Çocukken, Danny Kaye in bir filmine götürmüşlerdi bizi.
Danny Kaye, sıradan, korkak bir adamdı ama bir sihir sonucu parmaklarını şaklattığında çok cesur ve usta bir silahşöre dönüşüyordu.
O, bu sihrin farkında değildi.
Bazen parmaklarını şıklatıyor, bazen şıklatmıyordu.
Arka sırada oturan bir çocuğun bütün film boyunca, filmin kahramanına akıl vererek, parmaklarını şıklat, parmaklarını şıklat dediğini hâlâ hatırlıyorum.
Seyrettiklerinin gerçek olduğuna inanıyordu sanırım.
Bazen, bütün toplumun o çocuğa benzediğini düşünüyorum.
Gördüklerimizin gerçek olduğuna inanıyoruz.
Halbuki bize gösterdikleri bir film aslında.
Onların hiç biri gerçek değil.
iktidar partisi, gerçekten iktidar partisi mi?
Değil.
Ordunun ya da yargının karşı çıktığı bir çözümü hayata geçiremez.
Öyle bir gücü yok.
Sistem, hiçbir partiye öyle bir güç vermiyor çünkü.
Kürt sorununu çözemez, anayasayı değiştiremez, türbanlı kızların okula girmesini sağlayamaz.
Biz hep onun güçlü bir şövalyeye dönüşmesini bekleyerek, Parmaklarını şıklat deyip dururuz.
Dönüşemez bu sistem içinde.
Muhalefet, gerçek bir muhalefet mi peki?
Gerçek bir muhalefet olabilmesi için bu sisteme karşı gelmesi gerekir.
Halbuki bizim muhalefet partileri, sistemin yani asıl iktidarın sözcüleri durumunda.
Muhalefet partileri gibi gözüküyorlar ama muhalefet etmeleri gerekene muhalefet etmiyorlar.
iktidarı da, muhalefeti de gerçek olmayan bir ülkede siyaset nasıl yapılacak?
Yapılamıyor.
Siyaset yapılamayınca da, çözümü aslında çok zor olmayan sorunlar bir türlü çözülemiyor.
Çözülmedikçe de daha büyüyorlar.
Peki, medya gerçek mi?
Değil.
Gerçek olsa, doğruları yazması gerekir.
Yazmıyor.
Asıl iktidarın ordunun ve yargının elinde olduğunu söylemiyor.
Büyük bir aldatmacanın parçası haline geliyor.
Sanki iktidar gerçek bir iktidar, muhalefet gerçek bir muhalefetmiş gibi davranıyor.
insanların, doğruları görmesine imkân kalmıyor böylece.
Yargı, gerçek bir yargı mı?
Değil.
Gerçek bir yargı olsa, mahkeme kararlarına Hindistan Türktür diye yazılabilir mi?
12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını isteyen savcılarla, Şemdinli skandalında zincirin ucunun Ankaraya uzandığını söyleyen savcılar mesleklerinden atılır mı?
Atılmaz.
Aksine, onların ne dediğine ciddiyetle kulak verilir.
Peki, ordu gerçek bir ordu mu?
Gerçek bir ordu olsa, siyasetle uğraşır mı?
Yeryüzündeki hangi gerçek ordu, bizim ordu kadar siyasetle uğraşıyor?
Gerçek bir orduda Dağlıca ve Aktütün baskınlarının sorumlusu saklanır mı?
Bunların sorumluları korunur mu?
Öldürülen 33 askerin aslında bir komploya kurban gittiği söylendiğinde gerçek bir ordu kulağının üstüne yatar mı?
Tarihçiler gerçek tarihçi mi peki?
Değil.
Gerçek tarihçiler olsalar biz yakın tarihimizi bilirdik.
Yakın tarihimiz hakkında ne biliyoruz?
Bırakın önemli gerçekleri, biz Atatürkün kısa boylu biri olduğunu bir filmde gördüğümüzde bile şaşırıyoruz.
Cumhuriyeti kuran insanın fiziksel özellikleri konusunda bile gerçekleri söylemiyorlar.
ittihatçıların günahlarından, Ermeni tehcirinden, Ali Şükrü Bey cinayetinden söz etmiyorlar.
Siyaseti, yargısı, medyası, tarihçisi, ordusu gerçek olmayan bir ülke, sorunları nasıl çözecek?
Çözemiyor.
Zaten toplum gerçek sorunlarının bile farkında değil.
Gerçek olmayan bir yapının yarattığı tuhaf sorunlarla uğraşıyoruz sadece.
Bir film seyrediyoruz.
Bu film gerçek değil.
Ama bu toplumda yaşayan insanlara verdiği gerçek.
Belki de tek gerçek bu.
Çektiğimiz acılar.
Sahte bir yapı, bu sahteliğin anlaşılmasını önlemek için gerçek acılar yaratıyor çünkü.
Öldürüyor, susturuyor, işkence yapıyor, aç bırakıyor, fakirleştiriyor, hapse atıyor.
Gerçek acıdan kurtulabilmek, gerçek kurumlar oluşturmamız gerekiyor.
Aksi takdirde bu sahteliğin yarattığı acılardan kurtulmamız mümkün değil.
Bu sahteliğe son vermemiz için de önce hep bir ağızdan bağırmalıyız sanırım:
Ama bize gösterdikleriniz gerçek değil.