Uzun zaman önce görmüştüm bu başlığı.
Gördüğümde de yazılan entryleri okuduğumda da kanım donmuştu.
Ama sonra hemen sol framede yüzümü gülümsetecek yeni bir başlığa tıklayıp hayatıma devam etmiştim.
Aklıma gelmezdi hiç böyle şeyler yazmak.
Yahut bu zamanlarda böyle şeyler yazmak, yazmaya çalışmak.
Kanımca en subjektif başlık bu.
Daha öncekilerden farklı çünkü. Hiç kimse birbirinin annesini tanımıyor ki burada. Hayatında ne anlam ifade ettiğini bilmiyor. Neler paylaştığını. Ama tuttuğu takımı, savunduğu siyasi görüşü biliyor ve ona göre yorum yapıyor. Ve bu yüzden de o başlıklarda hep birbirinin türevi entryler birbirini kovalıyor.
Söyleyin ne yazılır bu başlığa?
Ne yazılmalı?
Benim annem farklıydı, çok güzeldi, ölürken bana gülümsedi, falsolu terlik atabilirdi, akşam ezanından önce evde olmamı isterdi, hastalandığımda sabaha kadar baş ucumda beklerdi, sırtıma eşek kadar adam olmama rağmen havlu koyardı... v.s.
Söyleyin ne yazayım ardından?
Ya da ağıt dışında ne yakayım?
içim kanıyor desem inanır mısınız?
26'sında hiç bu kadar sıfırdan başlamamıştım desem inanır mısınız?
Son nefesini verdikten sonra kendimden korktum desem.
Salya sümük ağlarken, insanların saçma sapan nasihatlerini de dinledim desem.
Desem
Desem
Desem...
Fayda etmez.
Annem gitti çünkü.
Giderken beni de benden aldı gitti.
1,5 aylık sıkıntısı sona erdi ve 7 yaşında kaybettiği annesinin yanına gitti.
O annesine kavuştu ama ben hasret kaldım.
Bazen sanki hiç yokmuş gibi.
Bazen de hiç ölmemiş gibi.
Ama zaten hiç ölmedi değil mi sözlük?
He söylesene.
Ölmedi de.
Gelecek de.
Yalvarırım...
26 yıllık yolculuğumda hem annem, hem babam, hem dostum, hem sırdaşım, hem diğer yarım annem öldü sözlük.
O yok şimdi.
Bana hep bir fener olmuştu bu adına hayat denen karanlık tünelde yürürken.
Şimdi artık her şey kapkaranlık ve ben yalnız başına arşınlıyorum yolları.
itiraf edeyim, çok korkuyorum, üşüyorum, kanıyorum...
Mekanın cennet olsun annem. Ruhun şad olsun, melekler sırdaşın olsun, kabrini o çok sevdiğin gül kokuları doldursun.
Anneannemi öp benim için.
Beni sakın yalnız bırakma.
Seni seviyorum.
Ve anlatamayacağım kadar özlüyorum.
Gece üşürsem yorganı üstüme ört.
Söz terli terli suç içmeyeceğim.
sabah erkenden dayının kırkına gitmektir. annen sana geç geleceğini söylemiştir. çünkü annen evde dayının kırkına gelecek misafirler için hamur açıyordur. sen önden dolmuşa atlar gidersin. fark edersin ki annenin kimlik kartı sende kalmıştır. dün kredi kartıyla birşey alacaksındır annen onun için kartını sana vermiştir. amaan ne işine yarayacak diye düşünmüşsündür. ama içinde de bir sıkıntı vardır. anlamazsın dolmuşa binersin. durakta inersin. eve gidersin herkes ağlıyordur. sende ağlarsın. normalde hiç ağlamazsın ama o gün ağlarsın. dayının kırkıdır çünkü. saatler geçer annen bir türlü gelmez allah allah nerde bu kadın diye düşünürsün. heralde çok yapacam diye zavallı kadın harap etti kendini diye ona kızarsın. 