oyunculukların her birinin ayrı ayrı başarılı olduğu ender filmlerdendir. insanda eline kamerayı alıp çekim yapma isteği uyandırır. ve hollywood yapımı olduğuna da inanamadığımı söylemeliyim. bizim hep bildiğimiz mutlu amerika değil miydi?
harika film. çok etkileyici. filmlerle ilgili pek bir şey yazamıyorum öyle doyurucu yorumlar falan... çok güzel filmdi ama tavsiye ederim herkese.
bir de böyle güzel filmleri izlerken hep aklıma gelir, bu filmi ben çekseydim diye. sonrasında oyuncuları belirlerim şu rolde şu oynasa falan diye. türk oyuncuları tabi. bu uğraşı isteyen bir düşünce de değil 6-7 saniyemi alır. yani filmi kendime zehir etmem. genelde her filme oyuncuları bulurum. bu filmde de buldum. sadece kevin spacey hariç... onun yerine bulamadım. olmadı kimse. çok çok çok büyük bir oyuncu...
uzaktan hoş görünen zengin, konformist ve mevcut koşulları sorgulamayan, düzene tümüyle ayak uyduran yaşam tarzının aslında ne kadar bunaltıcı olduğunu çarpıcı bir üslupla gösteren film.
hafif spoiler içerir
' daha yakından bak' felsefesini filmin başından sonuna kadar hissedebiliyorsunuz tabi görenler için...filmin ana karekteri lester burnham ve sadece lestern burnham için bile izlenebilcek bir film o kadar kaliteli bi oyuncuklukla karşı karşıyasınız. (kevin spacey sayesinde) bana sorucak olursanız benim ilk beşimdedir bu film çünkü hayat felsefimi değiştirdi kesinlikle. örneğin lestern burnham filmin başlarında hayattan kopmuş, ailesi tarafından ezik olarak görünen,hırssız bi karakterken angela yı görüp aşık oluyor ve kendisinide 20 yıl sonra bi komadan uyanmak gibi tanımlıyo ve sonrada sırf angelada ona aşık olsun diye hiç birşeyi umursamayan hayatta daha çok bağlanan bi karaktere dönüşüyor. filmdeki bütün karakterler aslında farklı yönlere sahip hiç birisi göründüğü gibi değil zaten filmin güzelliğide burda...baştan aşağı büyüye sahip olan bir film ama en çok dikkat çeken diğer bir özelliğide filmin replikleri ve müzikleri... son olarak ta lestern burnhamın filmin sonunda söylediği o müthiş cümlelerle bu yazıyı bitirmek istiyorum.
sanırım başıma gelen şey için fena halde kızgın olabilirdim ama dünyada bunca güzellik varken kızgın kalmak oldukça zor. bazen hepsini bir anda görüyormuşum gibi geliyor ve bu çok fazla. kalbim, patlamaya hazır bir balon gibi duruyor. sonra sakinleşmeyi hatırlıyorum...tutunmaya çalışmaktan vazgeçmeyi. o zaman yağmur gibi üstümden akıp gidiyor ve sonsuz bir minnet duyuyorum...küçük, aptal hayatımın her anı için. eminim neden bahsettiğim hakkında hiç bir fikriniz yok, ama merak etmeyin bir gün anlıycaksınız!
herkesin çevresindeki insanları memnun etmek adına normatif değerlerin samimiyet denilen dürüstlükle kardeş çok güzel erdemin unutulmasının insanlarını ve dolaylı olarak çevrelerindeki insanları nasıl mutsuz ettiğini anlatan harika oyuncuklarla dolu film.
homofobik insanların içinde gizli eşcinsellik oldugunu savunan* amerikan aile yaşantısını konu alan drama. ve nasıl olur da kimse farketmedi bilmiyorum ama Thora Birch inanılmaz derecede şebnem ferah'a benziyor.
yönetmenliğini sam mendes'in yaptığı, aynı zamanda bünyesinde birçok ödül barındıran 1999 yapımı bir dram filmi. lakin bu filme sadece dram etiketini yapıştırmak mümkün değil zira aynı zamanda kahkahalar halinde güldüren diyaloglara sahip. bu nedenle müthiş bir komedi ve dram barındırır bu film. böylece sizi bir yandan güldürürken bir yandan da hüzne terk eder. bunun böyle olmasındaki en büyük etken tabii ki iyi oyunculuklar. zaten malum otoritelerde bunu doğrulamışlar ki film gösterime girdiği dönem birçok dalda oscarı da kucaklamıştır.
