hayatımın başlarında her zaman her şeyin en basit halini istedim. doğduğum yerde ölmeyi, aşık olduğum ilk kadınla evlenip hayatımı geçirmeyi, bilmemeyi, öğrenmemeyi, görmemeyi istedim. sonra hayat bana bunların mümkün olmadığını gösterdi. ben de dedim ki kendi kendime; demek ki bulunması gereken bir anlam, aranması gereken bir gerçek var, çünkü düşündüklerim doğru değil. aradım, doğduğum yerden çıktım, ilk aşık olduğum kızdan ayrıldım, bildim, öğrendim, gördüm. nihayetinde hayat dedi ki; araman gereken bir anlam, bulman gereken bir gerçek yoktu, hiç olmadı. o zaman neden beni buna inandırdın diye sordum; ben hayatım, sen ölene kadar seni kandırırım, dedi. üzülme, öldüğün gün sen de beni kandıracaksın çünkü ölüm hayatın kanışıdır, dedi.
Birçok anlam buldum. Bunlar benim aradıklarım değildir, hayatın anlamı bu olamaz dedim. Yanılmış olma riskim var. Çünkü bulacak anlam kalmadı geriye, anlamsızlık dahil. Bu, bundan sonra hiçbir şekilde anlamlı yaşayamayacağım riskini doğuruyor.
anlam, sözcüklerin ağızdan çıktığı, işaret edilen herhangi bir nesne ya da şeyin orada olduğunu bildiğimiz halde ona yüklenir. bergson'un dediği gibi, seslerden imgelere, imgelerden anlama gitmeyiz: anlama ''birdenbire'' yerleşiriz.
An olarak bilinçli olarak hatırlamak kökünden, bilinçli hatırlanacak şekilde zihne alınan "anla-"dan türetilen kelime. Yani etimolojik açıdan anlam, bir şeyin bilinçli bir biçimde hatırlanacak şekilde zihne alınmasındaki değerdir.
kendini ifade edememek anlamsızlık doğurur. hayat sana bir şey ifade etmezse; birilerine duyduğun sevgin, saygın, arzun ifadesizse anlamsız olursun.
kendine bir şeyleri açıkladığında da anlam bulursun.
o yüzdendir kafanın uyuşmadığı kişilerin sana anlamsız gelmesi. ifade edemezler kendilerini, senin gibi.
anlam diye bir şey var ise, insan zihninin bir keşfi olan dil kullanılarak tanımlanması mümkün değildir. Olmamalı. Anlam insan zihniyle birlikte ortaya çıktıysa onu bilmeye değmez. anlam kelimelerin ötesinde, evrenin başlangıcında bile var olmalı. Yani anlam yok. Anlam diye bir şey yok. bizim sebep sonuç ilişkisiyle çalışan aklımız her şeyin altında bir sebep arıyor sadece.
En geniş anlamda bir nesnenin anlamı, o nesnenin sözkonusu birey ya da grubun deneyimiyle ilişkili olan tüm diğer nesnelerde ilişkili olma konumudur. Sosyal bilimciler anlam konusundaki felsefi tartışmalarla bir miktar ilgilenmiş olsalar da, onların asıl katkıları anlamın kültürel, psikolojik ve sosyal boyutlarını açıklığa kavuşturmak olmuştur.
Antropolojide anlam, daha çok ilkel toplumların incelenmesi dolayısıyla önem kazanmıştır. Yabancı bir kültüre sahip bireylerin davranışları 'o kültürün' anlam sistemi bilinmeden, o bağlam tanınmadan mümkün değildir. Sosyal psikologlar ise aynı şekilde belirli bir olayın anlamını o olayın içinde vuku bulduğu bağlamı tanımadan belirlemenin mümkün olmadığını iddia ederler. Antropoloji kültür/toplumu bağlam olarak kabul ederken, sosyal psikologlar bireyi bağlam olarak benimserler. Sosyolojide ise anlam, toplumsal ilişkilerde kullanılan sembollerin o toplum/kültür bütünü içindeki bireylere ne ifade ettiğiyle ilgili olarak kullanılır. Terimin ayrıca modern felsefede de temel bir yeri vardır.
