Hayatının boşa geçtiğini anlayan(hoş her ev erkeği bunu bir süre sonra anlar)bunun sonucundada bakıcı, sorumlulukçu kimliğinden sıyrılmayı nerdeyse başaran, hiç anlaşılmayan hatta hiç farkedilmeyen bir modern zaman kölesi, bir çocuk genel istek yerine getiricisi ve bir kadın hayat garanticisi adamın dramı.
performans ve senaryonun uygulanması bakımından kült bir eser olsa da akıcılık konusunda vasatın altındadır. bu yönüyle sadece geniş birikimlere sahip insanların anlamasına yönelik bir film gibi olmuş.
isminden dolayı hep bir antipati taşıdığım ve en sonunda izledikten sonra üstüne günlerce düşündüğüm, bence anlatmak istedikleriyle hep karşılaştırıldığı fight club'dan çok ayrı bir film.
filmdeki karakterler bambaşka insanlar olmalarına rağmen olmak istedikleri kişinin reklamını yapıyorlar.
anlatıcımız lester o uyuşmuş, bezgin halinden, ailesi tarafından bile umursanmamasından -kızının arkadaşı angela'ya duyduğu ilginin de onu dürtmesiyle- kurtulmaya, elinden geldiğince hayatını değiştirmeye çalışıyor. belki bunu yapma şekli hatalıdır ama artık kendisi için yaşamaya karar vermiştir.
carolyn mükemmel bir eş, anne ve iş kadını portresi yaratmaya çalışıyor. kocasını aldatmayı uzun bir süre göze alamıyor, en sonunda bunu göze alıp yakalandığındaysa yaratmaya çalıştığı bu portre yıkıldığından çılgına dönüyor.
angela ise hayatı boyunca sıradan olmaktan korkmuş, yalanlarla kendini ulaşılmaz ve çok farklı biri yapmaya çalışıyor.
albay hem homofobik hem de eşcinsel bir karakter. disiplini, otoriteyi, erkekliği ön plana alarak eşcinselliğini saklamaya çalışıyor. oğlunun hep kendisi gibi olmasından korkmuş ve oğlunun da eşcinsel olduğunu sanması onun yıkımı oluyor.
filmde reklama ihtiyacı olmayan tek kişiyse ricky. o kendi istediklerinin peşinde, ona dayatılanların değil. pencerenin önünde iç çamaşırlarıyla dans eden güzel kız angela'yı değil jane'i seyrediyor, bir poşet bile ona dünyanın güzelliklerini hatırlatıyor. ama normal kabul ettiğimiz insanlar ona bir sapık hatta deli gözüyle bakıyor.
durumuna üzüldüğüm tek karakter ricky'nin annesi.
önyargıları olanlar için ilk bir saati, bekledikleri gibi hiçte türk yaşantısına uymayan bir çizgide ilerlese de, sonuna doğru sarması ve verdiği mesajlar olsun, son sahnerleri olsun kalbinizi ağzınıza getirebilen bir başyapıt bu film. (cümleye bak ben kurdum.)
gerçekten de sonunda tokatı yapıştırıyor...
izleyin lan.
posterinin klasik bir aşk filmi gibi görünüşüne aldanıp da hesaba almayan insanların bir an önce izleyip hiç de öyle olmadığını görmeleri gereken muhteşem film.
beni inanılmaz derinden etkileyen film requiem for a dream'dan falan çok öte. özellikle son sahnesinde lester'ın konuşmaları filmi izlememden sonra uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen bir türlü aklımdan çıkmayan film.
son sahne lester'ın konuşması:
--spoiler--
I'd always heard your entire life flashes in front of your eyes the second before you die. First of all, that one second isn't a second at all. It stretches on forever, like an ocean of time. For me, it was lying on my back at Boy Scout Camp, watching falling stars. And yellow leaves from the maple trees that lined our street. Or my grandmother's hands, and the way her skin seemed like paper. And the first time I saw my cousin Tony's brand-new Firebird. And Janie... and Janie. And... Carolyn. I guess I could be pretty pissed off about what happened to me, but it's hard to stay mad when there's so much beauty in the world. Sometimes I feel like I'm seeing it all at once, and it's too much. My heart fills up like a balloon that's about to burst. And then I remember to relax, and stop trying to hold on to it. And then it flows through me like rain. And I can't feel anything but gratitude for every single moment of my stupid little life. You have no idea what I'm talking about, I'm sure. But don't worry, you will someday.
--spoiler--
kevin spacey'in döktürdüğü oscarlık film. amerikan aile yapısının nasıl içten içe çöktüğünü ve herşeyin göründüğü gibi olmadığını anlatmaya çalışır bize film.
--spoiler--
look closer
--spoiler--
bazıları tarafından "izledikten sonra harbiden oscar'ı haketmiş." diye söylenmekte. fakat 2000 yılındaki oscar ödüllerinde hangi filmlerin aday olduğunu ve hangi filmlerin aday bile olamadığı biliniyor mu acaba?
en iyi film dalında aday olan 5 film arasında zorlayacak the green mile var. fakat ne kadar gariptir ki çıktığı yılda olay yaratan ve hala tartışmaları yapılan the matrix ve diğer bir şizofrenik öykünün miladı kabul edilebilecek fight club yok. öyle ki the matrix aday olduğu tüm dallarda ödülleri aldı. fakat fight club aday olduğu tek dal olan en iyi ses efekti oscar'ını da the matrix'e kaptırdı.
bana kalırsa american beauty'nin o kadar oscar'ı hakedip haketmediğini sorgulamaktan çok, rakip gösterildiği filmleri, matrix ve fight club filmlerine yapılan haksızlığı da bilmek gerekir.
tamam en iyi filmi de geçtim en iyi yönetmen, hatta en iyi senaryo dallarında bile aday olmamaları bu işte bir terslik olduğunu gösteriyor.
sonu çok güzel biten film. hatta öyle bir bitiyorki insanın kafasına takılıp kalıyor. etkilenmemek mümkün değil. Sam Mendes' in ellerine sağlık diyoruz.
üzerinden 10 yıl geçtiği halde bende hala çok popüler olan bir film. bağımlı amerikan sinemasının son yılalrdaki en başarılı işi. bir daha izlemek lazım demek bu ara özlenmiş.