bunlardan belki de en mühimi film boyunca gösterdiği muazzam oyunculukla kevin spacey'e gidendir. onun zaten başarılı bir oyuncu olduğu aşikar idi. lakin bu filmle bunu daha da perçinlemiş gibi. etrafı fazlasıyla umursayan, mutsuz bir adamdan deyim yerindeyse umursamaz bir herif haline dönüşümü çok iyiydi.
bu filmde ne var derseniz eğer, en başta muazzam diyaloglarından söz etmek gerek. yaklaşık iki saat boyunca tek bir cümle bile lüzumsuz değildi. bir de tüm bu muazzam cümlelere fonda iyi müzikler eşlik edince ortaya ne denli başarılı bir işin çıktığını daha iyi anlıyorsunuz. aslında tam bu noktada lafım filmin müziklerine imzasını atan thomas newman'a...
o zaten yaptığı müziklerle adından söz ettiren bir isim. buna en iyi örnek öyle sanıyorum ki the shawshank redemption olur. zira o da müzikleriyle akıldan çıkmayan başarılı bir yapımdı.
filmin üzerinde ısrarla durduğu ana tema gayet açık. iki saat boyunca birbirinden farklı ailelere tanık oluyoruz.
dışarıdan bakıldığında hayatları gayet düzenli ve normal gibi görünse de işte gözümüze sokulan bir şey var.
bir sorun, sıkıntı...
o da hiçbir şeyin dışarıdan bakıldığı gibi olmadığı...
dışarıdan bakıldığında iyi olarak nitelendirilebilecek bu ailelerin zaman içinde aslında nasıl da türlü olmamışlıklar ve yarım kalmışlıklarla dolu olduğu gerçeğine tanık oluyoruz. zamanla ilişkilerin nasıl da çürümeye yüz tuttuğunu fark edip aynı zamanda bir şeyleri sorguluyoruz da. belki de filmin seyirci üzerinde yarattığı en büyük etkilerden biri de bu.
gelelim başrole...
şüphesiz şu dillere destan "rüzgarda savrulan poşet" aslında filmin başkahramanı gibi bir şeydir. sadece o iki dakikalık muazzam sahne için bile izlenir bu film.
--spoiler--
filmin elbette birbirinden güzel diyaloglar barındıran sahneleri mevcut. lakin belki de en güzeli rüzgarda uçuşan poşet videosunu izlerken ricky fitts karakterinin söyledikleridir. şöyle der;
" kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. hava elektrik yüklüydü. neredeyse duyabiliyordun. ve bu torba oradaydı. benimle dans ediyordu. tıpkı oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. işte o gün fark ettim. her şeyin ardında hayat vardı. ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. korkmak için hiç bir neden olmadığına inanmamı istiyordu. video zavallı bir bahane, biliyorum. ama hatırlamama yardım ediyor. hatırlamaya ihtiyacım var. bazen öyle çok güzellik var ki dünyada.
dayanamayacağımı hissediyorum. ve kalbim içine kapanacak. "
işte görüntüde rüzgarda salınan bir poşet eşliğinde söylenen tüm bu cümleler ile bu film unutulmayandır.
--spoiler--
kısacası aldığı ödülleri hak etmiş bir filmdir bu. aynı zamanda size birçok konuda sorgulama imkanı sunan da bir yapım. tüm bunların dışında bir de işin şöyle bir tarafı var. artık ne zaman yolda ya da orda burada rüzgarda uçuşan bir poşet görsem mühim bir şeyi bana anımsatan bir filmdir bu.
neyi ?
hayatın güzelliğini...
çünkü " her şeyin ardında hayat vardı " *
aslında sadece tipik amerikan ailesini degil, buradan yola cıkarak tum amerikan toplumunu elestiren filmdir. zira;
--spoiler--
lester ların evine dikkat ederseniz, duvarlar beyaz, pencere kenarları mavi, kapı ise kırmızıdır... yaa yaa ne kadar ilginc degil mi?
