sevmiyorum yahu şu alışveriş merkezlerini, çok kalabalık yahu. insanlar atina sparta meydan muharebesi ndeki gibi hücum ediyorlar ordan oraya. kimisi hunharca para harcayıp mutsuzluğunu bununla bastırmaya çalışırken kimisi de parası olmadığı halde zamanı öldürmek için volta atıyor akşama kadar, kimisi alışveriş yapmayı kafasına koyup gelmişken, kimisi sadece fiyat sorarak kazıklanmamanın vereceği rahatlık için orada varoluyor.
ankara'yım ben. alışveriş merkezinden ve midesine kadar bürokrasiye gömülmüş, bond çantalılardan başka hiçbir haltın olmadığı yerdeyim yani. yine de severim ankara'yı, ama ankara'yı. aslında insanın olmadığı her yer sevilebilir bence. bu tür kapitalizm klişelerinden nefret eden tiplerden de biri değilim. kapitalizmi de severim açıkcası. eğlenceli bir şey. hayatı yaşanabilir kılıyor. alternatiflerimi artırıyor. insanın işine saygı duymasına neden oluyor. alışveriş merkezlerinden nefret etmemin nedeni bu yüzden kapitalizm falan değil. mesela alışveriş merkezlerinde en sevdiğim şey, yemek meydanları denilen yerlerde, yemeğini bitirdikten sonra masadaki artıkların görüntüsüdür. onları senin yerine birinin toplayacağını bilmendir. masada iğrenç bir koku ve görüntü bırakmasına karşın görüntüsü insanı bi an için mutlu edebiliyor.
birçok şeyi tek bir alanda yapma imkanı sunuyor bu güzellik insana. yemeğini yiyorsun, d&r'a uğrayıp bir dvd belki bir kitap belki bir dergi alıyorsun, bir cafeye gidip aldıklarını kahvenle birlikte inceleyebiliyorsun, çamaşırlarını kuru temizlemeciden alıp evine gidiyorsun. her şeyi tek bir merkezde yapıyorsun. büyük bir verim kaybını önlüyor bunlar.
ama mutlaka her güzelliğin içine etmeye gönüllü insanlar çıkıyor mütemadiyen. otoparkda yer kavgası yapacak kadar çıldırmak mesela, biri çıksın da ben gireyim diye dörtlüleri açıp yarım saat sabit bir yerde bekleyenlere inanamıyorum. yeşil ışık yandığında 2 saniye geç hareket edene hayvanlar gibi korna çalarken, alışveriş merkezlerinde yarım saat araba koymak için beklemeleri midemi bulandırıyor umumiyetle. anlayamıyorum. bu kadar mı önemli yani o alışveriş merkezinde dolaşmak. uğruna moron gibi o kadar saat o şekilde beklemek.
yemek meydanları mesela, haftasonları beni oraya götüren sebeplere lanet ediyorum. orda yemek yemek zorunda kalmama lanet ediyorum . insanların paralarıyla neden rezil olma arzusunda olmalarına da inanamıyorum. çoğu yer self servis. o dükkanların önünde onlarca kuyruk. görünce bile depresyona giriyorum çoğu zaman. ve kuyruklardan sonra alınan yemeklerle masa arayışına girmek. elinde yemeklerle moron gibi ayakta kalma ihtimalin. verdiğin 10 küsür lira. dakikalarca berbat bir sırada uğruna verdiğin savaş. bu kadar mı önemli yani orda yemek yemek? bu kadar mı önemli yani o masalarda kahkaha atan, hayvanlar gibi ses çıkartarak yemek yiyen insanlardan biri olmak?
mağazalar.
sanki bedava dağıtılıyormuşcasına tıka basa insanların alışveriş yapmak için akın ettikleri yerler. herkes eline bir şey alıyor göz ucuyla bakıyor ve standa fırlatıyor. 10 dakika içinde en az 15 t-shirt deneyen insanlara tanık oluyorum çoğu kez. ve kabin önlerinde kabinlerden insanların çıkmasını bekleyen stad kapısı kalabağı var her daim.
insanları anlamak imkansız. evine sipariş ettiği pizza 10 dakika geciktiğinde sanki şirketi satın almış gibi çıldırıp, paketçi çocuğu itin götüne sokarken,
nedense alışveriş merkezlerinde uzun kuyruklarda bekledikleri için kendilerini şanslı sayıyorlar. starbucks'da bir kahve içebilmek, orta oturan ve elitmiş gibi gözükmeye çalışan kimselerden olabilmek için can atıyorlar.
bunlar arasında en gölgede kalan fakat en tirajik olanı, alışveriş merkezlerinde ki "baba" figürleridir. genellikle avm lerde baş döndüren ışıltılı vitrinler şık kadın ve delikanlılar nedeniyle dikkat çekmeyen bu kesim, toplumun kanayan bir yarası, sessiz bir dramın temsilcileri olarak olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
haftasonları özellikle de pazar günleri, herhangi bir avm de etrafınıza dikkatlice bakarsanız banklara, koridorlara koyulan koltuklara yığılmış; yüzlerinde tamamen yılgın bir teslimiyet ifadesiyle bekleyen orta yaş civarında erkekleri görebilirsiniz. çoğunun yanında veya kucağında 0-3 yaş arası yorgun çocukları ve bir miktar poşet de vardır. bunlar orta sınıfın üst ve orta kesimine mensup şehirli erkeklerdir ve haftasonunda ailece yapılabilecek tek aktiviteleri alışveriş merkezine gitmektir. bu geziler ailece bir aktivite olmaktan ziyade ailenin dişi ve ergen bireylerinin tüketme hırsını tatmin etme turlarına dönüşmektedir. zavallı adam eşlik etmek istese bile, ilk bir kaç saatin ardından yorgun düşüp pes eder ve diğerlerine ayakbağı olan bebecikle beraber bulduğu ilk yere serilir, tartışmanım kar etmeyeceğini ise çoktan öğrenmiştir. bu nedenle tüm gününü bıkkın bir halde oturup kaderini beklemekle geçirir, saat 10a yaklaşırken poşetleri arabaya taşır ve haftaya aynı gün başka bir avm de görevine devam etmek üzere eve yönelir.