Dil felsefesinde anlam, bir dönemde genel olarak kabul edildiği şekilde düşüncelerin bütünüdür. Bütün olarak cümleler olsun, mantıksal olarak bölünebilir cümle parçaları olsun dilbilimsel ifadelerin duyurduğu, yöneldiği ya da çağrıştırdığı şeye anlam denir. Bir cümlenin anlamı, unsurlarının sahip olduğu anlamın bir işlevidir. Bir ifadenin anlamı ise, onun söylem içindeki kullanımını belirleyen kurallardır: Semantik kurallar onu (ifadeyi) nesnelere, özelliklere, içinde bulunduğu durumlara bağlarken, cümlenin yapısıyla ilgili (sentaktik) kurallar onun diğer ifadelerle birleşme ihtimallerini ve başka ifadelerle kurduğu mantıksal ilişkileri belirler. Bir sözcüğün anlamını bilmek, onun kullanım kurallarını bilmek demektir. Zira bir sözcüğün anlamı olması demek, onun bir konuşmacı grup içerisinde bir kurallar kümesine uygun olarak kullanılan bir pratiği olması demektir. Bir sözcüğün, dünyadaki nesnelerle bağlantısını sağlayan kurallar yardımıyla anlamını tesbit etmek, bizzat bu nesnelerin herhangi bir oyunun kurallarından daha fazla anlama sahip olduğu anlamına gelmez. Bununla birlikte, anlamın felsefesini yapanlar, anlamları tesbit etmek yönünde ya anlamlı sözcüklerin kendisine gönderildiği normal nesnelerle ya da özel olarak görevlendirilmiş alışılmışın dışındaki varlıklarla ilgili zamanla kökleşmiş bir eğilime sahiptirler. Normal nesneyi ya da bir terimin anlamına göndermede bulunan nesneleri esas alanlar, bir adın taşıyıcısının onun anlamı olmadığı olgusunu görmezden gelirler: Aynı anlama gelmeyen iki ayrı ad, aynı taşıyıcıya sahip olabilir. Terimlerin anlamları oldukları öne sürülen normal dışı nesneler arasında, "evrenseller" ve "kavramlar" gibi soyut varlıklar olduğu gibi, imajlar gibi salt zihni varlıklar da vardır.
--spoiler--
Anlam, hayatımızı yönlendiren, hayatımıza istikamet veren şeylerden bir tanesi ama anlam sadece bizim kendi benliklerimizden neşet ettiği zaman çok yanar-söner bir şey olamaya da mahkum. insanlar kendi anlamlarını, kendi hayatlarını ve kendi benliklerini aşan yerlere yerleştirdikleri zaman o anlam çok daha kalıcı oluyor. Benim hayatıma biçtiğim anlam benim hayat sınırlarımla kaim değilse, ben öldükten sonra da o anlam duygusu kalabilecekse veya bir başkası bayrak yarışı gibi o anlamı alıp bir başka yere taşıyabilecekse, o anlam duygusu çok daha güçlü olur. O yüzden insanlar anlam duygusuna çok ihtiyaç duydukları zaman nerelere yöneliyorlar? Dinlere yöneliyorlar, ideolojilere yönleniyorlar, fikir akımlarına yöneliyorlar. Yani benimle doğup, benimle biten bir şey bana yetmiyor daha yüce bir şey olması lazım. Benim benliğimi aşan bir şey olursa o çok daha sağlam, çok daha kalıcı, çok daha huzur verici bir şey oluyor. Bazen hayatımıza biçtiğimiz anlam, başka insanların hayatlarına öyle bir kahredici bir gölge olarak ta yansıyabilir. Biz kendimizi evrenin kurtarıcısı olarak sayabiliriz, böyle bir anlam biçebiliriz kendimize fakat karşımızdaki insan kurtarılmak istemiyordur bizim tarafımızdan, onu zorlayacak mıyız yani kendi hayatımıza biçtiğimiz anlam yüzünden? Anlam duygusunun ahlaklılıkla beraber olması lazım. Şimdi bizim hayatımıza biçtiğimiz anlam ne olursa olsun onun evrensel ahlak ölçülerine vurulduğunda bir değer ifade etmesi lazım. Az önce söyledim, bir işkenceci de çok anlamlı bir hayat sürdüğünü düşünüyor olabilir, çok yüce bir ideale hizmet ettiğini düşünüyor olabilir. Bakıyorsunuz, bu ülkenin geçmişine de baktığınız zaman bir sürü karanlık işlere bulaşmış insanlar da görüyoruz değil mi? Onlara sorduğunuzda Vatan için yaptık.diyorlar. Yani herkes çok yüce bir davaya