadebaşı) ve pera (beyoğlu) kültürü aslında günümüzdeki pavyoncu/alemci kültürüne denk düşer. kültürle sanatla, seçkinlikle falan alakası yoktur.
pozitivizmin şaha kalktığı 18. yüzyıl boyunca kıçını nasıl yıkayacağını tartışan osmanlı bilim çevreleri (çok abartılan ulema'dan bahsediyorum) sanayi devriminin sonuçları karşısında tren görmüş kızılderili kabileleri gibi baka kaldılar doğal olarak. zırhlı kruvazörleri gördüğümüzde toplumda o kadar büyük bir hayal kırıklığı ve şok yaşandı ki yaptığımız dünyanın en büyük savaş gemisi olan mahmudiye firkateynini çürümeye bıraktık... çünkü biz bunu yaptığımızda dünya artık başka bir çağa geçmişti. topçu birliklerimizi ıslah etmek için transfer edilen bir fransız baron'un hatıratı o dönem ne halde olduğumuza dair nefis ipuçları verir. kendisine yardımcı bir osmanlı vatandaşı seçmek ister izin vermezler. 3 tane paşazade tosunu bulup getirirler bir yerlerden. hiç olmazsa bir imtihan edeyim der. sınavda sorduğu sorulardan biri "müsellesin dahili zaviyelerinin yekünü" yani üçgenin içaçılarının toplamıdır. gelen 3 paşazadeden ikisi cevap veremez diğeri de "üçgenine göre değişir" der. işte ta o zamanlardan övündüğümüz "türk zekası" diye göklere çıkardığımız şark kurnazlığı... bugün aselsan, tübitak veya roketsan'da da durum bundan çok farklı değildir.
Son bir örnek ise kavalalı mehmet ali paşa isyanından devletin içinde bulunduğu acınası durum için; nizip'de karşılaşacakları kavalalı üzerine yürüyen iki osmanlı veziri istanbul'dan yola çıkarlar. ordu tuzla tarafında konakladığında hayatında saraydan çıkmamış vezir diğerine inanılmaz bir soru sorar "efendim şu ana kadar geçtiğimiz toprakların hepsi padişahımız efendimizin midir?" evet yanıtını alınca samimi bir hayretle ağzından "o zaman bu mehmet ali denen baldırı çıplak ile ne diye muhatap oluyoruz ki? verelim gitsin nereyi istiyorsa"...
istanbulun 50 kilometre ötesini "dünya" zanneden bir karacahil sürüsüydü yeni osmanlı eliti...
Suriye ile ilgili akıl almaz yanılgısını kıyasıya eleştirmek için uğradığım nick altında kuzu postu giymiş çakalların suratına nasıl kana susamış çakallar oldukları gerçeğini tokat gibi vurduğunu görerek eleştirmeye kıyamadığım onurlu bir insan.
(#18337931) ölünün arkasından güzel konuşmak gerek falan derler ama bazen işte konuşamıyor insan, haklı olarak konuşamıyor.
ölünün arkasından iyi konuşun! lafı da ne alaka arkadaş, öylesi var ki anamızı bellemiş, iyi konuşun!
ulan adam adi herifin tekiydi.
iyi konuşun!
e adam soykırım yaptı, milyonları yaktı?
iyi konuşun!
abi bu herif katildi, tecavüzcüydü!
allah onun cezasını cehenneminde verecektir, siz iyi konuşun.
güzel demiş fırat; yek yeaa!
ne güzel la memleket, birileri anasını ağlatsın ortalığın, iyi yaşasın, şartları kendi lehine çevimek için gereken ne ise yapsın,
hak yesin, haksızlık etsin, hakdan bahsetsin, halkdan bahsetsin, ama bu arada her türlü kaypaklığa da yeşil ışık yaksın, daha sonra öldü diye; iyi konuşun!
oldu ağam, oldu paşam... kişinin yaşarken yaptığı ve utanmadığı şeyi, kişi öldükten sonra ve ölmeden önce ben dile getirince mi utanacağım, utanılacak birşey yapacağım...
geçin arkadaşım o işi, bırakın artık türk mantığıyla, "öldü üzüldük, ne iyi adamdı, ama dün spikerlik yapıyordu hayat kısa" tarzı vah vahlanmaları.
tamam bizde üzüldük elbet, bir insan hayatıdır söz konusu olan, insanın kedisi ölse ona üzülüyor, her gün televizyonda gördüğün, yıllardır izlediğin alıştığın şeyi kaybetmek üzmez mi? üzer elbet ama öldü diye olanları olmadı, olmayanları ise vardı, gibi göstermenin de anlamı yok.
bu adama sonuna kadar katılıyorum; (#18337931) on numara yazmış işte, siz beğenseniz de bu budur. beğenmesenizde...
gidin elli tane daha eksi verin herife, ne değişecek? bu anlatılanlar yaşanmamış mı sayılacak?
ayrıca iyi gazeteciler eceliyle ölmez arkadaş.
örn:
çetin emeç
ahmet taner kışlalı
uğur mumcu
işte bunlar iyi gazeteciydi.
iyi gazetecilerdi hemde. kimse 3. sınıf dünya ülkelerinde doğruları söyleyen, gerçekleri bangır bangır bağırıp, halkın uyanması için çabalayan bir gazeteciyi bu kadar baştacı etmez!!!
(bkz: #18544818) vatan hainidir. ve bu adam hala burda yazıyorsa beni siktiri boktan sebeplerden çaylak edip uğraştırıyprsanız hepinize yazkılar olsun.
ipin anlamı (senin de çok iyi bildiğin üzere sevgili arbutus) şerefsizce bir cezalandırma olmasıdır. kurşuna dizmek, yakmak yada kazıklamak bir değer atfetmektir. hainler asılır...
medya solcuların elindeymişte, yok durduk yere öldürmüşlerde, pkk dostluğuymuşta.
hangi dünyada yaşıyor acaba, medya solcuların elindeyse neden her fırsatta bütün komünistler terörist, katil gösteriliyor ya da bu adam bu kadar katil ruhlu pis bir adamsa fatsalılar belediye başkanı seçiminde bu adama oy verip bu adamı belediye başkanı yaptı ? pkk'ya destek vereni solcu sanması da ayrı bir olay zaten.
yalan söylerken bile sosyalizm'i yalancılıkla suçlamanız yok mu beni benden alıyor. klasik solcu karalama numaraları ama yemezler be güzelim.
hergün dönüp bakması için buraya not düşüyorum; (bkz: #18827305)
çok haklısınız sayın yazar. klasik solcu inkarcılığına takılmayınız. onlar görmez, duymaz, bilmez işine gelmeyenleri.