amour

entry78 galeri2 video3
    26.
  1. bazı şeyler vardır böyle etkisini hemen göstermez. sıcağıyla anlamazsın ama sonra çok yakar. bu film de onlardan. film bittiğinde sadece bir yumruk indi sanıyorsun. ertesi sabah bir de bakıyorsun ki yataktan kalkamayacak haldesin. sadece "bir" yumruk değilmiş o yediğin meğer, kemiklerini kırmış haneke*, haşat etmiş seni.
    1 ...
  2. 27.
  3. haneke'nin bu son filmi, avrupa burjuvazisinin adını aşk koyarak yaşadığı, ancak henüz doğru bir tanımı yapılmamış ilişki biçimine vurduğu bir tokattır. bu filmle burjuva evliliği yeniden tanımlamaz, sadece gerçek anları birleştirip bir film halinde sunar. kırk elli yıllık evli bir çiftin birbirine karşı en şefkatli olmasını beklediğiniz hastalık, düşkünlük durumları karşısında birbirlerine ne kadar zalimce davranabildiklerini gösterir. haneke bu filmiyle yerleşik kabulleri, algıları altüst eder.
    1 ...
  4. 28.
  5. Güzel bir Rammstein şarkısıdır. Ballad yapmaya çalışılmış ama bateriler ve gitarların sesi işi bozmuştur muhtemelen.
    0 ...
  6. 29.
  7. rammstein adlı alman grubun bir şarkısı.
    0 ...
  8. 30.
  9. haneke filmlerini severiz ama bu bambaşka bir film olmuş.hoş, her haneke filmi için bu cümle kalıbını kurmuş olabilirim. bu film hakkında duygularıma tercüman olan bir yazı kaleme alınmış.
    http://www.karsikultur.co...inozaya-gore-emek-ve-ozen

    bir diğer konuda çoğunluğun aşk filmi demesi. yok böyle bir haneke dünyası diyor ve gereken cevabı verdiğimi düşünüyorum.
    0 ...
  10. 31.
  11. türkçesi aşk olan fransızca bir kelime.
    0 ...
  12. 32.
  13. 2013 oscar ödül töreninde çok büyük ihtimal yabancı dil alanında yarışacak olan film.
    1 ...
  14. 33.
  15. indirdim şöyle bir kısaca baktım izlenecek film değil gibi, ama haneke hatrına izleyeceğim film.
    0 ...
  16. 34.
  17. Rammstein efsanelerindendir. Yavaş kısmı hayattan kopartır, hızlanığı yerde kafanı kopartır.
    0 ...
  18. 35.
  19. Michael Haneke nin yönettiği, 2012 yılının en iyi filmi.
    0 ...
  20. 36.
  21. Nihayet bugün izleyebildiğim Haneke filmi.

    Gerçek bir film. Tüm hissettirdikleriyle hem de.

    --spoiler--

    Kendini dış dünyadan tamamen izole etmiş 60 yaşının üzerinde bir çift var. Anne ve Georges Bir bütün olmuşlar. Düzen onlar için her şeyden önemli. Hayatlarında her şey planlı ve programlı. Bunun dışına çıkmıyorlar. Arkadaşları yok. Onların onayı dışında evlerine, mahremiyetlerine girebilen kimse yok.

    Sonra birden bire hayatlarında büyük bir değişim oluyor Anne felç geçiriyor. Film de burada başlıyor esasen. Aşk, sevgi, sadakat, yalnızlık ve bencillik. Tüm bu duyguları görüyoruz filmin devamında.

    Anne güçlü bir kadın figürü. Hayatında hep dik durmuş Kimseden yardım istemiyor. Ama düştüğü durum onu yardıma muhtaç kılıyor. Belki de ona en çok acı veren çok sevdiği kocasının kendine bakmak durumunda kalması. Hastalığının en başından beri yardım istemekten kaçınıyor. Georges ise tüm hayatını birlikte geçirdiği güçlü kadının bu durumda olmasına dayanamayan elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan bir adam. Ama zaman ilerledikçe ve anne'nin durumu kötüleştikçe beklenen sondan kaçamıyor Georges.

