bazen cesetten tek farkımın zaman içinde çürümeyişim ve kokmayışım olduğunu düşünüyorum, ne bileyim koksam bi' tuzlayıp güneşte kurutan falan olurdu herhalde. daha üstüme tuz atanı yada tütsüleyip soğuk kilere kaldırmaya yelteneni falan görmedim. işte yine böyle kendimi ceset sandığım bir halet-i ruhiyedeyken yoğun bir dürtü ''al başını git'' diye membrana tympanicamı yırtarcasına desibel desibel haykırıyor.
aslında başımı da bırakabilsem işte o zaman gidebilirim belki, ya da gitmemin bir anlamı olur. ama öyle olmuyor işte bi' bok yiyeceksen elin mahkum başını da alacaksın arkadaş, her şeyi unutup çekip gitmek yok. acılar, pişmanlıklar, keşkeler, yüzünü bile görmek istemediğin zevatların simaları hipokampusunda depolu bir şekilde peşin sıra gelecekler, hasılı kaçtığın her şey aslında seninle ama senin haberin yok amına koyim...
ailesi, çoluk çocuğu yani hayatta yaşamak için sebebi olanların yapması çok büyük bencillik, onlar yapmasınlar bu eylemi. olmayanlar için belkide fark etmez yada fark edilmez...
bir gün ceketimi alıp gideceğim, döneceğimi sanacaklar, sigara almaya gitti falan diyecekler...*
bir amca gormektır yolda , alıp basını gelmıs buralara , ısmı Sama , amcanın gozlerınde ozgurlugu duyumsamaktır , I love Turkey deyısının altındakı basıboslugu sezmek ve muthıs bır ozentı beslemek bu durumuna .
içimden en çok geçen istek alıp başımı gitmek. kalk hadi hazırlığını yap çek git diyorum bazen kendime yalnız kal hep ama hep yalnız kal ve kendinle mutlu ol ama sadece kendime demekle yetiniyorum hep. malesef gidilmiyor , gidilemiyor..
alır başınızı gidersiniz. hiç kimseye bir şey demeden, haber vermeden. otobüs terminalindeki bankonun arkasında oturan kıza: "ilk otobüs nereyeyse, bir bilet" diyecek kadar soğutmuşlardır sizi hayattan, kendinizden. böyle başlar işte herşey...
şehirden şehire, insandan insana, olaydan olaya gidersiniz. kendinizden uzağa düşersiniz. her şeyi göz almanın ne olduğunun yürüyen kanıtısınızdır. yıllar geçer. arada aileniz, sevdikleriniz şöyle bir gelir aklnıza. (genelde alkolü yüksek gecelerin yarısında)...
öyle hayat falan kuramazsınız kendinize. o kadar basit değildir o işler. kendinize geldiğinizde bazı bazı, yakalarsınız kendinizi, bir sürü kaçak sigaranın zulalandığı bir arabayı yüzlerce kilometre sürecekken, sürerken yada cepleriniz alabildiğine sahte para doluyken. aslında bu ve buna benzer birçeok durum karşısında düşündüğünüz tek şey: "tüm bunlar daha ne kadar sürebilir?" sorusunun cevabıdır. tabii ki hiç gelmez o cevap...
bir süre sonra da, zaten daha neredeyse çocukluğunuzda başlayan süreci tamamlar zihniniz. kabullenirsiniz, uyumsuz olduğunuzu, değerlerinizin olmadığını, kitapları ciddiye hayatı şakaya aldığınızı...
geri dönmek için de, durmak için de çok geçtir. çünkü düşmeye başlamış bir çığ durdurulamaz. kalan tüm süreniz de, yaptıklarınız da, ettikleriniz de; hangi kasabanın üzerine düşen o çığ olacağınızı düşünmekle geçer...
"ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin" sözünün dünyanın en büyük yalanı olduğunu anlarsınız. çünkü hangi diyara giderseniz gidin, mutlaka güdecek bir deve yada deve kervanı çıkacaktır karşınıza. hadi bir mucize oldu diyelim ve çıkmadı...
kendiniz varsınız... bir türlü kurtulamadığınız kendiniz...
şehir insanın ara ara aklına gelir. cesaret ister. düşünüldüğü gibi kolay değildir. bende bazen tası tarağı alıp şöyle köye falan yerleşim istiyorum, organik tarım yapayım. kendi yumurtamı yetiştireyim, sütümü sağmak falan.