bir insanın yokluğuna alışır insan. diş çektirmek gibi. dişin çekilince zor gelir önce. alışamazsın o boşluğa. ama zamanla kapanır yaran. sadece arada bir dilin gider istemeden oraya. dilin değdikçe o boşluğa, sızlar için. ama eninde sonunda dilin orayı unutur. birinin yokluğuna da dişinin yokluğu gibi alışırsın.
ama birisi varsa ve varlığını hissedemiyorsan, varken yokluk yaşatıyorsa sana işte onu hiç bir şey avutmaz, geçirmez, boşluğunu doldurmaz. hele ki o bir anneyse;
--spoiler--
"annemin öldüğü gece kazıdım kafamı!
kazıdım kafamı kafatasıma kadar! ,
siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon
siyah çoraplar ve siyah botlar
simsiyah bir palto giydim! simsiyah bir gece giydim yüzüme!
sana geldim yas tutar gibi
sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi
annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından
'beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana
'beni hiç gömme, ben hep burda kalayım'
'bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında'
'bu evde dökülsün etlerim
yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali'
annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından
sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca
'affet beni anne' dedim
'affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! "
--spoiler--
annesiz bir oğul olmak; hiç doğmamış olmak gibidir.