    Filmdeki en etkileyici sahne belki de tokat sahnesiydi. George eşine yemek yediriyor, ona hikayeler anlatıyor, onu uyutuyor bir bebek gibi bakıyor adeta. Ama nihayetinde bir insan. içinde yaşadığı baskı, hüzün, acı o tokatla birden dışarı çıkıyor. Sonrasında ise bir kaçış hikayesi başlıyor. Georges çok sevdiği eşinden, kızından, kendisinden ve gerçeklerden olabildiğince kaçmaya başlıyor. Anne iyi olmayacak ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi devam etmeyecek. Hem kendi içinde bulunduğu durumdan hem de Anne'nin içinde bulunduğu durumdan kurtulmak adına onu da kendisini de öldürüyor.

    Evlerine hayatlarına kimsenin girmesine izin vermeyen Georges eşini de yalnız bir şekilde ölüme uğurluyor. Aldığı çiçekleri yıkaması, hazırlaması bir çeşit cenaze töreni onun için.

    Ve filmin sonunda George sevdiği kadın Anne ile o evden çıkıp gidiyor. Yine birlikte yine bir bütün olarak.

    --spoiler--

    En iyi yabancı film ve kadın oyuncu Oscar'ını almasını temenni ediyorum.
    0 ...
  22. 37.
  23. büyük beklentiyle izleyeceğim haneke filmi.Önce diğer filmleri bitsin öyle izleyeceğim.malum yapım sırasına göre izlemek en mantıklısı.
    0 ...
  24. 38.
  25. fazla gerçekçi olduğu için insanı geren film. değişik bir iç sıkıntısı veriyor.

    --spoiler--

    izleyen kişinin filmi nasıl yorumladığı, george'un anne'e tokat attığı sahnede düşündükleriyle belli oluyor. ben o tokada çok üzülmekle beraber george'a hak da verdim. bi' an kendimi onun yerine koyunca, o kadar dayanamazdım bile düşündüm.

    --spoiler--
    0 ...
  26. 39.
  27. abartı beklenti sahibiydim izlemeden önce. tamam, iyi, hoş. ama beklentimi keşke bu kadar yüksek tutmasaymışım.

    " haneke " olduğunu gözümüze sokmayan bir film olmuş. Der Siebente Kontinent kadar olamayacak sanırım hiçbiri.
    0 ...
  28. 40.
  29. 41.
  30. yeni yılın ilk günü. izinliyim. uzun zamandır beklediğim filme haneke’nin amour filmine gitmek için internetten sinema seanslarına baktım. kızılırmak sinemasında yok.(üzüldüm, benim için değerlidir kızılırmak). büyülü fenerin on iki kırk seansına karar kıldım. yine de emin olmak için sinemayı aradım. malum yılbaşı sabahı açık olmayabilir. telefonu açan kızın sesinin canlılığına şaştım kaldım. belli ki dün gece dağıtmamış. o da benim gibi evinde girmiş yeni yıla, sıfır alkol bol kahve. ne garip kızın dolgun ve canlı sesi kendime gelmemi sağladı. ilk seanslar on iki otuzda başlıyormuş. eh zaten benimki on iki kırk.

    yılın ilk günlerine özgü bir hava vardı dışarıda. sokaklar bile akşamdan kalmaydı. perdelerin ardında yeni yıla umutla girmiş insanlar uyuyorlardı. belki üç beş lira isabet etmişti biletlerine, belki sevdikleriyle girmişlerdi yeni yıla. ya da mutsuzdular, her yıl oldukları gibi…
    bindiğim belediye otobüsü pekte dolu sayılmazdı. normal.

    otobüsten inip doğru sinemaya gittim. düşündüğümden fazla insan vardı, kızılırmak sinemasında koca salonda tek başıma onlarca film izlemiş biri olarak hayli garipsedim bu kalabalığı. gişedeki kızdan biletimi aldım. salon bir, h sırası sekiz numara on dört lira. kıza dikkatlice baktım telefondaki sesin sahibi mi diye, değildi. dışarıda bir sigara yaktım. içeri kafeye girdim. bir su ve crunch, üç lira.

