çocuğun kahve tiryakisi olma yolunda adım adım ilerlemesi için atılan ilk adımdır. o çocuk büyüyünce kahve içmeden kendine gelemeyenler grubuna girip facebookta milyonlara koşacaktır.
zar zor ıkıla sıkıla verilir bu kahve. neden vermemek için bu kadar cebelleşilir hiç anlamış değilim doğrusu. çocukların kahve içmek istemesi, kahvenin sevildiğinden değil sadece onlara "kahve içince kararırsın" gibi sözlerle içirmemek adına vermeyişler, ve sadece büyükler içiyormuş gibi izlenimlerle bu isteklerini tetiklerler..
bu durumda çocuk kişisi, büyük adam vasfını taşımak için "demek kahve şart hımm" düşüncesine bürünür. kendi küçüklüğümden biliyorum amk.
bundan mütevellit bağrış, çağırış arenasını oluşturmamak için cezve dibindeki kahve yavruya verilir.
başkası içmeyeceği için, o köpüksüz olan ve cezvenin dibinde kalan yarım fincanlık kahveyi annenin çocuğuna içirmesidir.
küçükken hep bu durum başıma gelmiştir. adam yerine konulmuyormuşum aslında, haberim yokmuş. aynı şekil dolmuşa bindiğimizde annemin kucağına otururdum, parayı ben verirdim. kendimi bir halt sanardım, "ben vereceğim" der dururdum.
hep babamın başının altından çıktı bunlar. işe giderken "kardeşin ve annen sana emanet. ben yokken evin reisi sensin" derdi ben daha 5 yaşındayken... ben de artistlenirdim. televizyonun karşısına oturup, babam gibi uzanıp kanal değiştireceğim zaman anneme seslenirdim. "anneee çabuk gelip kanal değiştirsene" diye ciyaklardım." annemin bumerang sisteminde çalışan bir terliği vardı. atardı, sonra benden geri isterdi. üstelik terliği hiç eline bile almazdı, hafif ayağında sallandırırdı. sonra aniden bir hareketle terliği fırlatırdı. "getir çabuk terliğimi" derdi. "hani reis bendim? hani siz bana emanettiniz" desem bile, akşam babam geldiğinde annem ona her şeyi anlatırdı. bir de babamdan fırça yerdim.