--spoiler--
uzaktan bakınca tıkır tıkır isleyen bir makina gibi gorulen amerikan sosyal hayatının, bir anda nasıl cuvalladıgını gormek icin idealdir.
film çıkalı çok uzun zaman geçmesine rağmen, izleme fırsatı bulamamıştım. ancak iki gün önce izleyebildim. hakikatende aldığı oscarları hakediyor. insanın; toplumun kendisine biçtiği rolü nasıl oynadığını, iç dünyasına itilmiş, saplantı haline gelmiş bazı duygularının küçük bir aralık bulunca nasıl patlak verdiğini tokat gibi yüzümüze vuran muhteşem bir film.
mena suvarinin canlandırdığı Angela Hayes karakteri, hayatı boyunca sıradan olmaktan korkmuştur. dışlanmaktan, güzel bulunmamaktan, yanlız kalmaktan...aslında tek bir arkadaşı vardır ve ona sürekli birlikte olduğu erkeklerden bahseder. filmin sonunda angela yanlız kalmıştır. arkadaşı tarafından dışlanmıştır. tam o noktada, film boyunca övündüğü birlikteliklerinin hiç gerçekleşmemiş olduğunu görürüz. angela gözümüzde küçülür*, çocuklaşır. Lester'ın gözünde de böyle olmuş olcak ki, filmin son anlarına doğru angelaya olgun bir kadın gibi değil, kızıymış gibi davranmya başlar.
Chris Cooper'ın canlandırdığı albay, tam bir faşisttir. çocuğunu dövmekten çekinmeyen, nazi hayranı, silah koleksiyoncusu, disiplin aşığı ve en önemlisi eşcinsel düşmanı emekli bir asker. son ana kadar gizlediği* duyguları, filmin finalinde lester karşısında bir anda patlar. muhtemelen lesterı öldürmesinde, reddedilmenin verdiği bir hayal kırıklığıda vardır.
oyunculugun tavan yaptigi ki yanilmiyorsam kevin abi oscar aldi, sosyal icerikli mesajlarin verildigi, amerikan aile yapisinin anlatildigi guzel bir film.
ancak butun bunlar beni ilgilendirmiyor. efenim cop torbasiyla ilgili super sahne vardi, ucusan posetin verdigi mesaj falan filan, bunlarin hepsi geyik. bu film tek bir gercek barindirir icinde adi da mena suvaridir.
kim kime, dum duma bir aile yaşantısını perçinleyerek perdeye düşürmüş yapım.
ensest olaylarına iştirak edecek bünyeleri merak ederken film bitiverdi. *
grateful dead'ın 1970 tarihli mükemmel albümü . söz yazarı genelde robert hunter'dır.
aynı adlı filmin soundtrack'i değildir ayrıca.
işte o güzelim parçalar da şöyle:
01 - Box Of Rain
02 - Friend Of The Devil
03 - Sugar Magnolia
04 - Operator
05 - Candyman
06 - Ripple
07 - Brokedown Palace
08 - Till The Morning Comes
09 - Attics Of My Life
10 - Truckin
masturbasyon yapmaya başladı iseniz evliliğinizi gözden geçirmenin zamanı gelmiştir..
her faşist potansiyel ibne dir..
rüzgarda uçuşan şeyler dikkatli gözlere gerçeğe ilişkin ipuçları verebilir..
göğüslerinize slikon taktırmadan bir kez daha düşünmelisiniz..
karınız kendisini düzen adamı kral olarak nitelerken bunun sizin için pek bi önemi kalmamış olabilir..
ve en önemlisi kızınızın arkadaşını düzerken salak olmasını o kadar önemsemeyin..
I had always heard your entire life flashes in front of your eyes the second before you die. First of all, that one second isn't a second at all, it stretches on forever, like an ocean of time... For me, it was lying on my back at Boy Scout camp, watching falling stars... And yellow leaves, from the maple trees, that lined my street... Or my grandmother's hands, and the way her skin seemed like paper... And the first time I saw my cousin Tony's brand new Firebird... And Janie... And Janie... And... Carolyn. I guess I could be pretty pissed off about what happened to me... but it's hard to stay mad, when there's so much beauty in the world. Sometimes I feel like I'm seeing it all at once, and it's too much, my heart fills up like a balloon that's about to burst... And then I remember to relax, and stop trying to hold on to it, and then it flows through me like rain and I can't feel anything but gratitude for every single moment of my stupid little life... You have no idea what I'm talking about, I'm sure. But don't worry... you will someday.
şeklinde mükemmel bir monologla biten alan ball şaheseri. filmdeki poşet bile kendine hayran bırakır.