saatlerce karlı yollarda yürümek, ayazın yüzüne çarpıp canını yaktığını hissetmek kadar kötü sakaryada karşılıklı ikişer bira içmek kadar, elele tunalıda yürümek kadar, 19 mayısta takımın için sesinin kısılmasına aldırış etmeden şarkılar söylemek kadar güzel olan eylem.
aşık olmanın şehri mekanı yoktur. her yerde aşık olabilirsin, her yerde mutlu olabilirsin, her yerde mutsuz olabilirsin. sadece yaşadığın duyguları yaşadığın yere atfedersin. ama mutsuzluk aynı mutsuzluktur.
adına öyküler yazdırmaktır. çok severdim seni be ankara. yalnızlığa bürünmüş sokaklarında memur kılıklı, tek tip, eski, basit, sade, yaşlı herkesin her yerde dillendirdiği ne kadar pesimist ne kadar kötü sıfat varsa hepsini kabullenmiş binalarının arasında yürüye yürüye seninle dertleşmeyi; hiç bitmeyen soğuklarında, donarcasına sığındığımız kuğulu parkında oturup buz tutmuş ellerini, ellerimi, ellerimizi hissetmeye çalışıp nefesimizle avuçlarımızı hohlaya hohlaya ısıtmayı; şiddeti düşük depremler gibi kavga edişlerimizi, seni sevmeyi, herkese herşeye karşı 'nesini seviyorsun bu ankaranın?' sorularını tüm yüreğimle can siperane savunmaları attığın onca kazığa rağmen hey gidi...
beraber içtiğimiz şaraplarını severdim; otobüs kuyruklarında, eskişehir yolunda, sakarya caddesinde, tunalıda geçirdiğimiz zamanları; müdavimi olduğumuz her barında tadını hiçbir şeye değişmeyeceğim sulu biralarını, deliler gibi aç iken sırf ucuz olsun diye yediğimiz ama tıka basa doyuran lahmacunlarını; onca bira üstüne, hafiften çakırkeyif hallerdeyken hem de, deli gibi sıkıştığımız vakitler tek bir açık mekan bile bulamayışlarımızı severdim; üniversite şenliklerinde sana sarılarak şarkılar söylemeyi, hem de sana seni anlatan ankara'da aşık olmak zor iki gözüm diye diye...
her bir fotoğrafta biraz daha büyüdüğümü, yaşlandığımı, eskidiğimi gözümün içine soka soka bana göstermeni; geçmişimi, anılarımı asla silinmemecesine saklamanı severdim; yaşattığın, yarattığın, sebep olduğun dostlukları, kavgaları, hüzünleri, sevinçleri kısacası yüreğimin en derinliklerine kazıdığın herşeyi; ama herşeyden öte en büyük aşkı bana yaşatmış olmanı severdim.
söküp atana kadar beni caddelerinden, bir anda sırtını dönüp, sana artık her mevsim kış diyene kadar seni çok sevdim be... öyle bir anda götürdün ki güneşimi ardından nisan bile küstü hayata, ondandır bu yağmurlar belki de bugünlerde kimbilir. şimdi artık ne sokakların benimle dertleşiyor ne de benim hiç gezesim var sokaklarında yapayalnız, içimde çığlıklar yürümekte olduğu halde... ellerim hala üşüyor ama soğuktan değil artık. o kadar yabancıyım ki coğrafyanda. kaçıp gitmek isteyeceğim hiç aklıma gelmezdi şehrinden. tam da zora geçmiş yıllardan intikam alırcasına yaşamaya tutunduğum zamanlardı halbuki... sen büyüdün kocaman bir şehir oldun; istanbul gibi olmaya çalıştın, insanlar tanımak istedin, insanları sevdin, sevildin. ben hiç değişemedim güvendiğim, sevdiğim, en zor zamanları yaşadığım ama sonunda yine huzuru bulabildiğim bu şehirde.
artık farkettim ki durum böyleyken hiç de güzel değilmişsin aslında. biraz uzaklaşmak istiyorum senden, gitmek belki - gerçi gidiyorum demekle de gidilmiyor ya - , belki de başka şehirlerle aldatmak seni. bu yollar, sokaklar, caddeler yeniden onarılana kadar, düşmeden yürüyebileceğim kadar en azından; eski izleri, anıları, devamlı surette peşimde olan geçmişin gölgelerini bir örtüyle örtebilene kadar - çünkü ancak bunu yapacak gücüm var. ve belki de hiç bitmeyen kışın ardından yeniden bahar gelene kadar şimdilerde yalnızlığın çöktüğü bu kente. yine de öyle bir tuzaktayım ki ne kadar kaçarsam kaçayım dönüp dolaşıp eninde sonunda yine sana yakalanacağım bu zaman yolculuğumda, geze geze bitiremediğim ama bir türlü sevemediğim tüm o yollardan sonra...diye yazmışım bir zamanlar sana ankara.
Ankaradan bir kuş uçtu güneye doğru
kanatlarında sevdanın kar bulutları
Gün batımı masum gülüşler ağlamaklı
yine birşeyler aldı gitti ayrılık hüzünleri
yeni birşeyler aldı gitti ayrılık...