1 saat geçince de merak edip evi ararsın. telefon çalmaktadır ama açan yoktur. sanırım çıktı yola dersin etraftakilere. yine 1 saat geçer evde kuran okunur dayın için hoca kalkar. şüphelenirsin ve kendini dolmuş durağında bulursun. dolmuşa atlarsın. yola çıkarsın. evin durağına gidince şoför kaza olduğunu yolun kapalı olduğunu söyler. sende 1 durak erken inip yürümeye başlarsın. bi kalabalık görürsün. koşarak aralarına dalarsın. polisler olay yerini incelemektedir. kalabalıktan birine sorarsın ne olmuş diye. bir kadına araba çarptığını çarpan arabanın kaçtığını söylerler. bir anda içinde birşeyler alevlenir ya işte öyle olur. kadından kimlik çıkmadığını söylerler. sen iyice kendini kaybedersin. sonra da yok canım o da benim önümden dolmuşa binmiştir dersin kendi kendine. sonra biraz daha ileri doğru gidince yerde kanlar görürsün. ne çok kan vardır. ve o görüntüyü görünce için parçalanır. üzerin dekileri yırtıp ağlamaya başlarsın. yerde keteler vardır. hemen taksiye atlayıp hastaneye gidersin. yaralıları sorarsın. kimliği gösterirsin. adam seni morga götürürken kimliği taşımadığı için kadın hakkında laf söylemeye başlar. adamı döversin. sonra morga başka biri götürür seni. gözlerin dolar seni doğuran büyüten hayatının anlamı belkide ilk aşkın orada yatıyordur. hiç hareket etmiyordur. ağzı yüzü kanlar içindedir. ağlamaya başlarsın. hemen dayının kırkı için toplanan teyzelerine haber verirsin. inanamazlar. onu öpersin kanlı saçlarını okşarsın ama o ölmüştür. sonra dışarı çıkarsın. teyzenler çıldırarak içeri koşarlar. sana sarılırlar. onlarda şoktadır. önce tek ve en büyük erkek kardeşleri sonra da en küçük kız kardeşleri ölmüştür. tamam abilerini kabullenebilirler. çünkü o çok hastadır, ölmek üzeredir. ama kız kardeşleri imkansızdır. nasıl olabilir. bir anda eski günler gelir akla. zaten babanı tanıyamamışsındır. annende ölmüştür. işte annenin ölmesi budur.
ek not:bu yazarın başından geçmemiştir. çok yakın bir akrabasının başından 2 gün önce geçmiştir.
tam 654 gün oldu gideli.
yine dayanamadım, baktım fotoğraflarına.
çok özledim çok.
kimseye anlatamıyorsun işte. niye dinlesinler ki zaten seni. hem hissedebilirler mi ki senin gibi? annesini kaybetmeyen bilemez ki bu duyguyu.
belki senin incitmemek için anliyorum der, üzgünüm der ama asla anlamaz senim hissettiklerini.
sen gittin gideli kendimi dağa, bayıra, denize vurdum.
yoksa cekilmiyor yokluğun.
kimse senin gibi değil işte.
az önce o kemoterapi ertesi peruklu fotoğrafına da baktim.
nasil da yaşam doluymuşsun. ben asla senin gibi mücadele edemezdim ki.
birakirdim kendimi.
inat ettin sen.
şu lanet hastaligina direnip 11 sene daha bizimle oldun.
iyi ki de oldun.
buraya yazıyorum, biraz rahatlıyorum. özür.
özledim.
abimi daha çok severdi hep bilirdik
söylerdi de inkar etmezdi..
''siz ikiniz bir oluyorsunuz oğlum tek, o benim ilk gözağrım'' falan... biz de çok severdik abimizi kıskanmazdıkta kardeşimle,
askere yolladık abimi, davullarla zurnalarla, bakmayın o kadar detaylı eğlenceye adam nasıl ballıysa istanbulda oturuyoruz, istanbul'a düştü. ama annem seremoniyi sever, eğlencelerle uğurladık canımızı, biricik oğlunu...
o zaman askerlik 18 aydı. istanbul bile olsa yanımızda değil, annem yedirmiyor yemeğini, yıkayamıyor ya kıyafetlerini, içi rahat değil. şafak sayıyoruz. abim askerden gelecek diye.*
şafak yaklaştıkça annem daha bir heyecanla bekliyor abimin gelişini,
kızıyorum arada anneme ''sayma şu şafağı gelecek az kaldı'' diye,
neyse geliyor abim,
evde bayram havası, en güzel yemekleri yapıyor annem, koskoca oğlanı yanında uyutuyor, abim gelince, annemi abime emanet etmenin verdiği iç huzurla tatile gidiyorum,
bayramda sevdiğimiz sanatçı antalyada bir yerde çıkıyormuş, hadi gidelim diyoruz.
neyse efendim bir kış günü öpüyorum anamın elini çıkıyorum yola antalya'ya doğru...