o kadar çoktur ki hangisinden başlanacağı bilinemeyen tuhaf davranışlardır.
-alış veriş arabasını kasiyerin yanına kadar götürüp ve alacaklarını poşete doldurup arabayı bir arkadakini tamamen engelleyecek şekilde bırakan, arkasına bile bakmadan giden öküz davranışı. tamam poşetin az arabaya ihtiyacın yok ama insan o arabayı uygun bir yere park eder, sanki arkandaki babanın uşağı, senin arabanı alıp uygun bir yere bıraksın.
-4. hatta 5. denemesinde limiti dolmamış kredi kartını bulan çok oturgaçlı az götürgeç kişisi.
-poşetlerini doldururken yavaş davranan, kasiyer sizinkileri de kasadan geçirip bankoya koymaya başladığında, aldıklarınızı poşete yerleştirirken, size bankodaki ürünlerini çalacak potansiyel hırsız gözüyle bakan kişi davranışı.
-yürüyen merdivende koşan kişi.
-x-rayden jet hızıyla geçerse ötmeyeceğini düşünen kişi.
-eşşek kadar %70 yazıp, onun milyonda biri büyüklüğünde "'e varan" yazan mağazadaki tezgahtar kişisine "hani %70 indirim vardı?" dediğinizde size körmüşsünüz gibi davranması.
-genç çiftlerin avmlerin akustik mekanlar olduğunu sanarak bağıra bağıra kavga etmeleri (çıkın dışarda kavga edin).
-genç bayanların avm'ye değilde sanki kraliyet balosuna geliyormuş gibi makyajlı ve neredeyse abiye gelmesi (altı üstü bi tişört-iki domates alacaksın, bi kahve içeceksin, bu ne hal?).
-yemek yeme yerlerinde bağıra bağıra iş konuşan kişi (avm'ye iş getirmeyin).
-otoparkta ilerler rahat ve boş olduğu halde, iki adım yürümek bile istemeyen insanların avm giriş kapısı civarına tıkış tıkış konuçlanması.
-doğa kolejinin çocuk avı davranışlarıdır.
En iyi alışveriş merkezlerinde gözlenebilecek fakat dikkatlerden kaçması mümkün başka bir grup ise çocuklardır. Bunları kız ve erkek çocukları olarak ayıracağım. Ancak ortak noktaları elbette tüketim kültürüne ve avm dinine çok erken saplanmış olmaları, bu durumu da hiç yadırgamamalarıdır. ilk olarak 5-9 yaş arası barbie modeli kız çocuklarını ele alalım. Bunlar çok güzeldir, lakin tosbik bir bebek güzelliğinden ziyade şu sürekli bize dayatılan güzellik kriterlerine uyarlar ilgiç bir şekilde. Parlayan ve ahenkle dans eden bakımlı uzun saçları, en pahalı mağazaların vitrinindeki kıyafetlerin minyatür versiyonlarını giyiyor olmaları, annelerinin birer kopyası gibi görünmelerinden tanınırlar. susadıklarında veya yorulduklarında "anneee şıtaybaks * a gidelim artııkkkk" dedikleri duyulabilir. çocuk masumiyeti hakında düşünmeye iter sizleri. ikincisi ise yaş skalası ortaokul yıllarına kadar uzanabilen gürbüz erkek çocuğudur. Belli ki rahat yaşayan bir aileden gelmektedir bu oğlan trendy ve marka üstüne başına, jöleyle özenle dikleştirilmiş saçlarına bakarsak. ortalama kilonun üstündedir, saldırgan ve bencil bir ifadesi vardır. Genellikle büyük elektronik mağazalarında bulunurlar. anne ve babalarına yüzerinde gayet zalim ifadelerle bilmem kaç cigabayt rem i olan bilgisayar, wii nin en son çıkan oyunu gibi şeyleri almalarını emrederken görülürler. Daha elektronik dergilerine yeni düşen o aldığı aletlerin nedense bir hafta içinde unutulup bir köşeye atılacağı hissi uyandırırlar.
gencecik ve sapasağlam insanların yürüyen merdiven kullanmaya üşenip, asansör kullanmalarının örnek olarak verilebileceği davranıştır. Bunun pusette bebeği olanı var, tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olanı, sakatı, hastası, yaşlısı...Ama bu arsızlar hiç utanmazlar. Asansör kapısı açılır, asansör kullanmaktan başka seçeneği olmayanların yüzüne bön bön bakarlar bir de. Bunların bir de metrodaki asansörleri kullanan versiyonları var ki, hiç çekilmez.