    salondaki yerime oturup nereden geldiği belli olmayan klasik müziği dinlemeye başladım. salonun beşte biri doluydu. derken orta yaşlarının sonunda neşeli bir çift yanıma yaklaştı; galiba bizim yerimize oturuyorsunuz dedi. sekiz numara dediler ama dedim. kadın; bize de sekiz dediler dedi. burası h sırsı değil mi. yok ı burası dedi adam. bozuldum ama belli etmedim, özür dileyip kalktım. bir ön sıraya oturdum, arkama baktım kalktığım yere değil de iki yana oturmuşlar. ah şu insan soyu!!
    sonra ışıklar karardı, reklamların gümbürtüsü doldu kulaklarıma… biraz sonra da film başladı.
    film bitip yazılar akmaya başladığında insanlar kalkmaya başladılar. kalkarsam eğer bozacaktım büyüyü. işte hayatımın sonuna kadar burada oturmalı, son nefesimi burada vermeliydim. haneke; hayat düşünemeyeceğiniz anca yaşayabileceğiniz kadar acı diye bas bas bağırmıştı kulaklarıma. yavaşça doğruldum. ağır adımlarla çıktım sinemadan, gün ışığı gözümü aldı. montumun yakasını kaldırıp sokak boyu yürümeye başladım. hatay dürümcüsünden tavuk dürüm alıp yürümeye devam ettim, oturursam eğer, durursam bir daha gidemeyeceğimi hissettim. sonuna kadar gitmeliyim diye düşündüm. artık aşkın ne olduğunu bildiğime göre şu belediye otobüsünün altında can verebilirdim. yapamadım. yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm…
    2 ...
  31. 42.
  32. 43.
  33. 2013 en iyi film Oscar adaylarını izliyoruz: AMOUR - Michael Haneke...



    Amerikan sinemasındaki gibi, ilgiyi canlı tutacağım diye bin takla atan bir sinema değil bu.

    izlemeye niyetin varsa, izle; yoksa güle güle diyen bir sinema…

    Kısa sekanslar; sürekli 'cut'larla açı ve konum değiştiren kameralar; bu filmde hiç aramayın; YOK…



    Yönetmen, kamerayı bir açıya ve konuma yerleştirdikten sonra, sahne boyunca sabit tutuyor; sanki çıplak gözle olaya tanıklık yapıyormuşuz gibi.

    Peki böyle bir filmin SEYiR KEYFi olabilir mi? Gerçek hayat gibi, durgun, durağan bir akışa tanıklık etmek, seyir keyfi verir mi?

    Alman Michael Haneke'nin, en iyi film Oscar adayı Amour filmi, tam da böyle bir film; - sizi bilmem --- bana ve eşime seyir keyfi verdi.

    Durağanlık iyi bile: izlerken zihin oyunları oynamanıza izin veriyor; daha doğrusu zihninizi harekete geçiriyor.

    Babam felç geçirmiş; yüzde 60 sağlığına kavuşmuştu; arkasından annem felç geçirdi: Yüzde 70'i GiTTi. Konuşma yok; sağ tarafta ne kol ne de ayakta hareket yok.

    Anneme, bir bakıcı tuttuk. Ama babam, kendisinden hiç beklediğimiz şekilde, anneme öylesine bir bakım gösterdi ki; biz çocuklarının gözleri yaşardı.

    Film, kendilerine zor bakan 80'lik karı - kocanın (Kadın felç geçirip, sağ tarafı tutmaz hale gelince) hallerini anlatıyor.

    Filmin 'güzel' tarafı; sanki karı - kocanın hiç farkında olmadığı bir gözün, bizim gözümüzün, evin içinde onları gözetliyor gibi olması.

    Bu gözetleme, 'yaşlılık hallerimizi' düşünme ihtiyacını da harekete geçiriyor: O halde kendimizi hayal ediyoruz ki, iyi bir egzersiz…

    Film, Türkiye'de 28 Aralık'ta gösterime girmiş ve KOCCA Türkiye'de, sadece 3 (yazıyla üç) sinemada gösterilmiş. http://gundem.milliyet.co....2013/1655420/default.htm

    istanbul’da Altunizade ve Beyoğlu’nda; bir de Ankara’da… Toplamda filmi izleyen kişi sayısı 10 bin 577.
    0 ...
  34. 44.
  35. Haneke'nin müziksiz de film yapılabilir dercesine akademi üyelerini baştan çıkartan ve yalınlıkta zirve yapmış son filmi. Her izleyen beğenmez, her beğenen kolay kolay unutamaz.
    0 ...
  36. 45.
  37. michael haneke 'nin altın küre ödülleri 'nde en iyi yabancı film ödülünü alan filmi. filmden önemli bir detay ise; filmin başlarında georges ve anne arasında komşularının evine girip tabloları kesen hırsızla ilgili bir sohbet geçer. filmin ilerideki sahnelerinde biz bu tablolarla karşılaşırız. burada anlatılmak istenen bizim (seyircinin) georges ve anne'ın hayatına gizlice girmiş bir hırsız olduğudur.
    2 ...
  38. 46.
  39. her sahnesinde her bir izleyişte farklı bir şeylerin dikkat çektiği film. öncelikle yine tek bir mekanda çekilmiş olmasına rağmen hiç kopmadan gidilebiliyor sonuna dek. aslında tam bir yönetmenlik şaheseri olan film ki benim umudum da o yönde umarım alır haneke bu filmiyle her ne kadar zorlu rakipleri olsa da diğer filmlere nazaran daha zor bir film olduğu için temennim bu yönde.

