ilk akla gelen samimiyet ve doğallık olan tanımla biçimi. eskiden daha da iyiydi ama yine de böyle bir samimiyet var bence. mesela ben memleketime gittiğimde, yer sofrası veya masa sofrasında yemek yerken, çocuklar, yiğenler birbirlerine, yemek yerken konuşulmaz dediklerini duydum. anadolu insanının verdiği bir kültürdü bu çocuklara. ama malesef anadolu da yozlaşıyor artık. gelişen küresel, teknolojik, özentillik ve kendi öz kültüründen elinde olmayan sebeplerle bir haber olmak, buna müsade etmiyor gibi.
altın gibi kalbi olan insanlardır ama ne yazık ki onlara dair tek güzel haslet budur.
bende köylüyüm üstelikte ulaşımın eşeklerle yapıldığı cinsten bir köy ve bu yüzden iyi bilirim o insanı gerçekten genellikle temiz yüreklidir ama okumuyor, bilmiyor, çabuk kanıyor. ne kendilerine değer veriyorlar nede çocuklarına. sadece tarlada kendisine yardım etmesi için dünyaya getirdikleri çocuğun vebali üstlerine kalır mı bilinmez ama eğer o çocuk birde kız çocuğuysa 21. yüzyılda ortaçağdan kalma bir hayatı yaşamak zorunda kalmanın acısı vardır körpecik vücudunda.
okumuyorla, araştırmıyorar, çabuk kanıyorlar. her evde bir televizyon tarladan geldi mi çök başına geceye kadar izle sonraki günde aynı şey sonraki gün ise televizyonu misafirle izle..
unutmuştur devlet sizi gönderdiklei öğretmenler atanan öğretmenlerinin en kötüleridir zaten 2 aya kalmadan tahinlerini isteyip giderler şehirdeki çocuk 4. sınıftan itibaren dershaneye giderken sizin dersleriniz hep boştur. işin en acı tarafı nedir bilir misin 18 yaşında bir kız çocuğu düşün köyde nişanlı. bu tarz benim izlerken adeta başka bir evrendeki canlıları izliyormuş gibi gelir ona.
Genç adam, antika merakı sebebiyle Anadolunun en ücra köşelerini dolaşıyor ve
gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış
kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış
gibiydi. Fakat bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar
yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir
ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam,
antikacının yürümesine yardım ederken:
günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım,
dedi.meğer seni bulmak için iyileşmişim.
Diz boyu varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre
göre donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin
etrafını saran iki-üç iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar
olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir
türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı.
Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram
edip sedirdeki yatağını hazırlarken:
bugün soba yakamadım evladım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı
da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna
rağmen uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri
almalı, bunun içinde iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela hayatını kurtarmasına
karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle
dışarıya çıkarttığı iskemleleri,çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi.
Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Hatta onları kaptığı gibi
kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden
koşacak mıydı?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor
ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada
yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş, hatta hayal meyal olsa bile
odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde çorba
pişirdiğini gördü. Yattığı yerden başına gelenleri düşünürken, iskemleleri
hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: aman Allahım ..! antikalardan hiç
biri ortada yoktu.
ihtiyar kurt, akşamki planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını
duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak:
iliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da ne güzel koktu doğrusu. Ama akşam ki
iskemleleri göremiyorum.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya
atarken:
iskemle dediğin dünya malı be evladım, dedi. Biz misafirimizi üşütür müyüz?
muhteşem bir zenginliğin yanında muhteşem özellikleri de bünyesinde barındıran insanlardır anadolu insanı. tüm mütevaziliğine rağmen, yakından baktığınızda pür insandır. derindir, yalnızdır, hüzünlüdür, yiğittir, diğerkamdır, naziktir, cömerttir...
kültür bakanlığı'nın bastığı bir aşık veysel kitabı vardır. veysel baba'nın hayatı, fotoğrafları ve onun hakkındaki anıları derlemiş zamanında bakanlık.
geçenlerde farkettim ki zaman zaman özlüyorum veysel'i. ne zaman özlesem, kendimi o kitabı karıştırırken, fotoğraflara bakarken yakalıyorum. içlerinden birisi derinden etkiliyor beni. sözlüğe yazsam dedim, açtım aşık veysel başlığını, sonra düşündüm ki bunu anadolu insanı olarak yazmalıyım.
veysel baba'nın ailesi, eşi, kardeşleri, çocukları, torunları belki çoğu ilk defa gördükleri bir fotoğraf makinesine poz veriyorlar. arkada kırık dökük bir ev, evin önünde Veysel babanın aile efradı.
oldukça bakımsızlar, üstleri başları özensiz, eski ceketler, pantolonlar, köylü kıyafetleri, çocukları perişan hali...işte orada doğup büyüdü veysel baba. o evin civarında bir yerlerde kızamık çıkardı, diğer gözüne çöp battı, evlendi, çocuğu oldu, karısı kaçtı, annesi öldü, torunu oldu vs. sazı orada aldı veysel eline, gönlüne sevda orada düştü, o insanlardan birine "güzelliğin on par' etmez" dedi. ordaki toprağı vatan bildi, atatürk'e orda hayran oldu, ordaki dostlarına "benim giderim sazım kalır, dostlar beni hatırlasın" dedi...
o ilk bakışta virane gibi görünen evin önünde, sıradan, bakımsız duran insanlardan bir tanesi çok değil daha 35 sene evvel doğduğu evde aramızdan göçüp gidiyor.
aşık veysel, bugün kıymetini meraklısının bildiği ama dünyanın her tarafından sanatçının büyük saygı ile eserlerini yorumladığı bir ozan. bugün bir çok devlet memurunun tayini çıkınca burun kıvırdığı, gitmek istemediği topraklardan sesini tüm insanlığa duyuran, bizden biri, aynamız.
bir fotoğraftan bana bakıyor, bakımsız ama dupduru, özensiz ama tertemiz, fersiz ama tepeden tırnağa insan. 35 sene sonra geldiğimiz noktaya bakınca derin mi derin...
söz uzar gider. baba veysel'i anadolunun herhangi bir evladı olarak takdim etmek yerli yerinde olacaktır. çünkü anadolu, ancak yakından bakılınca kıymeti anlaşılan bir insanlık potansiyelinin adıdır.
Sadece cıkarinı ve cebini düşünür. Dünya görüsü yoktur. Açtır, 2 baklava yiycem diye (ucretsiz tabii) birbirinin ustüne cikar, çogu suça meyillidir ama imkani olmamiştir da ondan yoktur sabikası. Vatansever degillerdir. Rus ordusunun erzurum, kars, trabzon, yunan ordusunun denizli, manisa'da nasil karsılandığına bakın. Pistir, köyünün her tarafinda cesme yahut pinar vardır ama yari beline kadar camura, hayvan pisligine bulanmiştır.
Efendime söyleyim ruhu sapıktır. Luvirat ve hatta ensest evliliklere bakın. Yayginliklarina bakin. Evlilikdisi gelisenlere hic girmiyorum.
Ezik, yüreksiz ve namerttir. Bir devlet memuru karsisinda bile iki buklüm olur da ülke buyuklerine rahat rahat hakaret eder. Surekli lider arar, çünku güdülmesi gerekmektedir. Seviyesizdir, kabalig comarligi, hanzolugu marifet; medeniyeti, moderniteyi, kultürü ve sanatı hakir görür Zeka seviyesi ise zaten malumdur.