Çocuk ömrüm iki oda bir salondu
ıssızlığında kaybolurdum evimin
umacılar beklerdi kapılarda
varsılların temizliğine giderdi annem
kuş beslerdim ben koynumda
kasnaklı uçurtmalar yapardım
tini mini hanımı çalardı babam
içtikçe kırılırdı cümbüşün telleri
Beynimin içindeki trenler
yolcusuz kalkıyor garlardan
güneşin battığı yöne doğru
düşlerimi dumanıyla savurup
hüzün topluyor ıssız ovalardan
yakıyor genzimi gurbet kokusu
anlamazlar elinde ömrüm ömrüm
dağbaşları kadar yalnız
derin sular gibi uğultulu
Aklımı bulutlara salardı ya
şimdi yanıyor aşkın merdiveni
suları kanıyor yüzdüğüm denizin
unutuşun girdabına kum yağıyor
yorgun gözlerimde hep o tansık;
sıyırıp şalından ince bedenini
abanıyor üstüne aşkın ve şiirin
içine düştüğüm çöl iflah etmiyor beni
iki oda bir salondan çıkmıştım yola
dünyanın sokaklarına sığmıyorum artık
özsuyun türküsüymüş hüznün panzehiri
rengi ve kokusu kıvamıymış gül olmanın,
anlamı rafa kaldırıp da kendini sunanın
sarsılıyor saltanatı hayatın avlusunda
Uçurumlara köprü oldu ömür trenim
ay ışığını damıttım da ellerimle ördüm
yıkılan duvarlarını ham kalabalığın,
bu yüzden yorgunum,biraz da bungun
hüznümü çitiledikçe ak elleriyle annem
köpükten atlara biniyor umudum
ben o çamaşırcı kadının oğluyum yine. **