haneke'den beklenilmeyecek bir aşk filmi. aşkla ilgili düşüncelerimi pekiştiren bir film oldu benim için. duygularımın pekişmesi içinse biraz daha schubert dinlemek lazım...
not: festival filmine gelen izleyici; lütfen tepkilerini kendi içinde yaşa, filme konsantrasyonumu bozma. hele şu cep telefonunu tamamen kapat. sözüm film boyunca yanımda oturan ece dorsay nezninde tüm izleyicilere.
özene bözene kopi pasta yaptığım ingilizce sözleri .
love is a wild animal
it breathes you it looks for you
it nests upon broken hearts
and goes hunting when there are kisses and candles
it sucks tightly on your lips
and digs tunnels through your ribs
it drops softly like snow
first it gets hot then cold in the end it hurts
amour amour
everyone just wants to tame you
amour amour in the end
caught between your teeth
love is a wild animal
it bites and scratches and kicks towards me
it holds me tightly with a thousand arms
and drags me into its love nest
it devours me completely
and retches me back out after many years
it drops softly like snow
first it gets hot then cold in the end it hurts
amour amour
everyone just wants to tame you
amour amour in the end
caught between your teeth
love is a wild animal
you fall into its trap
it stares into your eyes
spellbound when its gaze hits you
Michael haneke amcamızın 2012'de gösterime gireceği söylenen filminin adı. Merakla bekliyoruz. Evet sanırım bir haneke filmine daha hazır hissediyorum kendimi.
spoiler mı değil mi bilmem ama ben gene de uyarayım.
--spoiler--
anne ve georges arasında geçen olay, dedem ve babaannem arasında geçmiştir ve biz de bunların şahidi olduk.
tabi dedemle babaannem, anne ve georges gibi entellektüel* değil. köyde büyüyüp, köyde yaşayan olaylardan.tipik yurdum insanı yani.
dedem ve babaannemle, anne ve georges'un benzerliği, dedemin anne gibi hastalığı yakalanmasıydı.
talihsiz bir kaza sonucu dedem, beyninde hasar meydana geldi ve 3 sene süren hastalık sürecinden sonra vefat etti.
ilk zamanlar konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, tuvalet ihtiyacını giderebiliyordu. zamanla, konuşması azaldı, daha çok yatar oldu, kendi kendine yemek yemesi zorlaştı, tuvalet ihtiyacını gideremez oldu. sonra aynı filmdeki anne gibi, yemeğini babaannem yedirmeye başladı, onunla konuşmaya çalıştı, tuvalet sorunu olduğu için bez kullanmak zorunda kaldı. banyo yaptırmak zorlaştı. saç ve sakal traşı da gayet zor oluyordu. anne yaşadığını dedem de yaşıyordu. farkı ise dedemin fiziksel olarak babaannemden daha ağır olması, bilinci azaldığı için istemediği şeylerde vurmaya ve ısırmaya çalışması idi.
bunları neden mi anlattım?
babaannem 3 sene boyunca çocuklarının evinde dedem ile birlikte dönüşümlü kaldı. ilk başlarda hastalığını kabul edemedi. dedemin hastalığı ilerledikçe çocuklaşıyor. babaannem ise eşine değil de çocuğuna bakar gibi bakıyordu dedeme. vurmaya çalışmasına, inatlaşmasına rağmen en iyi şekilde bakılmasını istiyordu.
tabi kızmadan da edemiyordu, bunu filmdeki tokat sahnesine benzetiyorum ben.
son zamanlarında ise durumu ağırlaşmış, yatak yaraları artmış, yemek yiyemez hale gelmişti dedem. burnundan bağlı bir hortum ile direk midesine gönderiliyordu yemek. ölmesini istemesek de, ölüm belki de en iyi kurtuluştu dedem için. ve son olarak hastanede yoğun bakımda gözlerini yumdu hayata. son zamanlarında artık hiç konuşamaz oldu. babaannem hastaneye gittiğinde beni tanıdı diyordu kendi kendine.
ölümünü kabullenmek kolay değildi ama tek tesellimiz acılarından kurtulmuş olduğunu düşünmemizdi.
fildeki yastık sahnesini ben buna yorumluyorum. georges her ne kadar kızmış olsa da anne'nin acılarından kurtulması için yaptığını düşünüyorum.
belki insanlar senelerce birbirlerine aşık kalamazlar ama aralarındaki sevgi bir diğeri bir bebek olsa bile ona en iyi şekilde davranması gerektiğini düşündürüyor.
bu film bana 3 sene önce yaşadıklarımı hatırlattı, benzer sahneler benim hayatımın bir bölümünde de yaşandı ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ve böyle şeyler ile karşılaşacağız.
--spoiler--
michael haneke 'nin altın küre ödülleri 'nde en iyi yabancı film ödülünü alan filmi. filmden önemli bir detay ise; filmin başlarında georges ve anne arasında komşularının evine girip tabloları kesen hırsızla ilgili bir sohbet geçer. filmin ilerideki sahnelerinde biz bu tablolarla karşılaşırız. burada anlatılmak istenen bizim (seyircinin) georges ve anne'ın hayatına gizlice girmiş bir hırsız olduğudur.
" Her şey şimdiye kadar olduğu gibi devam edecek. Kötü olan daha da kötü olacak.
Böyle devam edecek ve bir gün son bulacak."
Film; Çaresizlik,Mücadele,Aşk üçlüsü içinde Haneke'nin ne kadar iyi işlere imza attığını göstermektedir. Haneke'nin kafayı yediğini düşünen bir yönetmen olması hiçbirimizi şaşırtmaz.
Sizi ''aşkın sınırları nedir?'' sorusuyla başbaşa bırakan ve izlerken ''ya onların yerinde ben olsaydım'' diyerek içten içe size bu soruya cevap aratacak bir film. Amour hayatın yaşlılık denen dönemini tüm çıplaklığı ve sevgi,dayanışma olguları ile birleştirebilen gerçekten sıkı bir yapım olmuş. Final sahnesi çok iyi düşünülmüş ve diğer Haneke filmlerinde olduğu gibi sizi ters köşe yapıyor ama duygusallığı en yükseğe çıkarıp ordan sizi bıraktığı için de biraz fazlaca sarsıyor.