ankara gibi gezilecek, gorulecek, kafa dınleyebılınecek mekan bulundurmayan bir sehir de beton bloklar arasında gurultunun sessizliğini dinlemektir. kalabalıgın içinde kaybolmaktır. can sıkıntısıdır baska bir sey degil.
son evrağı turizm bakanlığındaki ilgili yere verirdim,son kez iş yerine uğrayıp oradan da ver elini ev..üzerimdeki swith dışardaki ayaza göre yetersizdir ama yakışmıştır bir kere..beremin kenarlarından ve arkasından taşan saçlarım da ayrı bir hava vermiştir..otobüs kartından edeceğim bir binişlik tasarrufun ay sonunda sağlayacağı rahatlığı düşünür ve milli kütüphane'den yürüyüşe başlardım..yolun her iki tarafında bulunan askeri alanları birer birer geçerdim..sonrası ise hayal ile gerçek arası,şu hayatta özlenebilecek değerde tek olaydır..yürümeye devam..kuvvet komutanlıklarının bahçelerini çevreleyen çitlerin ne kadar sağlam olduklarına kimbilir kaçıncı kez tanık olunarak deniz kuvvetleri komutanlığı'ndan karşıya geçilir..meclis'in önünden yürürken illaki baktığım o harika bahçe ve eksikliği beni gözyaşlarına boğacak kadar alıştığım kıpırdamadan duran iki saygı nöbetçisi,otobüs kartımın 45 dakikalık bedava süresi içinde bakanlıklar durağından binip kuğulupark'ta inmek evrakları şirkete bırakıp tunalı hilmi caddesi'nden başlayıp kocatepe cami'ne de güzergahta uğrayacak şekilde zafer çarşısının karşısında bulunan otobüs durağıma kadar yürümek,her defasında saklıkent'in orada olduğunu bile bile tabelasına tekrar bakmak,orada katıldığın harika festivalleri düşünmek,akabinde durağa varmak,durağa yanaşan incirli-gar istikametli eski kırmızı ikarus marka körüklü otobüste oturacak yer olmasına rağmen oturmayıp otobüsün gidiş yönüne göre en arka sol köşesine gidip yaslanmak ve mümkünse karışık kasetteki novembre'nin child of the twilight şarkısını sony kasetçalar'ın (walkman)pili bitmeden birkaç kere dinleyebilmek,yolculuk ve şarkı bütünleşmesiyle yakaladığın ve sağ kulaklıktaki temassızlıktan dolayı gidip gelen sesin bile bozamadığı büyüyü dışarıyı seyrettiğin camdaki sana bakan bir çift güzel gözün yansımasını farkedince kaybederken,seni sen,ankarayı ankara yapan,şimdi özlediğin o yalnızlıktan kurtulabilme olasılığı seni tüm zerrelerinde bir giriş cümlesi tasarlamaya zorlamaya başlar..gerçekten de her defasında iyi şeyler hissederek tasarlamaya başlarsın,beğenmezsin,silersin,yeniden tasarlarsın,oda uygun değildir..beş-altı denemeden sonra yüreğine düşen umutsuzluk aslında o gözlerin o kadar da güzel olmadığını söyler,yakışıklı olmanın yalnız kalmanı engelleyemiyor olmasına üzülürsün,güzel güzel kızların hiçte yakışıklı olmayan erkeklerde ne bulduklarını sorarsın,cevabını kendin verip beceriksizliğine ve korkaklığına gülmeye başlarsın,bu arada otobüs gmk bulvarına girmiş ve üç katlı muazzam büyüklükteki plaza atari salonunun önünden geçmektedir..birden orada başına gelen eski bir olay gözünün önüne gelir,polisleri,karakol koğuşunda geçirdiğin 5 saati düşünürsün..evine çok geç kalmış 14 yaşındaki bir çocuğa annesinin verdiği anormal tepkinin haklılığını kavrarsın..tam annenin aslında ne kadar kutsal birisi olduğu konusuna yoğunlaşacakken maltepedeki mavi köprünün altında bulunan yoldaki peşpeşe iki tane,rakımı yoldan tahminimce 5cm daha yüksek olan,başka bir deyişle körüklü ikarusun oraya hızlı girdiği takdirde otobüsün arkasını feci şekilde zıplatan yerden geçmemize saniyeler kaldığı farkederek sırtını verdiğin demire kolunu dolayarak önlem alırsın ve bu önlemi almayanları keyifle seyretmeye koyulursun..otobüsün camına yere ortalama 45 derece açıyla çarpan yağmur damlalarında kaybolursun tekrar..otobüse ankara yağıyordur..toprak kokusunu aldıktan sonra yanında bulunan camı kapatırsın..üstünde ilk öğrendiğin ingilizce kelimelerden olan best of melechesh yazısı bulunan kasetin,yorgun ve hüzün dolu memur yüzleri,19 mayıs stadyumunun yanmayan ışıkları,sanayi bölgesindeki kapanan kepenkler,arabaların stop lambaları ve bütün ankara gözyaşlarına eşlik eder..seni saran ahenkle bu otobüs yolculuğu hiç bitmesin diye dua edersin..otobüsten indiğinde kar yağmaya başlamıştır..büfeden sigaranı alırsın..eve gidene kadar kafanı kaldırırsın ve en lapa karı ağzınla yakalamaya çalışırsın..
