aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp
gösterin dediler bana. kendi kalbimi gösterdim ben de. ama nasıl olur hiç sevmedin mi mesela dediler. evet çok sevdim dedim. ama bu aptalca değil ki diye de ekledim. birini çok sevmek aptalca değil. onunla yaşlanmayı düşünmek aptalca değil.
bir ömür sürecek bir aşkı düşünmek aptalca hiç değil dedim. niye kızıyorsun ki dediler.
sustum, haklılardı. sakinleştim biraz. gözlerine baktım hepsinin. dayanamadım sonra. kaçırdım gözlerimi. bana mutlu bir insan göstereceklermiş. tamam dedim gösterin. ee sensin o dediler. yok dedim ben değilim, çok nadir mutlu oldum tamam ama mutlu bir insan varsa ben değilim o dedim. istersen cümleyi tam olarak söyleyelim dediler. söyleyin bekliyorum. siz aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp gösterin ben de size mutlu bir insan göstereyim dedi içlerinden en yaşlısı. durdum bir dakika, düşündüm. bir tanıdığım vardı. aslında hiç tanımadığım biriydi ama her gün mutlaka görürdüm onu. iki ayağı iki kolu olmayan bir adam dı o. gövdesi kaldırımın üstüne konulmuş bir karton parçası üzerindeydi. hava soğuktu hep, o da hep
üşürdü. acıyan gözler bakardı ona. çekinerek
atılırdı demir paralar bakır sahana. kimse
tartılmazdı önündeki elektronik baskülde.
sadece parayı atar ve giderlerdi. adını
bilmezdim o adamın. her gün o caddeden
geçmek zorunda olmasam da onu görmeden
iyi hissedemezdim kendimi. haftada 4 gün kesin görürdüm o adamı. tartılmak istemezdim para da atıp ona acıdığımı belli etmeye korkardım. hafta sonları görmezdim onu, çıkmazdı o caddeye. önünden defalarca geçip gittiğim halde gözlerine bakmaya bile korkmuştum. bir
kere olsun konuşabilmek istedim onunla.
gözlerine bakamasam da konuşabilmek
istedim. kaç kere onunla konuştuğumu hayal ettim. bir pot kırmamalıydım, mesela tokalaşmak için ellerimi uzatmamalıydım. çok kötü olurdu bu. adam üzülürdü, ağlardı belki. giderken ellerimi sallamamalıydım, ayağım ağrıyor geçenki maçta
epey zorladım dememeliydim. üzülürdü kesin. havadan sudan konuşmalıydım hep. arada güzel espriler yapmalı, iyi bir fıkra anlatmalıydım şu en sevdiklerimden iyi anlattıklarımdan. haftalar sonra bir gün kendimi topladım ve evden sırf bu adamla konuşmak üzere çıktım. kış mevsimi bütün hışmıyla sürmekteydi. ellerimi ovuşturdum birbirine. o adamın olmayan elleri geldi aklıma. insan nelere alışmıyor ki derdi hep babam. demek ki o adam alışmıştı ellerinin yokluğuna, ayaklarının yokluğuna.. yürümemeye koşmamaya alışmıştı..
ya alışmamışsa dedim içimden. ya önünden
geçen her insana bakıp bakıp üzülüyorsa
dedim. cevap veremedim kendi sorularıma
sustum. hava soğuktu. o kış hep soğuktu
hava. kış güneşi uğramaz olmuştu o kış. ellerimi cebime koydum, hızlı hızlı o adamın olduğu caddeye doğru yürüdüm. birer birer geçtim insanları, dükkanları. o adamın o ince
kartonun üstündeki bedenini aradı gözlerim. yoktu her zamanki yerinde. halbuki olmalıydı orada bugün pazartesiydi. her pazartesi buradaydı o adam. hemen yandaki kuruyemişçiye girdim.
abi dedim burada bir adam vardı. mehmet
abi mi dedi- babamın ismi-? bilmiyorum ismini dedim. engelliydi kendisi-bunu söylerken utandım-. mehmet abi işte dedi. kendisi vefat etti 2 gün önce dedi. gözlerime bir anda tüm damlalar hücum etti, allah rahmet eylesin diyebildim, başınız sağolsun. konuşamadım daha fazla. hıçkırıklar boğazımda ilmek ilme düğümlenmişti. keşke dedim keşke... devam edemedim cümleye...
ne oldu daldın gittin dedi ilk soruyu soranlar.
daldım dedim sorunuzu düşünüyordum
dedim. eee dediler ne diyorsun?
siz bana umudunu yitirmiş bir insan gösterin
ben de size aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp göstereyim dedim.
önce sustular, sonra gittiler..