    --spoiler--
    ayrıca herkes özünde iyidir algısının içine etmiştir yine insanların mayasında kötülükte vardır diyerek ortak kanı bu yönde belki. ancak nedense bir türlü hatalı karar vermiştir diyemiyorum ben. belki de en iyi seçimi o anda yaptı. aşkı öldürdü gibi gözükse de bence öldürdüğü aşk değil sadece yarı ölü bir beden olmuş ve çıkışta görüldüğü üzere aşkı yaşamaya devam etmiş.
    --spoiler--
    2 ...
  40. 47.
  41. spoiler mı değil mi bilmem ama ben gene de uyarayım.
    --spoiler--
    anne ve georges arasında geçen olay, dedem ve babaannem arasında geçmiştir ve biz de bunların şahidi olduk.
    tabi dedemle babaannem, anne ve georges gibi entellektüel* değil. köyde büyüyüp, köyde yaşayan olaylardan.tipik yurdum insanı yani.
    dedem ve babaannemle, anne ve georges'un benzerliği, dedemin anne gibi hastalığı yakalanmasıydı.
    talihsiz bir kaza sonucu dedem, beyninde hasar meydana geldi ve 3 sene süren hastalık sürecinden sonra vefat etti.
    ilk zamanlar konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor, tuvalet ihtiyacını giderebiliyordu. zamanla, konuşması azaldı, daha çok yatar oldu, kendi kendine yemek yemesi zorlaştı, tuvalet ihtiyacını gideremez oldu. sonra aynı filmdeki anne gibi, yemeğini babaannem yedirmeye başladı, onunla konuşmaya çalıştı, tuvalet sorunu olduğu için bez kullanmak zorunda kaldı. banyo yaptırmak zorlaştı. saç ve sakal traşı da gayet zor oluyordu. anne yaşadığını dedem de yaşıyordu. farkı ise dedemin fiziksel olarak babaannemden daha ağır olması, bilinci azaldığı için istemediği şeylerde vurmaya ve ısırmaya çalışması idi.
    bunları neden mi anlattım?
    babaannem 3 sene boyunca çocuklarının evinde dedem ile birlikte dönüşümlü kaldı. ilk başlarda hastalığını kabul edemedi. dedemin hastalığı ilerledikçe çocuklaşıyor. babaannem ise eşine değil de çocuğuna bakar gibi bakıyordu dedeme. vurmaya çalışmasına, inatlaşmasına rağmen en iyi şekilde bakılmasını istiyordu.
    tabi kızmadan da edemiyordu, bunu filmdeki tokat sahnesine benzetiyorum ben.
    son zamanlarında ise durumu ağırlaşmış, yatak yaraları artmış, yemek yiyemez hale gelmişti dedem. burnundan bağlı bir hortum ile direk midesine gönderiliyordu yemek. ölmesini istemesek de, ölüm belki de en iyi kurtuluştu dedem için. ve son olarak hastanede yoğun bakımda gözlerini yumdu hayata. son zamanlarında artık hiç konuşamaz oldu. babaannem hastaneye gittiğinde beni tanıdı diyordu kendi kendine.
    ölümünü kabullenmek kolay değildi ama tek tesellimiz acılarından kurtulmuş olduğunu düşünmemizdi.
    fildeki yastık sahnesini ben buna yorumluyorum. georges her ne kadar kızmış olsa da anne'nin acılarından kurtulması için yaptığını düşünüyorum.
    belki insanlar senelerce birbirlerine aşık kalamazlar ama aralarındaki sevgi bir diğeri bir bebek olsa bile ona en iyi şekilde davranması gerektiğini düşündürüyor.
    bu film bana 3 sene önce yaşadıklarımı hatırlattı, benzer sahneler benim hayatımın bir bölümünde de yaşandı ama her şeye rağmen hayat devam ediyor ve böyle şeyler ile karşılaşacağız.
    --spoiler--
    2 ...
  42. 48.
  43. hanekenin bu sene cannes film festivalinde yardırdığı film. bir haneke hayranı olan mojonun sıcak sıcak spoilerı yeni çıktı.