hayatımın en güzel 3 günü geçiyor antalyada...
gece uyumak için yatağa yattığımda hala aklıma geldikçe ürperdiğim bir söz geliyor aklıma ''yetim hakkı yenmez'' ne alaka lan demeyin bilmiyorum, bütün gece bu söz yüzünden uyuyamıyorum, birinin hakkını falan yemedim nerden çıktı bu söz lan diye diye sabahı sabah ettim uyuyamıyorum...
korktum lan sözlük beni kim arar otelin telefonundan,
telefonu açtım, yanlış diyip kapatacam telefonu,
rhein dedi telefondaki ses,
ana beni arıyorlar,
evet dedim, ben elif teyzen apartmanınızın yöneticisi,
oha noluyor lan, beni neden arıyor bu kadın, aidat falan mı ödenmedi, lan ne aidatı tatil günü, aidat için otel odası mı aranır, falan gerizekalıya bağlamışım, efendim dedim?
rhein acil istanbula gel dedi,
kızkardeşim aldı telefonu, ağlıyor abla gel cabuk diye, antalya- istanbul ne kadar cabuk olabilirim ki?
noldu sero anneme mi birşey oldu?
abim aldı telefonu, çabuk eve gel diyor, lan yan sokaktamıyım, şehir dışındayım işte!
annemin kalbimi hastaydı, bizi içinde pamuklara sardığı yüreği hastaydı...
neyse istanbula diye yola çıktıksada, istanbula değil de samsuna gittiğimizi fark ettim.
annemin vasiyetiydi,
'ölürsem samsuna gömün beni'
18 ay boyunca yanındaydım abim yoktu askerdi, annem oğlunun gelişinin üzerinden 10 gün geçtikten sonra, oğlunun kollarında gözlerini kapamış hayata, ben en son ellerini öpüp antalyaya giderken gördüm annemi...
mukadderat, diyoruz...
takdirinden sual sormuyoruz.
tanım mı?
ölmesin sözlük, ölmesin hiç gitmesin, bitmesindir, ölürse eğer, darmadağın olursun 14 şubatlarda, sevgi gününde öldü en sevdiğim kadın...
Orta 1. sınıf öğrencisi olmanın, ilk defa kravat takıp, ceket ve ütülü pantolon giymenin tarifsiz heyecanını yaşadığım zamanlar. Yaşım 12 ve takvimler 1993, aylardan nisan diyor.
Kendisini görünce kaçacak delik aradığımız bir müdür yardımcımız vardı. hangi dersteydik hatırlamıyorum. içeri girdi;
- hocam müsaadenizle beysar'ı alıyorum.
+ tabii tabii. beysar. *
içimden "e al da, ne yaptım ki ben?" diyorum. Yalnız çaktırmadan yüzüne dikkatlice bakıyorum hocanın. Hani üzerine çay dökmüş çocuk mahcubiyeti var. dudaklarını sıktırmalar, zorlanmış tebessümler..
O gaddar, zalim, despot müdür yardımcısı elini omzuma atmış, odasına doğru yürüyorduk. Koridor boyunca mırıldanarak bana;
- gel bakalım aslanım. Gel. Gel aslanım...
+ ...?
Derken, odasının önüne gelince ağabeyimi gördüm. Aval aval ne film döndüğünü anlamaya çalışırken ağabeyim;
+ hocam biz gidelim mi?
- iki dakika bekle izin kâğıdını yazayım beysar'ın.
Neyse, yazdı çizdi. ağabeyim elini omzuma attı merdivenlerden aşağıya inerken;
+ ee anlat bakalım paşam ne yaptın bugün?
Ben de kayışı kopmuş at arabası gibi neşeli neşeli en osuruk mevzuları bile anlatmaya başladım. Sonra jeton düştü;
+ he ağabey ya, nereye gidiyoruz, ne oldu?
- istanbul'a, dedeni ziyarete..
Aslında tam da yiyeceğim bir yalandı. Ki yedim. Dedem hasta, yeni ameliyat olmuş, haliyle ziyarete gidilmesi normaldi.
okulun arka sokağında cami vardı. Gel dedi ağabeyim, elini yüzünü yıka. Biraz konuşur sonra gideriz. Ben ki, ağabeyime karşı teslimiyetin nirvana'sı olan bir çocuk. Bir defa karşı çıkıp arıza yapmadım ona. belki aramızda 7 yaş vardı ondandır. belki de iki kardeş olmamızın, kardeş sevgisinin tek kişide toplanmasıdır sebebi. Bilemiyorum ama candır abim. Kandır, karındaştır.
neyse,
cami içinde avluda bir banka oturduk. elimi yüzümü sildim mendilime. baktım yüzüne ağabeyimin. belli ki ciddi bir şeyler anlatmaya hazırlanıyor. Da gözleri neden kırmızı onun? Neyse, vardır bir sebebi.
