kütahya'da öğrencilik yaptığım şu günlerde başıma gelen şey. harbiden özlüyorum. çirkin kütahya'yı gördükten sonra ankara'ya sevgim bir kat daha arttı.
(bkz: leyla'ya mecnun gözüyle bakmak)
öğrenciliğiniz ankara'da geçtiyse,
terası olan bir eviniz ve anıtkabir'e nazır bir manzaranız,
sokağınızın köşesinde 24 saat açık marketiniz varsa,
kapınızı çalan dostlarınız olduysa,
gece midye yemek ve çorba içmek için dışarı çıkıyorsanız,
konur sokaktaki müzik sesini duyup neşelendiyseniz,
karanfil'deki işportadan aldığınız posterler olduysa
kaçınılmazdır özlemek ankara'yı..
ankarayı özlemek çocukluğunu, çocukluk arkadaşlarını, huzuru ve dinginliği özlemektir..her daim burunda tütecektir, ne yazıkki..çoğunlukla ankarada doğup büyüyenlerin hissettikleri duygu..özellikle istanbulda yaşamış kişilerin aklının hayalinin ermediği durumdur ankarayı özlemek..anlatılmaya çalışılsa da anlaşılmaz..yapacak birşey yoktur..anlamaları da beklenmez.
tenedos ta iki kadeh şarap içmeyi ve orada ki etnik müziği özlemek, tabi tüm bunları yaparken, karşımda oturan harikulade sevgiliyi de özlemek, ankara sen demek...
bazen ankara'dayken özlüyor insan ankara'yı. 5 yıl önce, 'gün gelecek ankara'yı seveceksin hatta özleyeceksin' deseler başlamadan bitirirdim bu ilişkiyi.
otobüste ayakta kalmamak için necatibey'den meşrutiyet'e yürürken kalabalıklar arasında yalnızlığı hissederek elleri ceplerinde ısıtmayı,
yoldan mı geçsem köprüyü mü kullansam diye kararsız kalıp, meşrutiyet yeşil üst geçidin çalışmayan yürüyen merdiveninden tırmanırken soğuktan köşeye sinmiş mendil satan çocukları,
hızlı adımlarla durağa yürürken mado'da, cafelerde kahkahalar atarak oturan insanları-çiftleri görüp önce imrenmeyi, yalnızlığına isyan etmeyi, sonra samimiyetsizliği sezip en büyük benim demeyi, nihayet ukalalığına kızıp başını öne eğmeyi,
duraktaki kalabalığı görüp ilk otobüs hepsini alır mı hesabı yapmayı,
paralıya mı binsem ego'ya mı binsem diye düşünürken gelen taksiye üçüncü mü olsam demeyi; ama her zaman ego'da karar kılmayı,
köşedeki iddaa bayiye gidip kupon yapsam otobüs gelir mi diye düşünmeyi,
önce içmeyeceğim deyip beş saniye sonra karar değiştirip sigara yakmayı,
yakılan sigaranın üçüncü nefesinde köşeyi dönüp başını salaya sallaya gelen ego-541'i görüp sigarayı atmayı,
kırılmaması için özen gösterilen ego kartını cüzdandan çıkarmayı ve medeni gözüküp sırayı bozmadan otobüse binmeyi beklerken, camdan içeri bakıp yaşlılara yer verme ihtiyacı hissedilmeyecek uzak koltukları hedef belirleyip içten pazarlıklar yapmayı ve riyakarlığını fark etmeyi,
nihayet oturduktan sonra necatibeyden binen amcalara-teyzelere dayanamayıp yer vermeyi,
bütün yolu ve bütün bu hisleri zihninde yaşayıp yine de bir saatlik you ayakta çekmeyi özlemektir...
ankara'yı özlemek soğuğu özlemektir. sokaklarında abarth egzoz sesini özlemektir. ne kadar soğuk olsada, insanlarının sevdiği insana olan sıcak kardeşliğini özlemektir. yani kısacası ankara'yı özlemek denizi özlemek değildir. denizi görmesede deniz varmışcasına esen meltemlerini özlemektir.