herkes için acı olmayan durumdur. anneniz babanız ayrı diye , size babanızın ismini söylerek ''x'in piçleri'' diyorsa ve hiç acımıyorsa , kucağınızda can verse acımazsınız. bunu bana yaptığında yaşım 12 idi ve ben annem babam ayrı diye onun yanında bu yaşıma geldim. her gün ayrı bir rezalet idi. müziğe olan aşkımı bile kıskanırdı hep saklrdım gitarı amfiyi , herşeye bir kulp , arkadaşlarımın yanında o biçim rencide ederdi , play station'ımı döverek öldürdü. köpeğimi sokağa salmıştı en son vs. ama o ayrılığın hemen ardından duyduğum piç kelimesi beni bitirmişti. geçen sene kucağımda can verdi , hakkını helal et dedi ve veda etti. şu an onun odasından bu entry'i girerken hiç üzülmediğimi düşünsemde en azından insandı. ama çok ta etkilemedi beni anneannemin(!)ölümü.
onun ölmesi çok üzer diğmi?
çocukken kimin anneniz olduğuna karar veremeyip, en sonunda ananeye "anne", anneye de "abla" demeyi tercih ettiyseniz daha da zor olur.
ölmesi mi?
o zordur muhakkak da...
namazını kılmaya bile zorlanması, ellerinin titremesi, gözlerinin görmemesi ama siz ziyaretine gittiğinizde bi enerjinin gelmesi, birden yattığı yerden fırlayıp daha siz soluklanmadan "ne yapalım da yiyelim" demesi.
kıyıda köşede yemeyip sakladığı, bayatladığını bile fark etmediği bir sürü yiyecek ortaya çıkar.
elinize bir lif tutuşturur, al der ananem örmüştü dersin ölünce.
tıkanırsınız, hem çok uzak gibidir o günler hem de çok yakın.
düşünmesi bile kötü işte.
dü$ününce çıldırıyor insan. çokta çıldırmıştım önceleri. çıldırana kadar geçen sürede çok kötüydü, çıldırırkende çok kötüydü, çıldırdım hala çok kötü.
çocukken çıldırmamış halde "ulan kahrolsun ya. eğer kaza bela olmazsa anneannemin öldüğünü görecem, dedeminkini de görecem, hatta annemle babamıda görecem off offf" diye iç geçirirdim. sonra dede öldü. pek fazla tınlayamamıştım. çünkü ölüm çok kötü birşey olsaydı, o melek gibi biricik dedeceğim beni bırakıp gitmezdi. "dedem yaptıysa doğrudur" deyip hiç üzülmemiştim.
büyüdük az bişey. ölüm falan filan kafamız basmaya başladı. tv'lerde bi yakını ölmüş insanları görünce "ne garip şey, neden bu kadar üzülüyorlar acaba" sorgular dururdum. anlamam için üzerinden uzun yıllar geçmesi gerekiyormuş, bu yılların anneannemi yıpratıp bu dünyadan alıp götürmesi gerekiyormuş, sonra o acının yumruk gibi içime oturması gerekiyormuş.
kefeni kaldırıp son kez suratına baktığımdaki gülüşü içimi ısıtmaya yetmiyordu. içi hafif nasırlamış, derinin incelmesiyle iyice belli olan damarlı ellerini tekrar sıksam tekrar bana bakarmı diye düşünüp durdum. yok yok. çare yok. sonsuza giden en huzurlu yolda onu rahat bırakmak lazım.
ahh anneanne ahh. bi gelsende bana yine tarhana corbası yapsan. ilkokula tekrar dönsem okuldan gelip çantamı kenara atsam, televizyonun başına koşsam, "gel bakim buraya önce yemek" deyip benim nazımı çeksen. aşşağıda köpek gibi top oynarken "bu cocuk acıkmıstır ya" deyip assagıya ekmek arası peynir, domates atsan. seni kendi ellerimle o mezarın içine koyarkanki çökmüşlüğüm kadar eminim ki geri gelmeyeceksin. bunların hiçbiri bir daha olmayacak. işte buna deli oluyorum anneanne, işte buna.
velhasıl; her ölümün zamansız olduğunu, hiçbir ölümün sırasız olmadığını öğrendim. sende sıranı savdın anneanne. bir aksilik olmazsa (burada 'olursa' mı yoksa 'olmazsa' mı hangi kelimeyi kullanacağıma tam karar veremedim) annemide, babamıda zamanla senin yanına yollayacağım. dedem takımın 1. penaltıcısıydı, sen ikincisi oldun, ailem den birisi üçüncü, sonra birisi dördüncü olacak ve sonrada penaltı sırası bize gelecek anneanne. gelicez yanına sıkma o tatlı canını.