hizmet ettiğini iddia ederek kendi süfli, basit arzularını rasyonalize edebilir. insan çok kolay kendi kendini kandırabilen ve yalan söyleyebilen bir varlık. Demek ki ahlak bir ölçü. Ahlaklılık olursa anlam duygusu insana rehberlik edebilecek bir ışık oluyor. Ahlaklılık olmazsa o anlam bizi daha iyi yerlere götürmüyor. Anlam duygusundan kasıt insani olarak kendimizi geliştirebileceğimiz, bizi daha iyi yerlere taşıyacak bir ışık, bir meşale, bir yön duygusu. Hayatımızı niçin yaşadığımız sorusunun cevabı. Bu soru çok önemli bir soru ve bu soru sadece dinin, sadece bilimin ve sadece ahlakın alanına bırakılmaması gereken bir soru. Herkesin en yakıcı sorusu bu, en derininde hissetmesi gereken soru. Hayatımıza bir anlam duygusu katabildiğimiz zaman, hayatımızı daha sakin daha huzurlu, eskilerin deyimiyle mutmain olarak yaşamış oluyoruz. Hayatına anlam duygusunu katan herkes mutlu olmayabilir. Anlam duygusu olmayan insanların mutsuz olacağını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. istiklâl Harbini düşünün, bir sürü insan ne kadar ıstırap çekti değil mi? ülkemiz için bir çaba verdi dedelerimiz, atalarımız. Çanakkale Savaşında 250-300 bin şehit verdik. Mutlu muydu sizce oradaki insanlar? Mutlu olduklarını sanmıyorum, siperlerde uyudular ama huzurluydular ve hayatlarına anlam duygusu katan bir şeyler vardı. Yani oradaki müzeyi gezdiğinizde, bir Türk askerinin mektubu vardır ve insanı ağlatır gerçekten. O anlam duygusunun orada nasıl tüttüğünü, nasıl oradan buram buram hissedildiğini görüyorsunuz. Burada biz bir amaç için bulunuyoruz anneciğim diyor. Hayatımızda bir anlam duygusu olduğu zaman, yediğimiz darbeler geriye dönüp baktığımızda bizi zenginleştiren tecrübeler oluyor. Hani Nietzschenin o ünlü sözü var ya: Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir. O zaman aldığım darbeler benim daha mukavemetli bir insan olmamı sağlıyor. Hayata karşı daha hoşgörülü, daha bilgece bakabilmemi sağlıyor. Değişik alternatifleri hesaba katabilmemi sağlıyor. Hayat, Sting diye bir şarkıcı var, -süremi de aşmayayım, sorulara vakit bırakayım, ben burada Marxtan bahsettim, Mevlanadan bahsettim şimdi de Stingden bahsediyorum- şöyle diyor: Şöyle bir şeye kuvvetle inanıyorum. insanlığın ortak malı olan bir bilgelik var, bir hikmet var. Kimileri buna geçmişe dönüp bakıyorlar mesela Aldous Huxley, Perennial Philosophy/ Kalıcı Felsefe diyor. Onun mesela Türkçeye de çevrilmiş olan Kalıcı Felsefe kitabı çok ilginç bir kitaptır, Batı dünyasında çok satmıştır ama Türkçede bin tane ya basıldı ya basılmadı, pek kimsenin dikkatini çekmedi herhalde, pek bilinmeyen bir yayınevinden çıktı. Orada Mevlanadan alıntı yapar, Lao Tzudan alıntı yapar. Üç-beş tane dünyanın en uzak yerlerindeki adamlardan alıntı yapar, bir bakarsınız ki, hepsi aynı şeyi söylemiş. Değişik, yani insanlığın en eski çağlardan beri gelen, kadim çağlardan beri süzülüp gelen bir bilgeliği var ve bu bazen bir pop şarkıcısının sözlerinde karşınıza çıkar, bazen bir şairde çıkar, bazen köydeki Mehmet ağanın sözlerinde. Anneannem o kadar hikmetli sözler edermiş ki, annem bana anlatıyor, benim ağzım bir karış açık kalıyor bunu anneannem mi söylüyordu diye. Geçmişin kadınlarında da böyle bir irfani gelenek var. Okullara gitmemişler ama çok hikaye dinlemişler. Toparlamak gerekirse, Sting şöyle diyor: Her şey yıkılıp giderken geride kalan şeylerle güzel bir şeyler kurmaya çalışmaktır hayat. Her şey yıkılıp gidebilir, ama geride kalan şeylerle eğer ben hala iyi bir hayat kurmaya çalışıyorsam işte o zaman anlamlı biçimde yaşamaya çalışıyorum demektir.
--spoiler--