bir kış ayazı gibi üşümektir ankara' da yalnızlık... sisli puslu havası gibi gridir ankara' da yalnızlık.... beton yığınları arasında küçük bir kum tanesi gibi olmaktır ankara' da yalnızlık....
keçiören'de özbek çadırında nargile içmektir ankara'da yalnızlık. tandoğanda bir cafede tek başına bir tavlanın zarlarına sakin sakin bakmaktır. beşevler metro istasyonunun önünde duvarları tekmelemektir.
yağmur dönerken kara yavaşça süzülenler yola
araba dolusu bi tuhaf seven şarkılar çalan söyleyen
sevenlerden biri ben arkada bıraktığım sen
kim olduğunu biliyorsan söyle sen
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama
mmmmm
sokaklar dolusu şekerli kar kokusu
tunalıda gezinirken bizde bir kahvaltının tutkusu
acıkanlardan biri ben arkada bıaktığım sen
kim oldupun biliyorsan söylesen
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama
aaaaa
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama.. *
--spoiler--
Hey gidi Ankara hey!
Beni de benzettin ya kendine.
Astın suratımı,resmileştirdin beni.
Hey gidi Ankara hey!
Beni de benzettin ya kendine.
Yüzümde bürokrat gülümsemesi,
içimde politik çıkmazlar.
Kaçıncı aşktı tattığım akşamlarında,
Kızılay'da yürüyemeden elele.
Bir gecelik duygu esnemesinde,
Yalnızlığımla kendimi evime attığım,
Tadamadan mevsimlerini doya doya.
Kaybettim kendimi;
Herhangi bir sokağın,herhangi bir ayrımında.
Geçerken ömrüm giriş katlarında,
Üşüdüm,titredim;
Otuz yaşıma girerken bir yaz akşamında.
Bekar evlerinin soluk aydılığında,
Kötü alışkanlıklar edindim.
Hiçbir kıza yalan söylemedim Ankara!
Ama bir ebruli akşamda,
Ezan seslerine karıştı çığlıklarım.
Oyalıyormuşum meğer kendimi geçici heveslerle.
Kırçiçekleri açıverdi yüreğimde.
Sen aşk de buna,ben çıkmaz sokak.
Ankara!
Delik olan cebime koyacaktım tüm hüzünleri.
Yine şiirler çalıp,
Şairlerin soluk nefesli kitaplarından,
Şarkılar,şarkılar düzecektim ona.
Ve Ankara;
Çelik renkli gecelerine dağıttığım aşklarımdan,
Taç yapacaktım sarı saçlarına.
Gözlerindeki yeşilden sürecektim antik yalnızlığıma.
ikimizin de paylaşacak birşeyi olacaktı hayatta.
Anlarsın ya;
Sen Ankara,ben ve o...
Üç kişilik bir dünya kuracaktıki
Gözyaşlarının kahkahaya karıştığı şu dünyada.
Duygu sevinecekti,
Telefon edip zeynep'e;
"Evleniyormuş" diyecekti.
Ve Çankaya'dan bir rüzgar esti.
Kıskandın ya bizi,
Helal olsun sana.
Şu ölümlü dünyada,
Kendin gibi bir dünya görmeden,
Boğacaksın öyle mi kalabalık kaldırımlarında beni?
Hüzne doyacağım öyle mi?
Senin gibi gecekondularında,
Benim gibi bozkır çocuğu,
Meram akşamlarında.
Çiçeklerin nasıl olgunlaştığını bilirim ben,
Çözmüşken tam da şifresini hayatın.
Korkma Ankara,korkma!
Yazılmamış bir şiirin okundukça çoğalan ilk kelimesinde,
Akıp giderken kaderimiz iki ayrı yöne,
Mutlak buluşacak vuslat denizinde.
Ankara korkma!
Okuduğu duaları anamın ikimizide kurtaracak.
Hiç ummadığın birgünde,
Şöyle güneş burcundayken sevinçlerin,
Sen bana alışacaksın bende sana...
Ankara! *
--spoiler--
eğer aşıksan ve sevdiğin uzaklarda ise senden her daim yalnızlık kaderinizdir. bilinmelidir ki "kalabalıklar içinde yalnızlıktır uzaklara aşık olmak."
içinizdeki yalnızlığı bastırmaya çalışırken vega' nın deniz' i ankara adındaki o vurucu şarkıyı söyler. işte o andır. yalnızlığınızla ankara'nın kesiştiği yerdir.
ne kadar kalabalık olursa olsun, kimine göre ne kadar güzel olursa olsun, gönlün yaşadığın şehirde değilde burada yani bursada ise o zaman, değil ankara tüm kainattaki insanlara rağmen yanlız kalmaya mahkumsun.