anlaşılmaz olmak da göreceli bir kavramdır. mesela ben çocukluk arkadaşlarımınla çok daha iyi anlaşılabiliyor, ancak üniversitedekilerin çoğu tarafından anlaşılamıyorsam ya benim zeka seviyem üniversite için çok geridir ya da bu işin zekayla alakası yoktur.
insanların devamlı aaaa çok değişmişsin sen böyle değildin lafları arasında dahada esrarengiz ve ipe sapa gelmeyen bir şekilde konuşarak daha dumur olmalarını sağlamak
ardındanda genel kültürün kadar konuş deyip kapakları seyretmek.
saymakla bitmeyen faydaları oldugunu söylemeyi çok istiyor olmakla beraber, 'bunun tam aksini düşünmediğimi de kimse idda edemez' diye düşünmekten kendimi alamadıgım kanısındayım.
anlaşılmazsanız, karşınızdaki sizi anlamaya çabalarken siz zaman kazanırsınız.
anlaşılır olmanın çok da anlaşılır bişi olmadığını anlarsınız.
anlaşılmaz olduğunuzu kabul etmenizle, diğer insanların sizi anlamıyor olmaları sizi artık üzmemeye başlar.
bazen kendi kendinizi bile anlayamadığınızı düşündüğünüzde, sizi anlaşılmaz kılan şeyin içinize salınmış kökleri olduğunu farkedersiniz. ve bu kökler sizi kendiniz dışında biri yapar, kendinize bir başkasıymış gibi davranır onu anlamaya çalışırsınız. o kökler bazen ruha dolanır, budayacak olan tek kişi kendinizken, bunu başkasından beklemek anlaşılmaz olmaktır işte.
anlaşılmaz olduğunuzu anladığınız an sona erer.
anlaşılmadığını bilmek kadar kötü bir his yok çünkü. siz de anlamasanız, o anlaşılmama zinciri bozulmayacak ve hayat akıp gidecek. öyleymiş. yani öyle olduğunu dediler. yoksa ben bizzat anlaşılmaktan yana bir bireyim.
partnerinizin beş dakika sonra ne yapacağını kestirememeniz başlangıçta keyifli ve eğlenceli olsa da zamanla yorar sizi. sürekli beklenmedik tepkiler almak, nasıl davranacağını bilememek huzur dolu ilişki hayalinizi suya düşürür.**