- hayırdır ağabey?
(19 yaşında olmasının ve hayat tecrübesinin limitleri ne kadar olur ki bir insanın? Kendi ölçüsü ile bana o acı haberi verecek. Verecek ama öyle cümleler seçmeli ki, ben yığılıp kalmayayım o bankın üstünde...)
+ ...
- ağabey n'oldu ya?
+ şimdi biliyorsun uzay var. Yıldızlar gezegenler. Yani dönüyor devrini tamamlıyor. bitiyor neticede değil mi? aynı mevsimler gibi. Kar yağıyor. Sonra kardan adam yapıyoruz gibi. Sonra kar kalkıyor. Güzel ama bitiyor işte. onun gibi aynı.
(o kadar dağıttı ki, toparlanacak gibi değil.)
- ağabey?
+ beysar...
...
işte bu noktada cümleler kifayetini yitiriyor belli ki. Hayat boş, hayat anlamsız bana bakan gözlerinde. Can gitmiş. "ök" ayrılmış aramızdan. Ne tasavvur eder ki bu tarifsiz sancıyı. Hayat adına tüm beklentiler manasız kalıyor o vakit. Tüm sevdiğin çizgi filmler, cebindeki tasolar, misketlerin, onun kız arkadaşı ve sevdiği ne varsa o an'a kadar... Her şey bomboş.
Annen, dedi. Vefat etti.
Tepki veremedim. Daha doğrusu vefat ve anne kelimesini yan yana idrak edemedim. Sanki ortak yaptığımız planlardan herhangi birinin babamız tarafından veto yemiş halini anlatıyordu. ne demek ki annen vefat etti. Hem anneler ölmez ki?
Sonrasında zurnaları saldı abim. bildiğin sessiz sinema. sessizce ağlıyor, ama yüzü renk vermeden eve doğru yürüyorduk. Benim yüzümde bir memnuniyetsizlik havası, ama ağlamak için henüz erken. henüz annemin yokluğu hissedecek an'ı anlayamamıştım.
cenaze merasimi, kalabalık. tuhaf bir dünya'nın penceresinden seyrettim. tabut eller üzerinde taşındı, dualar okundu, defin yapıldı. aile meclisi, akşamında hep beraber evin içine doluştuk. nasıl denk geldiyse salonun ortasında amcamın önündeydim dizlerimin üstüne oturmuş vaziyette. amcam da dizlerinin üstüne oturmuş tam karşımda, o aklımdan gitmeyen siyah deri montunun içine büzülmüş vaziyetteydi.
o nasıl bir mutlak sessizlik. kulakları çınlatıp sağır eden sessizlik. odanın kasvetine bürünmüş, düşünceler yitirilmiş, göz göze gelinemeyen, pamuğun içine daldırılan tırpanlı topuz misali ömrümden ömür götüren zalim sessizlik...
amca, diyebildim. yüzünü kaldırdı, baktı. o yüz ki, acının resmi. çaresizliğin en namert olanı..
ağlamadım. sadece bir kez hıçkırdım. ve amcamın dizlerine kapaklandım. sonra amcam da benim üstüme. hepsi o kadar ve hatırlayabildiğim...
Yaklaşık 18 yıl sonra...
Elbette geçen zaman anne özlemini defalarca yüzüme vurdu. Hiç ummadığım, hiç tahmin etmediğim anlarda yakaladı hem de. En zor ve asla hafızamdan silinmeyecek olanı, sevdiğim, daha sonra evlenmeye karar verdiğim kızın bu hikâyeyi dinledikten sonra, "keşke tanıyabilseydim" diyecek olmasıydı.
Kızımız olursa şayet, dedi. Adını verelim. Hatırası yaşar, o da sevinir.