    --spoiler--
    öncelikle tüm filmleriyle rahatsız eden bir yönetmenin aşk gibi bir konuyu nasıl işleyebileceğini çok düşündüm filmi izlemeden önce. yine yönetmenimiz, aşkın en vurucu dönemini ele almış. anne ve georges'un yaşlı insanlar olduğunu görüyoruz ve aralarındaki saygıyı hiç bir zaman kaybetmemiş olduklarını , sonsuza kadar da kaybetmeyeceklerini zannettiğimiz için filmi aşk boyutunda bu kadar rahatsız edici izledik. bizde bir söz vardır ninelerimiz söyler genellikle 'yatıp da kapılara baktırmasın' tarzı. bu filmde baştan beri bunu buram buram kokladım. çünkü aşkın sadakat , fedakarlık ve bağlılık boyutunu anca böyle bir anda görürdük, hastalık anında muhtaç olunan anda. filmde anne'nın bazı yerlerde georges'a kötü davranma kısmını beğenmedim. oysa okuduğum her film eleştiri yazısında georges' un ne kadar bencil olduğunu söylemişler. kesinlikle gösterilen sahnelerin altında derin boyutların olduğunu düşünüyorum. georges' ta da anne 'da da. ikisi de ölümden korkmuyor, ama millet ne der arkamızdan neler yapar, torunlarımız cenazede güler, kimse gelmez cenazeye havasında. bu genellikle yaşlılarda görülen bir özellik. georges cenaze törenini anne' ye anlatırken bunu farkediyoruz. ve sonda yaptığı davranışı, anne'yi evde bırakmasını, giydirmesini, kapıyı bantlamasını buna bağlıyorum. bencilliğine ya da aşka değil! anne ' da da kocasına sürekli yük olacakmış, her an mızmızlık yapacakmış havasını beğenmedim. zaten rahatsız ettiği kısımlar oralarda başladı. altına cişini yapmasında georges bu olayı büyütmemesine rağmen ikinci bir felç geçirdiğini gördüğümüzde anne'da da sorunlar olduğunu fark ediyoruz. kadın kocasını geçmişinde hep ciddi, hep güçlü, duygusal olmayan bir adam olarak gördüğü için felç durumunda bile çekinmesinden, dokunamamasından, hep ben hastayım modundan nefret ettim. anne georges ile konserden geldiklerinde georges' un ' bunu göz ardı edemeyeceğim çok güzeldin' demesini görmüyor. oysa georges'un karısını beğenen ve romantik bir adam olduğunu; kahvaltı esnasında anne felçli olmamasına rağmen ona bir şeyler anlatmasını, çocukluğunda izlediği filmde ağladığını, garip hissettiğini anlatarak duygusal olduğunu; karısına saygısızlık yapan hizmetliyi parasını verip gönderecek kadar da ona bağlı olduğunu görüyoruz. kesinlikle georges' un bencil olduğunu düşünmüyorum. kayışı koparan kısmı ve bizi sarsan kısmı georges' un anne'ye tokat attığı zaman. ondan sonra film ikiye bölünmüş gibi zaten. ilk bölümde anne'nin felçli durumu ve çektikleri ona acıdığımız kısmı ikinci bölümde georges' un yaşadığı bunalım. güvercini öldürme sahnesi bunalımın en iyi örneğiydi. öldürülme korkusu, yalnız kalma korkusu, eşini kaybetme korkusu bunların hepsi birleşince son sahnede georges'un kafayı yediğini görüyoruz. haneke yine harika bir eser çıkarmış, piyano ve kitaplık dekoruyla benim yönetmenimdir, saygılar.
    --spoiler--
    1 ...
  44. 49.
  45. bu filmin türkiyede sadece 3 sinema salonunda gösterilmesi resmen bir rezalettir. kaytırık kuyturuk filmler 7-8 hafta vizyonda kalıyor, resmen bir başyapıt olan bu eserin 3 sinema salonunda kalması sinema sektöründe ne kadar geride kaldığımızın göstergesidir. neyse ki zamunda denilen güzelliğe yüklenmiştir.
    2 ...
  46. 50.
© 2025 uludağ sözlük