Tüm pencereler açıktı
Günlerden persembe
Hava bir başka serindi o gece
Telefonda soylenenlere inanmamış
inanmak istememiştim
Bu olamazdı
Bu sana asla olmayacaktı
Ben yaşlandığımı, hayatın basladığını anlamayacaktım daha uzun yıllar
Yolda gelirken düşünmüştüm
Ufaktık
istemeye korkardik
Uzun uzun düşünürdük
Neden olduğunu bilmeden
Sonucunu bilirdik ama çekinirdik yine de
Ama sen verirdin her isteyisimizde
Elvan gazoz ya da lunapark icin istedigimiz harçlıkları
O kırmızı maşrapanın altından çıkardığın ıslak paralarını
Eve geldim
Tum camlar açık
Bugün burası bir başka kalabalık
iceri girmemek için oyalanıyorum dışarda
Kimse de sohbet havasi yok
Anlamıyorum
Anlamak istemiyorum
Olmaz olamaz diyorum
Soyluyorlar bana
Git konuş diyorlar
Duysun sesini diyorlar
Susun diyorum gözlerim dolaraktan
Duymuyorum duymak istemiyorum
Ama zorla götürüyorlar
Tüm pencereler açık
Ucusuyor rüzgardan tüm perdeleri evin
Bugün burası bir başka serin
O odadayim işte
Cok değil daha iki ay once seyretmistik teyzemlerin kayitlarini geldiklerinde
Hepimiz ufacıktık sizlerse gencecik
Ben degilmiyim ordaki
Arabanın direksiyonuna geçmek için teyze oğluyla kavga eden,
Ya dişarda ki ip atlayan benim afacan kuzen
Kimsenin saçında yok bir tek tel beyaz
Ve işte oradaki
Ya o horon tepen sen
Herkes guluyor da ben neden agliyorum
Büyüdüğüme mi sevineyim yoksa sizlerin bu kadar çabuk yaşlandığınıza mı?
Tum perdeler açıktı
Uçuşuyordu rüzgardan tüm perdeleri evin
Bugün burasi bir başka serin
Ve sen yatıyorsun orada başın duvara çevrik
Göğsün neden hızlı hızlı inip kalkıyor
Neden bu kadar zor nefes alışın
Neden burası bu kadar serin
Ve neden kimse örtmüyor camları
Üşüteceksin
Ağlıyorum içten içten
Telefonda söylemişlerdi, geri göndermişler hastahaneden
Son saatlerini gecirsin diye kendi evinde
Sevdikleriyle beraber
Kimdi ki onlar bileceklerdi önceden
Topluyorum gücümü....
Biliyorum bu belki de sonuncusu
Tutuyorum elini
Diyorum sana anne
Taniyorsun beni oğlummm! diyorsun
Simdi daha fazla hissediyorum
Ne kadar da zor nefes alıyorsun
Öpüyorum seni dudaklarım titreyerek
Ve sen o acıların yıldıramadığı, hayatın kendisinden koparamadığı kadın
Anlıyorsun agladığımı da sıkıyorsun elimi daha fazla
Herseyi cesurca kabullenmişçesine
Çok değil bir saat sonra
Yavaşliyor nefesin
Kesiliyor rüzgar, diniyor perdelerin hırçınlığı
Takılıveriyor gözlerin bir yere
Son bir kere geliyoruz senle göz göze
Ve sen o serin perşembe gecesi
Veriyorsun son nefesini derinden
Tamamlayamadan şehadetini
Duruyor ağlamam, biliyorum ki bu daha iyi
Bu bir perşembe gecesi günlerin mübareği
Tamamlıyorlar şehadetini sen verirken nefesini
Kimse ağlamıyor tutuyorlar kendilerini
Yukseliyor okunan kuranin sesi duysun diye herkes
Bekliyorlar sanki çıkmasını ruhun bedenden
Ben tutamiyorum kendimi
Cikiyorum odadan acele ilen
Bir dakika öncesi ve bir dakika sonrası
Anlam verilemeyecek kadar birbirinden farklı
Seninle olmak dinlemek o guzel şiveni
Ve sensiz olmak bir daha hiç işitememek sesini
Herkes herşeyin farkında bir o kadar da sakin
Bu benim gördüğüm ilk ölüm dü hayatta hem de en çok değer verdiğimin
Ben nasıl dururum onlar gibi söyle kabullenip herşeyi böyle sakin
Hala tüm camlar açık
Hala uçuşuyor perdeleri evin
burası şimdi bir başka serin
Ve sen içeride yatıyorsun öylece cansız
Duyulmuyor artık nefesin
Gidip seni bıraktık kendi ellerimizle camiye
Hiç birşey olmamış gibi döndük evimize
Koyacaklardı seni o buzulhaneye
Ve bekleyecektin bir gün daha ermek için çok sevdigine
Gelmişti vakit almak için seni
Gelmiştik camiye dediler hazırdır cenaze bol olsun rahmeti
Soktular bizi o buzulhaneye
Üstte yatıyordun sen sarılmış battaniyeye
Tutmuştum ayaklarından kaldırmak için seni
Kalktı tüm bedenin yerden beri
Donmuştu vucüdun dün gecekinden daha da serindi
Sızlayaraktan taşıdım seni o tahta tabuta
Yoktu kolumda derman ama içindeki sendin
Benim canım annem
Ellerimizle taşıdıkta koyduk seni o senden daha soğuk musalla taşına
Dediler ki bana duyuyor o şimdi seni konuş onunla
Konuştum bende aglayaraktan o tahta tabuta
Korkma nenem dedim korkma
Bak yanindayım ben ve hep olacağım
Son bir firsatın daha olmadığını bile bile sana sarılmaya
Kıldık cenaze namazını hiç bitsin istememiştim&
Biliyordum geliyordu ayrilik vakti
Toprak olacaktin sende niceleri gibi
Ben nasıl basacaktım o toprağa sonra
Olacakken sen altında
Girdik o soğuk taşların arasına
Ne kadar da kalabalık bu mezarlık
Hazirlamişlardı yerini
Bu çukur ne kadar da derindi
Cikarttilar tabuttan da koydular o yaş toprağa
Açtilar yüzünu son kez de görsün diye sevenleri
Gördüm o gül yüzünü aralayınca kefenini
isyan ettim kadere koysalardı beni de seninle
Örttüler üstüne 3 kuru tahta
Döktüler üstüne toprağı da sileceklermiş gibi dünyadaki izini
Dopdolu geçmiş koca bir ömürden sonra....
Bu üzerine attığım son toprakla beraber bir ömür nasıl da bitmişti
Tuttular kolumdan cektiler beni
Ağlıyordum içten içe bırakamazdım seni
Gittik kapisina mezarliğın da salladık sana ellerimizi
Sende bakiyordun bize gülerekten sallıyordun ellerini
Diyordun güle güle
Soylüyordun asla vazgeçmeyin sevmekten birbirinizi
Ve çıktık o demir kapıdan
Geride bırakaraktan seni
Hissetmiyordum hiç birşey....
Aklımda senden kalanlar geri
Ama bir şey var ki herşeyden ötesi
Cekmeyeceksin artık ne acı ne kederi
Eminim rahat da edeceksin orada
bekleyeceksin dört gözle cennette bizleri
Ve Ne olursa olsun benim canim annem&
Asla unutmayacağım seni
Blindguardian
hala yokluğuna alışamamak, yemek masasında bir dilim ekmeğin gırtlağınıza düğümlenmesi, her gün gittiğiniz mezarı başında onunla dertleşmeniz ve ses vermesini beklemeniz, ayrılırken toprağını öpmeniz, dua ederken mütemadiyen ağlamanız, ağlamanız, ağlamanızdır...
hiç bu kadar acıtacağını düşünmezdim. bebekken toprağa düşüp dizimin kanamasına katlamayan melek,
şimdi toprak altındasın... bunun adı "özlemek" değil. "özlemek" eksik kalır hislerime. daha ne kadar buna dayanabilirim bilmiyorum. neredeyse iki ay olmak üzere. o mahcup bakışlı kırışık yüzünü ömrüm boyu hafızamdan çıkaramayacağım. fotoğraflarına bakmaya cesaret edemiyorum. yapamıyorum anne.
giderken bıraktığı her şey biraz daha kanatıyor içimi. en acısı bıraktığı eşyaları/elbisesi/gülüşü/. bakıp kalırsınız öylece elbislerine. sanki kokusu çıkacakmış gibi içinize çekersiniz. bir hikaye ortasında bitmiştir ve sonu sizin tahmin ettiğiniz gibi değildir.
o eşya/kimi zaman içinizi yakan/o eşya/ları her gün yeniden kontrol edersiniz. sanki unuttuğunuz bir anıyı canlandıracak/mış gibi.
gülüşü seker gülüşünüzden. ne de olsa parçasısınızdır. paramparçasınızdır. gülüşü seker düşünüzden. kabusları kabul edersiniz. ve artık bitmeyecek bir hüznün parçasısınızdır.